Görebildiğim kadarıyla; olan, elinde Doğan Medya Grubu'na bağlı şirketlerin hisse senetleri olan, küçük tasarrufçuya oldu. Hisse senetleri hızla değer yitirince; bunlardan bir kısmı, korkarak ellerindeki hisse senetlerini, aldıklarının altında fiyattan sattılar.
Tabii bunları toplayanlar, kısa sürece iyi bir kazanç sağlayacaklar. Ne de olsa, 'büyük balıklar, küçük balıkları yer'... Sayın Doğan'la, Sayın Başbakan arasındaki kavganın, fazla uzun sürmeyeceğini tahmin etmek kolaydı.
Zira ne bir başbakan, (arkasında ne denli büyük bir seçmen desteği olursa olsun), medyanın ciddi bir bölümünü denetleyen bir grupla, kavgayı göze alabilir; ne de, böyle dev bir ekonomik güç, o ülkenin seçimle gelen başbakanıyla, kavga etmek ister.
Hele o başbakanın ardındaki seçmen desteğini, dikkate alırsak... Demokratik bir ülkede; seçmen konumunda olan vatandaşlarla, bir medya grubunun izleyicileri ve müşterileri, aynı insanlardır. Bu insanları, 'ikisi arasında bir tercihe zorlamak'; her iki tarafın da, asla işine gelmez. Bu bakımdan, 'birbirlerinin boynunu bükmek isterken', çok dikkatli davranırlar.
Hem, 'çıkarına' uygun kararlar aldırmak isterler; hem de, 'fazla kızdırmamaya' özen gösterirler. Ancak bu kez, işler 'şirazesinden çıktı'. Doğan medya grubuna bağlı birkaç gazete, Sayın Erdoğan'ı biraz zorlamak isterken; muhalefet lideri Sayın Baykal, olaya sahip çıktı ve tartışmalar, söz konusu gazetelerin ve Aydın Doğan'ın kontrolünden çıktı.
Sayın Hasan Celal Güzel'in, 'Aydın Doğan Medyasındaki solcuları', suçlaması çok hoştu. Zaten Türkiye'deki her türlü kötülük ve rahatsızlığın altında, 'solcuların parmağını' aramak, eski bir alışkanlıktır. Türk toplumsal bilim yaşamına, çok ciddi katkılar yapan Sayın Güzel'in, bu alışkanlığını atamamış olmasını, çok ilginç bir nokta olarak gördüm.
Almanya'daki ve Türkiye'deki 'Deniz Feneri Dernekleri', çok ciddi 'iyilik ve hayırlar' yapan kuruluşlardır. Gerek ülke içinde ve gerekse ülke dışında, on binlerce insanın imdadına koşmuşlardır. Ancak, (özellikle Almanya'daki kuruluşun), kimi yöneticilerinin, ellerinin pisliğe bulaştığı anlaşılıyor.
İnsanların iyilik duygularını istismar etmişler ve bu duygular üzerinden, gayrımeşru olarak kazanç sağlamışlar. Bunların, Alman mahkemeleri tarafından, en ağır bir biçimde cezalandırılmalarını temenni ederim.
Fakat bu 'pisliğe', Sayın Erdoğan'ı da bulaştırmak istemeleri; galiba, 'amacını aşan bir hata' oldu ve Sayın Başbakan'ı çılgına çevirdi. Zira, böyle bir suçlama; AKP seçmeninin, asla affetmeyeceği bir suç idi. Ve bunun kızgınlığıyla, eski defterler açıldı ve pislikler döküldü... Fakat fazla uzamadı.
Bu arada, 'kraldan çok kralcı' kimi gazeteler ve köşe yazarları, çok zorda kaldı. Bunlardan bir kısmı, hâlâ 'kuyruğu dik tutmaya' çabalıyor ve kısık sesle de olsa; suçlamaları sürdürüyorlarsa da, doğrusu, onların yerinde olmayı, hiç kimse istemez.
Hele birkaç tanesi var ki; gerçekten, utanç verici şeyler kaleme aldıktan sonra, şimdi ne yazacaklarını şaşırmış durumdalar. Burada söz ettiğim, 'kraldan çok kralcılar', sadece Sayın Doğan'ın 'tetikçileri' arasından çıkmadı. Karşı gruptan kimi köşe yazarları da; Sayın Erdoğan'ı yüceltmek için, öyle 'taklalar attılar' ki, insan güler.
Fakat, Doğan Medya Grubu'nun, 'Kaptan gemisi', sıfatına layık görülen bir günlük gazetedeki kimi köşe yazarlarının yazdıkları, Türk basın tarihine geçecek türdendi.
Almanya'daki Deniz Feneri Derneği'nin, hırsız kimi yöneticilerinin cezalandırılacağına eminim. fakat umarım bu örnek, halkımızın yardım ve hayır heveslerini sıfırlamış olsun.
Gayrımeşru yollarla zenginleşmek isteyenlerin kötülükleri, salt bugünlerle sınırlı kalmıyor. Bu arada muhalefet ve Doğan Medyasındaki birkaç gazeteci; 'kavgayı' tahrik ediyor olmalı fazla uzun süreceğini sanmıyorum.
BUGÜN