Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Kör ölür...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-02-27 02:16:00

Kör ölür...
 
Bugün; çok değerli arkadaşım Müjdat Gezen'in "50. Sanat Yılı" töreninde yaşadığım mutlulukları anlatmak niyetindeydim.

Fakat 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun "banisi" Sayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı'nın vefatını öğrenince; önce bu konuyu ele almaya karar verdim. Zira "gıyabında" en ağır eleştirileri yapanların bugün nasıl "timsah gözyaşları" dökeceklerini bildiğim için bu omurgasızlardan önce davranmak istedim. Bir süre önce; tüm bilirkişi raporlarında solcuları suçlamakla ünlenen bir rahmetli hocamızın arkasından "çok gadre uğramış" bir meslektaşımız; "hatırası önünde saygıyla eğiliyorum" diyerek beni hayretler içinde bırakmıştı. Acaba ne bekliyordu?..

x x x

Sayın Doğramacı'nın ardından elbette "kötü" şeyler yazmayacağım. Zaten olumlu ve sevimli tarafları olumsuz taraflarından çok daha fazladır. Fakat biraz da 12 Eylül yönetiminin yarı-faşist zorlamasıyla ortaya çıkardığı yüksek öğretim sisteminin savunulacak bir yanı yok. Tesadüfen Perşembe günkü yazımı da kısmen bu konuya ayırmıştım.

İhsan Doğramacı'yı anlatan en güzel örneklerden birini bir arkadaş grubum yaşamıştı. Çok partili yaşama yeni dönüldüğü günlerdi. 12 Eylül kâbusunun; "üniformalı versiyonu" sona ermişti. Artık yüksek sesle ileri-geri konuşmak serbestleşmişti.

Bazı arkadaşlarım İstanbul Üniversitesi'nin Baltalimanı'ndaki sosyal tesisinde yemek yemek istemişler ve kendi adıma 10 kişilik yer ayırtmamı rica etmişlerdi. Tabii ayırtmıştım.

Bir gün sonra yemeklerinin nasıl geçtiğini sormak için aradım.

Bu işe önayak olan arkadaşım; "sorma" dedi. Çok enteresan bir gece yaşamışlar. Gece yarısına doğru kafaları da iyice dumanlanmışken; lokantaya İhsan Doğramacı gelmiş. İstanbul'a geldiği zamanlarda bu sosyal tesisin otelinde kalırmış.

Bizim arkadaşlar biraz da alkolün etkisiyle; ileri-geri konuşmaya başlamışlar. Doğramacı hiç alınmamış; yanlarına oturmuş ve saatlerce konuşmuşlar. Benim arkadaş "İnanmayacaksın ama ayrılırken teker teker hepimizle öpüştü. Tüm düşünce ve duygularımız değişmişti" dedi. Gerçekten rahmetli Doğramacı aydınlık kafalı ve (hemen) herkesi ikna edebilecek ilginç bir yapıya sahipti. Zaten bu özelliğini bildiğim için 2547 Sayılı YÖK Yasası'nı (kendimce) yerden yere vururken; "Siz Sayın Doğramacı'nın uygulamalarına aldanmayın. Bu yasayla YÖK'ün başına başçavuş mantıklı bir adam geçerse bugünlerimizi de çok ararız" diye yazardım. Sonunda emekli astsubaylar derneğinden mektuplar gelmeye başlayınca bu üslubumu değiştirmek zorunda kalmıştım...

x x x

12 Eylül sabahı; 12 Eylül cuntasının başı Kenan Evren geçtiğimiz yıllardaki güvenlik zaaflarını unutmuş sorumlu olarak üç kurumu işaret etmişti. Bunlar; üniversiteler, sendikalar ve siyasal partiler idi. Elhak hepsinin hakkından geldiler...

İşte üniversitelerle ilgili düzenlemeyi (!) yapma görevi; Hacettepe Üniversitesi'ni tam anlamıyla "yoktan var eden" rahmetli Doğramacı'ya verilmişti. Elhak o da bunun hakkından geldi...

O zamanlar; bir "üniversitelerarası kurul" vardı. Fakat sayıları hızla artan üniversiteler arasında bir "koordinasyon" (eşgüdüm) sağlayacak ve denetim işlevini üstlenecek bir kurul yoktu. Ayrıca yükseköğrenimin planlaması da eksikti.

Bizler; o zamanlar böyle bir "üst kurul" oluşturulmasını istiyorduk ama 2547 Sayılı Yasa'yla getirilen "Yüksek Öğretim Kurulu" bambaşka bir şeydi.

Tüm üniversite ve yüksekokullar merkezi bir kurula bağlanıyordu. Sayıştay denetiminin dışına alınan bu kurul; üniversitelerle ilgili her türlü "idari" ve "mali" yetkiyi kendinde topluyordu. Aksine çok laf edilmesine karşın; üniversitelerin "mali özerklikleri" de "bilimsel özerklikleri" de ortadan kaldırılmış oluyordu.

Üniversitelerin yönetim birimleri ortadan kaldırılıyordu. Tüm öğretim üyelerinin katıldıkları "fakülte kuralları" iptal ediliyor; bunun yerine aynı isimle "etkisiz" ve "yetkisiz" bir kurul oluşturuluyordu.

Rektörleri YÖK seçiyor; onların önerdikleri dekanları da YÖK onaylıyordu. Kürsü kurulu vb. kurullar ortadan kaldırılıyordu. Zaten kürsü sisteminden vazgeçiliyor; bunun yerine bölüm sistemi getiriliyordu. Sistem tam "çorbaya" çevrilmişti. Ve YÖK bu arada öyle "atamalar" yaptı ki; atananlar bile buna inanamadı. Faşistlere ve dincilere gün doğmuştu. Zaten AK Parti iktidarının rahmetli Doğramacı'ya "devlet töreni" yapmak istemesi de; bu sistemden kimin yararlandığını açıkça gösteriyor. Hangi "hizmetine" (!) karşılık; bu onur rahmetli Doğramacı'ya layık görüldü acaba?..

x x x

Hiç unutmadığım bir fotoğraf vardır. Görüntüsü bugün bile gözlerimin önünde. Doğramacı; YÖK üyelerini Kenan Evren'le tanıştırmaya götürmüş. O koca koca profesörlerin elleri pantolon çizgileri hizasında esas duruşta verdikleri fotoğraf tam anlamıyla utanç verici idi. O fotoğrafta "esas duruşta" olmayan tek kişi vardı; o da Sayın İhsan Doğramacı idi.

Zaten o fotoğrafı gördüğüm zaman; başımıza neler gelebileceğini çok iyi anlamış ve "her ağacın kurdu kendinden olur" dizelerinin ne denli doğru olduğunun bilincine bir kez daha varmıştım.

Zaman maalesef beni ve benim gibi düşünenleri haklı çıkardı...

 

Bugün


 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara