Bu tartışmaların kolayına sona ereceğini sanmıyorum.
Bu arada; kimi hukuk insanlarının bu dinlemelerle ilgili olarak "bu dinlemeler yasal ama hukuki değil..." gibisinden açıklamaları ve bu söylemi çok sayıda hukuk insanımızın dile getirmesi; uzun zamandır bu köşeye de taşıdığım kavram farklılığı üzerinde yeniden durmamızı gerektiriyor.
Bu iki kavrama ve bunların çağrıştırdıkları "meşruiyet" kavramına geçmeden önce netleştirmek istediğim bir husus var. Çok özel durumda hâkim kararıyla yapılabilecek dinlemeler hariç özel yaşama böyle müdahale edilmesi ve telefonların dinlenmesi asla kabul edilemez. Zaten bu yapılan işin evrensel hukuk ve ahlaka aykırı olduğu şuradan bellidir ki; pek çok demokratik ülkede böyle bir telefon dinlemeleriyle ulaşılan bilgiler ne denli açık olurlarsa olsunlar; mahkemelerde kanıt olarak kabul edilmemekte ve hatta iddianamelere konulamamaktadır. Bizdeyse; neredeyse salt telefon dinlemelerinden oluşan iddianameler havada uçuşmaktadır.
Son gelişmelerin; bu çirkin uygulamaya son vermesini temenni ediyorum. Ancak doğrusunu isterseniz bu temennim konusunda fazla iyimser değilim...
x x x
"Yasallık" ve "hukukilik" kavramlarına ve bunlara bağlı olarak "hukuk devleri" ve "yasa devleti" ya da "kanun devleti" kavramlarına girmeden önce; (konumuzla birinci dereceden ilgili olmasa bile) "yasallık" ve "meşruluk" kavramlarını ele almak ve aralarındaki farkı ortaya koymak istiyorum.
"Yasallık" objektif (nesnel) bir kavramdır. En genel anlamıyla "yasaya uygun" demektir. Gerçekten eğer bir yasa maddesi varsa yapılan bir şey ya o yasaya uygundur ya da uygun değildir. Konuyu tersinden ele alırsak; eğer yasada aksine bir madde yoksa yapılan bir şeyin yasaya uygunluğu tartışılamaz.
Buna karşılık; "meşruluk" sübjektif (öznel) bir kavramdır. Kişinden kişiye değişir. Hatta çağdan çağa değişir. Aslında toplumda genel olarak meşruiyet anlayışı vardır. Ve bu anlayış zaman içinde dönüşür. Ve doğru olan şey yasaların da bu yaygın meşruiyet anlayışına uygun olarak değişmesidir. Fakat böyle bir esnekliği çok ender olarak görebiliyoruz.
Meşruluk anlayışı kişiden kişiye değişir. Ve bu anlayışın doğrusu ve yanlışı olmaz. Herhangi bir insana "senin meşruiyet anlayışın yanlış" diyemezsiniz. Sizce yanlış olabilir ama; onca doğrudur, kimse değiştiremez. Sadece kişinin meşru gördüğü şey o ülkedeki yasalara aykırı ise ve o yasalar bazı yaptırımlar (müeyyide) getiriyorsa; kişi o yaptırımlara katlanmak zorundadır.
X x x
Yasallık biraz yukarıda da vurgulamış olduğum gibi objektif bir kavramdır ve "yasaya uygun" demektir. Hukukilik ise "çağdaş ve evrensel hukuka uygun" demektir. (Yukarıda ele aldığımız, meşruiyet kavramına yakın görünüyor olsa bile aynı şey değildir. Zira bir insanın meşruiyet anlayışı çağdaş ve evrensel hukuka aykırı da olabilir. Böyle bir durumun savunulacak yanı yoktur ama; meşruiyet anlayışı bireysel bir şey olduğundan "yanlış" diyemeyiz.)
Bir ülkede yasalar çağdaş ve evrensel hukuk anlayışına uygun olarak çıkarılmışsa; o ülkenin bir "hukuk devleti" olduğunu söyleyebiliriz. Ama eğer bir ülkenin yasaları "Çağ dışı" bir anlayışın ürünü ise; o ülkenin bir "hukuk devleti" olduğunu söylemek mümkün değildir. Olsa olsa; bir "yasa devleti" ya da "kanun devletinden" söz edilebilir. Ve dünya üzerinde "yasa devleti" olmayan hiçbir devlet yoktur. Yasaları en geniş biçimiyle; yazılı olan hatta olmayan "kurallar" olarak tanımlarsak ki böyle tanımlanmaları gerekir. En ilkel toplulukların bile belli kurallar çerçevesinde yönetildiklerini görürüz.
Çağımıza utanç veren diktatörlerin tümü; ister Hitler olsun, istersen Stalin olsun, ister İdi Amin olsun; hepsi belli yasalarla yönetmişlerdir. Şimdi bu diktatörler yasalara uygun bir biçimde yönettikleri için; ülkelerine "hukuk devleti" adını verebilir miyiz? Elbette hayır...
Zira yönetimlerine payanda ettikleri yasalar hukuka uygun değildi. Ve ben bunu gerek akademik yaşamımın en başından beri; gerek yazarlık yaşamımda; binlerce defa yazıp anlatmama rağmen pek inandırıcı olamamışken; son dönemlerde "hukuk insanlarımızın" (savcı, yargı ve avukat) hep bir ağızdan bunu dile getirmelerini; kendimce ciddi bir gelişme olarak görüyorum. Umudum bu hukuk insanlarının işlerini yaparken yasa maddeleri arasında sıkışmamaları ve evrensel hukukun kurallarını da akıllarının bir ucunda tutmalarıdır. Eğer böyle davranırlarsa "ucu kendilerine dokunana kadar hukukun ayaklar altına alınmasına göz yummaları ve sessiz kalmalarını bile" unutabilir ve affedebiliriz...
NOT: Cumartesi günü yayınlanan "Türkan Saylan ve İslamiyet" başlıklı yazımda sanıyorum yer kalmadığı ve yazı biraz uzun olduğu için bir cümle çıkartılmış. Bu cümlede; kitaptaki ifadenin rahmetli Türkan Saylan'ın mı; yoksa Sayın Ayşe Kulin'in güçlü kaleminin mi olduğunu anlayamadığımı vurguluyordum. Cümle yayınlanmayınca Sayın Kulin'e karşı haksızlık etmiş bir konuma düşmüşüm.
Sayın Ayşe Kulin'den özür diliyorum.