İstanbul'un işgali hakkında farklı tarihler verilebilir. Bunlardan biri 13 Kasım 1918'dir. Yani, işgal kuvvetlerine ait 55 savaş gemisi ve yüzlerce yardımcı gemiden oluşan bir donanmanın İstanbul'a gelerek karaya asker çıkarttığı ve toplarını kente çevirerek demir attığı gün...
Bir diğeri Fransız General d'Esperey'in, Sarayburnu'ndan karaya çıkarak askerlerinin başında yaptığı gülünç bir resmi geçiş gerçekleştiği 8 Şubat 1920...
Ve nihayet İngilizler'in 13 Kasım 1918'de başlayan fiili işgali resmi bir işgale dönüştürdükleri 16 Mart 1920.
Şimdi bunları teker teker ele alalım.
x x x
Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı'nda dört cephede çok iyi savaşmıştı. Zaten bir sonraki yazımda Çanakkale Cephesi'ni anlatacağım. Daha birkaç yıl önce Balkan Savaşları'nda perişan olan Osmanlı orduları birkaç yıl içinde inanılmaz bir düzeye yükselmişlerdi. Düşünün ki daha Osmanlı'dan bağımsızlığını alalı çok kısa bir süre geçen Bulgaristan'ın orduları Çatalca'ya kadar gelmiş İstanbul'un kapılarına dayanmıştı.
Evet Osmanlı orduları gerçekten iyi savaşmış fakat savaşı yitirmişlerdi. Hâlâ kimi kalemler, "Osmanlı İmparatorluğu savaşı kazanmış fakat müttefikleri yenildiği için mağlup sayılmıştı" gibisinden, kargaların bile güleceği açıklamalar yaparlar. "Kendine güven", "ulusuna güven" vb. gibi amaçların da bulunduğu ilköğretimde bu türden açıklamalar yapılabilir. Fakat devlet televizyon ve radyolarında bu türden saçmalıklara yer olmaması gerekir. Osmanlı 1. Dünya Savaşı'nda çok iyi savaşmış fakat savaşı yitirmiştir. Bunun nedeni uzun uzun anlatılabilir.
Bunları bir yana bırakırsak mütareke görüşmeleri Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda demirli, Agamemnon zırhlısında yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nu, "Hamidiye kahramanı" olarak ünlenen, Rauf (Orbay) Bey, İngiltere'yi İngiliz Akdeniz Donanması Kumandanı Amiral Calthorphe temsil ediyordu.
Mütareke görüşmeleri ve 30 Ekim 1918'de imzalanan "Mondros Mütarekesi" metni tam bir kepazeliktir. Bunun ayrıntılarına bugün girecek değilim. Fakat mütarekenin 7. maddesine göre müttefikler, "gerekli gördükleri" her yeri, "düzeni sağlamak" için ve "geçici" kaydıyla, işgal edebileceklerdi. Hiçbir mütareke metninde böyle saçma bir madde yoktur.
Fakat bundan daha garip bir biçimde gene düzen sağlamak adına İstanbul'un müttefiklerce işgali kabul ediliyordu. Müttefikler, savaş içinde alamadıkları Osmanlı başkentini, mütareke masasında almışlardı. Eğer savaş çıkartmak bir suçsa; "savaş suçlusu", sayılması gereken Almanya'ya bile böyle bir şey dayatılmamış Berlin'in işgali akıllara gelmemişti.
Ve Mondros Mütarekesi hükümleri uyarınca 13 Kasım 1918'de müttefik donanma, İstanbul'a gelmiş ve kenti, "fiilen" işgal etmeye başlamıştı. Aynı gün İstanbul'a gelen Mustafa Kemal trenden indiği Haydarpaşa Garı'nın merdivenlerinde bu manzarayı görünce yaveri Cevat Abbas'a dönmüş ve "Geldikleri gibi giderler" demişti.
x x x
Kendini "Selanik Fatihi" diye isimlendirmekten pek hoşlanan General d'Esperey'in, gülünç geçit resmini bir yana bırakarak İstanbul'un işgaline geçebiliriz. Ancak bu işgale geçmeden önce önemli bazı gelişmelere değinmemiz gerekir.
Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra "fırtına gibi" esti. Önce Havza, sonra Amasya'daki, "çıkışlarından" sonra Erzurum ve Sivas Kongreleri ve "Anadolu ve Rumeli Müdafaa Hukuk Cemiyeti"nin kuruluşu birbirini izledi. Bunların ardından "Meclis-i Mebusan" için seçimler yapıldı ve Mustafa Kemal, Erzurum milletvekili seçildi. Ancak bu Meclis'in, İstanbul'da toplanmasından rahatsızdı. Zira İstanbul'daki fiili işgalin her an resmi bir işgale dönüşebileceğinden endişe ediyor ve "ulusun gözbebeği" Meclis'in, kapatılacağından korkuyordu. Zira bu Meclis'in üyeleri, çok ağırlıklı olarak yurtsever adaylardan seçilmişti.
Gerçekten Meclis'in, "Misak-ı Milli"yi kabul etmesi ve barış masasında verebileceğimiz ödünlerin sınırını belirleyen bu metnin tüm dünya parlamentolarına gönderilmesinden sonra İngiltere, son bir çare olarak İstanbul'daki "fiili" işgali, "resmi" işgale çevirmeye karar verdi ve bu kararını 16 Mart 1920'de yani bundan tam 90 yıl önce yaşama geçirdi.
x x x
Fiil bir işgalin "resmileşmesi" o günlerin koşulları içinde elektrik ve sular idaresi ve özellikle posta hanenin işlemlerine el konulması demekti. Zira "telgraf" dünyaya açılan ve en etkili olabilen pencere idi.
Fakat İngilizler bunlara ek olarak bir de işe kan karıştırdılar. Ve Şehzadebaşı Karakolu'nda uyumakta olan silahsız erlere ateş açarak çok sayıda şehit vermemize sebep oldular.
Bu arada Meclis'i de basmış ve Kuvayı Milliyeci olarak tanınan kimi milletvekillerini gözaltına almışlardı. Meclis de toplantılarını "uygun bir yerde ve zamanda" toplanmak üzere "ertelemişti."
Aynı gün Mustafa Kemal, Meclis'i Aralık 1919'da geldiği Ankara'ya davet edecektir...
Bugün