Ulus tanımı- Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ'un, Atatürk'ten aktardığı "Türk" tanımı, fazla tartışmalara neden olmadı.
Zaten Atatürk'ün yaptığı bir tanımın, herhangi bir tartışmaya zemin oluşturması da beklenmezdi. Ve bu nedenle, zaman zaman inkar etseler de; düpedüz geri zekalı kimi ırkçılar, bu ağır darbeyi (!), sineye çekmek zorunda kaldılar. Kendilerini, bu ülkenin "asli sahibi"; kendilerinden olmayanları da, bir tür "konuk" sanan bu "süper zekalılar"; bu kez, "halk" ve "ulus" kavramlarını birbirinden ayırarak; Atatürk'ün tanımının, halk tanımı olduğunu, ulus tanımının farklı olduğunu, dile getirmeye başladılar.
Bu kavramlar arasındaki tartışma, oldukça eskiye dayanır. Bilebildiğim kadarıyla; bütün uygar dillerde, "halk" ve "ulus", farklı sözcüklerle ifade edilmektedir. Fakat bana kalırsa, böyle bir ayrımın, fazla bir anlamı da yoktur. Yaygın bir anlayışa göre; "ulus" (millet), tarihsel ve felsefi bir kavramdır. "Halk" ise, belirli bir zaman kesimini; özellikle, içinde yaşanılan günü kapsayan, "sosyolojik" (toplumbilimsel) bir kavramdır.
Bu söylediklerimizi, bir örnek çerçevesinde genişletirsek, sanıyorum daha kolay anlaşılacaktır. Örneğin; "Türk ulusu", ya da "Türk milleti" denildiği zaman tarihten gelen ve geleceğe uzanan bir kavram açıklanmaktadır. Yani burada, bir "soyutlama" yapılmaktadır.
Buna karşılık; "Türk halkı", denildiği zaman; günümüz Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan, Türkiye vatandaşları, somut bir biçimde, kapsam içine alınmış olmaktadır. Sosyal bilim yaşamımızın öncülerinden Ziya Gökalp de, bu iki kavramı; benim gibi, iç içe kullanmaktadır. Cumhuriyetimizin siyasal temellerinden olan, "Türkçülüğün esasları" başlıklı kitabında, "Siyasal Türkçülük" bölümünde, şu satırları görürüz "...
Halk Fırkası, hükümranlığı millete, yani Türk halkına verdi. Devletimize Türkiye ve halkımıza Türk milleti adlarını bahşetti"... Atatürk'ün bu alandaki görüşlerinin temel kaynağı da, Ziya Gökalp'in yazdıklarıdır. HHH Benim öğrenciliğimdeki sosyoloji kitaplarında, "ulus tanımı"; dil, din, ırk, tarih, kültür vb. birliği ve birlikte yaşama iradesine dayandırılırdı. Aslında dil birliği, din birliği, ırk birliği, kültür birliği, ortak bir tarih gibi unsurlar; hiç kuşkusuz, bir halk içindeki bağları güçlendirir ve uyumu artırırlar.
Ancak, ekonomik çıkarlar vb. söz konusu olduğunda; bu türden bağlar, ne denli güçlü olurlarsa olsunlar, bir gün çözülebilirler. Günümüz dünyasında, bunun sayısız örnekleri vardır. İnsanlar; değişik renk, ırk, dil, din ve kültüre sahiptir. Yukarda da kısmen değindiğimiz üzere; dünyamız üzerinde, bu unsurlar açısından türdeş (homojen) olan, hemen hiçbir devlet yoktur.
Bu durumda; bir insan topluluğunu ulus, ya da halk yapan bir din birliğinden, bir ırk birliğinden, bir dil birliğinden, ya da kültür birliğinden söz etmemiz mümkün değildir. Eğer bir devletin vatandaşları arasında; dil, din, ırk vb. birlikler olursa, yukarıda da değindiğimiz gibi; bu insanların oluşturacakları topluluk, hiç kuşkusuz uyumlu bir ulus, ya da halk olacaktır.
Ancak bu durum, her zaman gerçekleşememektedir. Hatta, bunun tam aksine; aralarında pek çok farklılıklar bulunan insanlar, uyumlu bir toplum oluşturabilmektedir. Örneğin; din, dil, ırk ve kültür açısından, oldukça türdeş olan Araplar, bir ulus devlet içinde birleşemedikleri gibi, kurmuş oldukları farklı devletlerin, birbirleriyle çatışmaları bir yana; aynı devletler içinde de, farklı çıkarların, kimi zaman çok kanlı çatışmalara yol açtığı görülmektedir.
Tabii bu halklar üzerindeki, emperyalist oyunlar, göz önünden uzak tutulmamalıdır. Arap dünyasında, bu türden ayrılıklar körüklenir ve yaşanırken; üç resmi dili olan ve çok farklı kültürlerden gelen, İsviçre halkı; ya da, sayısız ırk, dil ve kültürün, sentezini yapmış olan ABD halkı; oldukça uyum içinde görülebilmektedir.
Bir başka ilginç örnek, Almanya'dır. Aynı dil, ırk ve kültürden gelen Almanların; tarihleri boyunca, tek devlet içinde yaşadıkları dönem çok azdır. Bu istisnalardan biri de, günümüz Almanya'sıdır.
Başta, Alman bilim insanı Prof. Kessler olmak üzere; geçtiğimiz yüzyılın başında, bir dizi kamu hukukçusu ve siyaset bilimci, farklı ulus tanımları geliştirdiler. Örneğin; aynı kandan gelen insanların oluşturdukları, "kan ulusu"; aynı ırktan gelen insanların oluşturdukları "ırk ulusu" gibi. Bir de, "aynı devletin vatandaşı olmaktan" kaynaklanan, "devlet ulusu" kavramı vardır ki; Atatürk'ün, ülkemize getirdiği ulus tanımı, böyle bir tanımdır.
Cumhuriyetimizin ulus anlayışına göre; hangi ırktan, hangi dilden hangi dinden gelirlerse gelsinler; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan; anadili ne olursa olsun, resmi dili Türkçe'yi kullanan ve geleceğini, Türkiye'nin geleceği ile özdeş sayan herkes, Türk'tür. Ama, Rum asıllı Türk'tür; ama, Ermeni asıllı, ama Kürt asıllı, ama Gürcü asıllı Türk'tür... Bu anlayış, çağımız en ileri anlayışıdır.
Bu kavramlar arasındaki tartışma, oldukça eskiye dayanır. Bilebildiğim kadarıyla; bütün uygar dillerde, "halk" ve "ulus", farklı sözcüklerle ifade edilmektedir. Fakat bana kalırsa, böyle bir ayrımın, fazla bir anlamı da yoktur. Yaygın bir anlayışa göre; "ulus" (millet), tarihsel ve felsefi bir kavramdır. "Halk" ise, belirli bir zaman kesimini; özellikle, içinde yaşanılan günü kapsayan, "sosyolojik" (toplumbilimsel) bir kavramdır.
Bu söylediklerimizi, bir örnek çerçevesinde genişletirsek, sanıyorum daha kolay anlaşılacaktır. Örneğin; "Türk ulusu", ya da "Türk milleti" denildiği zaman tarihten gelen ve geleceğe uzanan bir kavram açıklanmaktadır. Yani burada, bir "soyutlama" yapılmaktadır.
Buna karşılık; "Türk halkı", denildiği zaman; günümüz Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan, Türkiye vatandaşları, somut bir biçimde, kapsam içine alınmış olmaktadır. Sosyal bilim yaşamımızın öncülerinden Ziya Gökalp de, bu iki kavramı; benim gibi, iç içe kullanmaktadır. Cumhuriyetimizin siyasal temellerinden olan, "Türkçülüğün esasları" başlıklı kitabında, "Siyasal Türkçülük" bölümünde, şu satırları görürüz "...
Halk Fırkası, hükümranlığı millete, yani Türk halkına verdi. Devletimize Türkiye ve halkımıza Türk milleti adlarını bahşetti"... Atatürk'ün bu alandaki görüşlerinin temel kaynağı da, Ziya Gökalp'in yazdıklarıdır. HHH Benim öğrenciliğimdeki sosyoloji kitaplarında, "ulus tanımı"; dil, din, ırk, tarih, kültür vb. birliği ve birlikte yaşama iradesine dayandırılırdı. Aslında dil birliği, din birliği, ırk birliği, kültür birliği, ortak bir tarih gibi unsurlar; hiç kuşkusuz, bir halk içindeki bağları güçlendirir ve uyumu artırırlar.
Ancak, ekonomik çıkarlar vb. söz konusu olduğunda; bu türden bağlar, ne denli güçlü olurlarsa olsunlar, bir gün çözülebilirler. Günümüz dünyasında, bunun sayısız örnekleri vardır. İnsanlar; değişik renk, ırk, dil, din ve kültüre sahiptir. Yukarda da kısmen değindiğimiz üzere; dünyamız üzerinde, bu unsurlar açısından türdeş (homojen) olan, hemen hiçbir devlet yoktur.
Bu durumda; bir insan topluluğunu ulus, ya da halk yapan bir din birliğinden, bir ırk birliğinden, bir dil birliğinden, ya da kültür birliğinden söz etmemiz mümkün değildir. Eğer bir devletin vatandaşları arasında; dil, din, ırk vb. birlikler olursa, yukarıda da değindiğimiz gibi; bu insanların oluşturacakları topluluk, hiç kuşkusuz uyumlu bir ulus, ya da halk olacaktır.
Ancak bu durum, her zaman gerçekleşememektedir. Hatta, bunun tam aksine; aralarında pek çok farklılıklar bulunan insanlar, uyumlu bir toplum oluşturabilmektedir. Örneğin; din, dil, ırk ve kültür açısından, oldukça türdeş olan Araplar, bir ulus devlet içinde birleşemedikleri gibi, kurmuş oldukları farklı devletlerin, birbirleriyle çatışmaları bir yana; aynı devletler içinde de, farklı çıkarların, kimi zaman çok kanlı çatışmalara yol açtığı görülmektedir.
Tabii bu halklar üzerindeki, emperyalist oyunlar, göz önünden uzak tutulmamalıdır. Arap dünyasında, bu türden ayrılıklar körüklenir ve yaşanırken; üç resmi dili olan ve çok farklı kültürlerden gelen, İsviçre halkı; ya da, sayısız ırk, dil ve kültürün, sentezini yapmış olan ABD halkı; oldukça uyum içinde görülebilmektedir.
Bir başka ilginç örnek, Almanya'dır. Aynı dil, ırk ve kültürden gelen Almanların; tarihleri boyunca, tek devlet içinde yaşadıkları dönem çok azdır. Bu istisnalardan biri de, günümüz Almanya'sıdır.
Başta, Alman bilim insanı Prof. Kessler olmak üzere; geçtiğimiz yüzyılın başında, bir dizi kamu hukukçusu ve siyaset bilimci, farklı ulus tanımları geliştirdiler. Örneğin; aynı kandan gelen insanların oluşturdukları, "kan ulusu"; aynı ırktan gelen insanların oluşturdukları "ırk ulusu" gibi. Bir de, "aynı devletin vatandaşı olmaktan" kaynaklanan, "devlet ulusu" kavramı vardır ki; Atatürk'ün, ülkemize getirdiği ulus tanımı, böyle bir tanımdır.
Cumhuriyetimizin ulus anlayışına göre; hangi ırktan, hangi dilden hangi dinden gelirlerse gelsinler; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan; anadili ne olursa olsun, resmi dili Türkçe'yi kullanan ve geleceğini, Türkiye'nin geleceği ile özdeş sayan herkes, Türk'tür. Ama, Rum asıllı Türk'tür; ama, Ermeni asıllı, ama Kürt asıllı, ama Gürcü asıllı Türk'tür... Bu anlayış, çağımız en ileri anlayışıdır.