Hatta, söylemesi ayıp; hemen her zaman, CHP'ye oy verdim. 'Atatürk'ün partisi' gibi, kimi 'dışlayıcı' yaklaşımlara, şiddetle karşıyım; ama 'Atatürk'ün kurucusu olduğu', bu parti varken; elim, başka partilere oy vermeye gitmedi. Kaldı ki; bu partinin, üyesiyim.
Ancak bu üyelik, beni, 'doğru bildiğimi' dile getirmekten, hiç alıkoymadı ve CHP'yi, hak ettiği durumlarda, sonuna kadar eleştirdim. Ve korkarım bunlar, son zamanlarda çok arttı... Böyle bir 'giriş' yapmanın nedeni; gerek basınımızdaki kimi kalemlerin, gerekse arkadaş çevremdeki kimi isimlerin; kendilerini saklama konusundaki, utanç verici çabaları ve sürekli, taraf değiştirmeleri. Hatta, bu 'taraf değiştirme', çok kısa zaman sürelerinde gerçekleşiyor.
Bir bakıyorsunuz, adam Silivri'dekileri savunuyor. Aynı hafta, bir panelde, AKP'li. Derken bir hafta sonra, 'silahlı kuvvetlerin emrinde...' İnsan utanır... Neyse; bu, ayrı bir konu.
Davos'ta, Sayın Erdoğan'ın yaşadığı olay ve sonrasındaki gelişmeler, farklı yorumlara yol açtı. Bunlara girmeden, şunu söyleyeyim ki; ben, Sayın Erdoğan'ın Davos'taki tavrını, çok haklı ve doğru buldum. Yıllardır, 'itilip kakılmamızdan' ötürü, çok kızgın ve hınçlı idim. Bu tavır, tam beklediğim bir tavır oldu. Benim bu tavrı olumlu karşılamam; elbette, herkesin olumlu karşılaması gerekir gibisinden bir beklenti içine girmeme, neden olmaz.
Kendilerince düşündükleri nedenlerden ötürü; bu gelişmeleri, olumsuz karşılayanlar olabilir ve buna da, saygı duymamız gerekir ancak, 'kendine güven', duygusundan yoksun ve 'aşağılık duygusu', kokan kimi beyanatları okuyunca, çok üzüldüğümü de ifade etmek isterim. Bana kalırsa, bu türden beyanatlar, olayları 'doğru okuyamamaktan çok, belirli bir 'hazımsızlığın' ve 'endişenin' sonucu.
Buradaki 'hazımsızlık', yeni bir şey de değil. Türkiye'de bazı arkadaşlar; AKP iktidarını, daha ilk günden itibaren içlerine sindirememişlerdi. Hiç unutmuyorum; AKP iktidarının, ilk haftaları idi. Bir konferansa davet edilmiştim. Benden önce kürsüye; aklına, fikrine çok güvendiğim avukat bir arkadaş çıktı. İlk lafı, 'ben, bu iktidarın meşrutiyetine inanmıyorum', olmuştu. Yahu, dürüst seçimler yapılmış ve halkımız, bu partiye oylarını vermişlerdi. Her ne kadar, seçim yasası 'anti-demokratik' idiyse de; bu, AKP'nin kusuru değildi.
Tabii, oyların neredeyse yarısı barajın altında kalınca, AKP'ye iktidar yolu açılmıştı. Ama, gayrı-meşru da değildi. Bizim arkadaşı böyle konuşturan şey; AKP iktidarını, içine sindirememesi ve bu konudaki, hazımsızlığı idi. Toplantıdan sonra, özel konuştuğumuzda, bunu itiraf etmekten çekinmemişti. Bu hazımsızlık; bazıları için, yüzde 47 sonrasında, iyice arttı.
Kimileri; gerçekten, laik cumhuriyetin yıkılacağından ve bir İslam şeriatı devleti kurulacağından, endişe ediyor. AKP iktidarının, bu korkuyu ortadan kaldırmak için, yeterince çabaladığından da emin değilim. Ya, 'korkmaları için bir neden yok', diye düşündükleri için ihmalci davranıyorlar; ya da, 'kendi sorunları', diyerek, umursamıyorlar. Bence, umursasalar iyi ederler...
Recep Tayip Erdoğan'ın, Davos'ta sergilediği onurlu tavrı, iç politika kullanmak isteyeceği ve Mart sonundaki yerel seçimlerde, bu politikanın AKP'nin oyunu artıracağı, endişesi; kimilerini, bu olay hakkında, (boşuna olsa bile), olumsuz değerlendirme ve beyanatlara itiyor. Oysaki, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler; Sayın Erdoğan'ın tavrı, olumluydu ve övgüye değerdi.
Bir siyasetçinin ve partisinin; böyle bir gelişmeyi, oya dönüştürmek istemesini de, doğal karşılamak gerekir. Zira, siyasal partiler, (tüm siyaset ilmi kitaplarının başlangıcında yazdığı üzere), 'iktidar olmak amacıyla oluşturulan', örgütlerdir. Ve gayrı-meşru yollara sapmadıkları sürece; bu konuda, her yolu kullanmak isterler. Ancak bu olayın, AKP'nin önümüzdeki yerel seçimlerdeki oyunu, çok artırılacağını düşünmek ve bundan endişe duymak, yersizdir.
Zira, seçimlere, 2 ay var ve siyasette 2 ay, uzun bir süredir. Bu iki ayda neler olacağını kimse bilemez ve tahmin edemez. Örneğin, rahmetli Ecevit, 'Kıbrıs Barış Harekatı'nı', oya dönüştürmek istemiş ve neredeyse zorla, '1. Milliyetçi Cephe'nin' kurulmasına neden olmuştu. Çok yakın geçmişimizde; '367 manevrası', Sayın Abdullah Gül Çankaya'ya çıkmasını, biraz geciktirmiş; ama, 'Yarı başkanlık rejimine', geçilmesine neden olarak, parlamenterizmin sonu olmuştu.
Bazı konularda, 'hazımsızlık', çok zararlı olduğu gibi; 'boşuna endişelerden' de, uzak durmak gerek. Soğukkanlılık, başarılı siyasetin, en temel kuralıdır.
BUGÜN