Ve bazı şeylerin böylesine çığırından çıkması toplumumuzun kimi kesimlerinde müthiş bir karamsarlık ve umutsuzluk doğmasına neden oluyor. Oysaki koşullarımız ne denli zor olursa olsun bu türden duygulara asla yer vermememiz gerekir. Zira karamsarlık ve umutsuzluk sorunlarımızı aşmanın önündeki en ciddi engellerdir. Kaldı ki sorunlarımız ağır olmakla birlikte çözümsüz değildir. Ve şimdi duygu savrulması içinde olan kimi insanlarımız, soğukkanlılıkla ve kararlılıkla yaklaşıldığı takdirde bu sorunların çözümlenebileceğini göreceklerdir.
Halkımızın inanılmaz dayanma gücü ve müthiş sağduyusu; sorunlarımızı çözme konusundaki başarısını burada da gösterecektir.
x x x
2003 yılında İstanbul'da 1. Ordu'da hazırlanan bir senaryonun deşifre olmasının yarattığı tartışma ortamı toplumumuzdaki farklı kesimler tarafından farklı biçimlerde değerlendiriliyor. Açıklanan CD'lere ve metinlere bakıldığı zaman gerçekleştirilmiş bulunan bu toplantının masum bir plan ya da eğitim toplantısından çok muhtemel bir müdahalenin hazırlığı olduğu anlaşılıyor. (Ya da en azından ben öyle düşünüyor ve değerlendiriyorum.)
Refah Partisi deneyiminin getirdiği sıkıntılar içinde, "laik" ve "çağdaş" Cumhuriyetimizin temel değerlerinin yıpranacağını düşünen kimi subayların; böyle bir "balyoz harekâtıyla" sorunu, başında çözmenin gerektiğine inanmış olabilirler. Bence bu subayların temel yanılgıları; kurucularına ve görünen kadrolarına bakarak, AK Parti'yi, "milli görüş"ün bir uzantısı saymaları ve aynı zihniyette olduklarını, düşünmeleri olmuştu. Oysaki bu köşede sık sık vurguladığım düşünceme göre, Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Türkiye'de iktidar olabilmek için uyulması gereken kuralları ve Türk demokrasisinin sınırlarını iyi anlamışlar ve kendilerini buna göre ayarlamışlardı.
Gerçekten Türkiye'de "siyaset oyununun, kuralları bellidir" ve Cumhuriyetimizin, üzerinde durduğu "üçayak" değişmez ve değiştirilemez. Bunlar; "halk egemenliği", "çağdaşlık" ve "laiklik"tir. Sayın Necmettin Erbakan, bunu görememiş ve aldığı yüzde 20 civarındaki oyla oyunun kurallarını değiştirebileceğini zannetmişti.
O zamanlar Refah'ın "kalemşorları" arasında, "Ne demokrasisi kardeşim? Ben demokrat değil, çok şükür Müslüman'ım" diyenler hiç de az değildi. (Daha sonra, TSK'dan bir "Öksürme" gelince bunlar hızla demokrat kesilmişlerdi.)
x x x
Sayın Erdoğan ve arkadaşları Refah Partisi altyapısından gelmelerine rağmen, Refah Partisi'nin "duvara çarpma" nedenini, doğru okudular ve "İslamcı" bir parti yerine, İslami duyarlılıkları yüksek olan, liberal bir parti, oluşturmayı başardılar. Her ne kadar Alevi vatandaşlarımıza yer vermeyi, (en azından ilk aşamada) içlerine sindiremediyseler de bir "Türkiye partisi" olma çabasına giriştiler. Zaten bu arada "milli görüş" Saadet Partisi çerçevesinde örgütlenmeye başlamıştı.
AK Parti içinde kimi zaman (hem de çok üst düzeylerden), "çatlak sesler" duyulmadı değil. Örneğin, "Demokrasi çoğunluk rejimi olduğuna göre, eğer halkımızın çoğunluğu, bir İslam şeriatı düzeni isterse demokrasi gereği böyle bir rejime geçilebilir" gibisinden müthiş yanlış ve tehlikeli sesler de duyuldu. Fakat kısa sürede bunlar susturuldu. Kaldı ki toplumumuzda bir İslam şeriatı düzeni isteyenlerin oranı (bence) yüzde 5'i bulmaz.
Fakat öyle anlaşılıyor ki 2003'te "balyoz" adı verilen darbe planını ya da adı ne olursa olsun bu "çalışmayı" hazırlayan arkadaşlar AK Parti ile ilgili bu saptamaları yapamamışlardı. Kaldı ki aynı günlerde, (Daha önce bu köşeye aldığım üzere) çok aklı başında bildiğim bir avukat arkadaşım bir toplantıda; "Ben, bu parlamentoyu gayrimeşru görüyorum" diyerek, beni hayretler içinde bırakmıştı. Bunun uzantıları, elbette günümüzde de var...
Bu planı hazırlayan subayların bir bölümü, samimi endişe içinde olabilecekleri gibi bir kısmı da kendine bir "ikbal kapısı", aralamak istemiş olabilirler ki bence işin çirkin tarafı budur.
X x x
TSK'nın ilginç bir yönü, (isterseniz eleştirebilir isterseniz övebilirsiniz) "kol kırılır yen içinde" ilkesine sıkı sıkıya bağlı olması. 2003'teki bu hazırlıktan (eğer bu bir darbe planı idiyse) haberi olan "üst kumanda" buna izin vermediği gibi öyle anlaşılıyor ki ciddi bir karşı duruşla bu planı bozmuş. Fakat bir "cezalandırma" yerine, "örtbas" etmeyi yeğlemiş.
Adı her ne olursa olsun bu toplantıya katılan her düzeyden subaylar düşünüldüğü zaman böyle bir tutumun, "sağduyulu bir tutum" olduğu anlaşılır. Günümüzde Genelkurmay'ı eleştiren ve TSK'dan kaçınılmaz bir biçimde çelişik çıkan açıklamaları topa tutan arkadaşların bir bölümü demokrasi adına ciddi endişeler içindeyken bir bölümü de Cumhuriyetimizin temel ilkelerini ve Atatürkçülüğü yıpratmanın mutluluğu(!) içinde. Acaba TSK'nin ne yapmasını bekliyorlardı?
Boş işler bunlar...
X x x
Türkiye benim yaşadığım süre içinde bile bundan çok daha kritik dönemlerden geçmiştir. Bunları da aşacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. İş ki karamsarlık ve umutsuzluğa yer verilmesin...
Bugün