Neyse bu yıllarca önceydi. Bu sene güzel bir sloganla kışlalarını ve ilan tahtalarını süslediler: "Güçlü Ordu, Güçlü Devlet..."
Bizim kadrolu (!) Cumhuriyet düşmanlarından bazıları bu güzel slogana karşı çıkmakta gecikmediler. Böyle bir yaklaşımın orduya devlet arasında bir "yaklaşım" doğurduğunu falan ileri sürenler oldu. Oysaki bu slogan, doğru bir slogandı ve bu duyguyu yıllarca önce okuduğum bir yazıyla yakalamıştım.
x x x
İsviçre, Avrupa'nın göbeğinde; toprak büyüklüğü ve nüfus açısından orta büyüklükte bir devlettir. Çok ilginç bir tarihi vardır ama bu konuda bir şeyler yazmaya niyetim yok. Fakat şu kadarının vurgulanması gerekir ki; bu ilginç tarihsel gelişme sonrasında İsviçre üç resmi dili ve bir de bölgesel diyalekti olan ilginç bir ülke olarak 19. yüzyıldan sonra tarihteki yerini almış.
İsviçre'nin resmi dilleri; Fransızca, Almanca ve ufak bir bölge açısından İtalyanca'dır. Ve böyle üç dilli bir devlet olarak; dengeli bir cumhuriyet biçiminde yaşamını sürdürür. Belirli açılardan Avrupa'nın en zengin ülkesidir.
İsviçre; Avrupa'nın belki de dünyanın "para kasası"dır. Dünyanın zenginliklerinin önemli bir bölümü mevduat olarak İsviçre bankalarında yatarken diğer bazı servetler de çok güvenli olduğu iddia edilen banka kasalarında saklanır.
İsviçre özellikle 20. yüzyıldaki tutum ve politikalarıyla "tarafsız" ve "objektif" bir ülke görüntüsü sergilemiştir. Geçtiğimiz yüzyılın başında Türkiye'nin barış anlaşması müzakerelerinin ve anlaşmanın imzalanmasının İsviçre'nin Lozan kentinde gerçekleşmesi elbette nedensiz değildi. Aynı biçimde Lozan'da, belli nedenlerle kabul ettiğimiz "Boğazlar statüsünün" değişimi için çağırdığımız ülkeleri Montrö'de toplamamızın nedeni vardı. Düşünün ki tüm tarihimiz boyunca kapalı olan ve denetimimizde geçişlere izin verilen İstanbul ve Çanakkale boğazlarını "açık statüye" getirmiş ve bunun denetiminin uluslararası bir komisyon tarafından gerçekleştirilmesine rıza göstermek zorunda kalmıştık.
2. Dünya Savaşı sonlarında ABD, Hiroşima ve Nagazaki'ye nükleer bomba attığı zaman Japon hükümetinin İsviçre'ye başvurması ve teslim koşulları için aracılığını istemesi de İsviçre'nin verdiği tarafsızlık imajını gösteren bir başka ilginç örnektir.
Fakat aynı İsviçre'nin Ermeni soykırım iddialarına körü körüne inanması ve pek uygulama olanağı olmasa bile "Ermeni soykırımı yoktur" diyenleri mahkûm edecek bir yasa çıkartması ne on yıllarca uyguladığı, tarafsız ve mantıklı politikalarla bağdaşabilir ne de insan haklarıyla. Bizim ünlü "Lozan heyeti" pek çok açılardan ters düştüğüm isimleri kapsıyor olsa bile yaptıkları eylemin çok haklı ve doğru bir eylem olduğunu düşünüyorum.
Fakat bugünkü konum, bunlarda değil. Konuya bir yanından yaklaşınca daktilomun tuşları başını alıp gidiyor...
Bugün değinmek istediğim konu İsviçre örneğinden yola çıkarak "Güçlü Ordu, Güçlü Devlet" sloganının gerçekliğini bu örnek çerçevesinde ortaya koymak.
x x x
İsviçre'nin Avrupa'nın para kasası olduğu varsayımından hareketle dünya üzerindeki güçlü devletlerin bu tarafsızlığa dokunmak istemedikleri düşünülür. Gerçekten 1. Dünya Savaşı, Avrupa'nın önemli bölgelerine yayılmakla birlikte İsviçre'ye dokunmamıştır. Aynı biçimde 2. Dünya Savaşı'nda Hitler, Avrupa'nın hemen tümüne saldırmakla birlikte İsviçre'ye dokunmamıştır. Bunun nedenini pek çok başkaları gibi Nazi ileri gelenlerinin, İsviçre bankalarındaki paraları ve bu bankaların kasalarına yerleştirdikleri değerli mallar olduğunu düşünürdüm.
Gerçekten böyle yaygın bir kanaat vardır. Bu servetlere bekçilik etmenin İsviçre'ye bir "dokunulmazlık" kazandırdığı düşünülür. Oysaki gerçek hiç de öyle değilmiş.
x x x
Pek yakın olmasa da son zamanlarda yapılan bazı araştırmalarda Hitler'in İsviçre'de de gözü olduğunu fakat askeri olarak bunun hiç de kolay olmayacağını (hatta kimilerine göre, olanaksız olduğunu) hesaplayınca, bundan vazgeçtiğini okuyoruz.
Bunun bir nedeni İsviçre'nin coğrafi konumu imiş. Gerçekten son derece dağlık bir ülke olan İsviçre'nin dağları aşan yollarında Almanya'nın zırhlı birliklerinin (panzerler), pek etkisi olmayacağı gibi İsviçre ordusunun bu dağlardaki kimi geçitleri tutmasıyla yerlerinden kıpırdamamaları da olasıymış. Aynı nedenle hava kuvvetleri de etkisiz kalıyormuş.
Fakat bir diğer neden o günlerde (ve artarak bugünlerde) İsviçre'nin çok güçlü bir ordusunun varlığı imiş. Gerçekten o gün ve bugün çok etkin bir biçimde uygulanan "milis seferberliğiyle" İsviçre çok kısa bir zamanda çok güçlü bir orduyu savaşa sokabiliyormuş.
Ve ilginç bir nokta olarak; bugün, İsviçre Hava Kuvvetleri, Kıta Avrupa'sının en vurucu hava kuvvetleriymiş. Pilotlarının çoğu İsviçreli olmasa da... (Bu arada çok sayıda Türk savaş pilotu da İsviçre Hava Kuvvetleri'nde uçmaktaymışlar.)
Demek ki; güçlü ordu ve güçlü devlet birbirlerini tetikliyor...