Geçenlerde; günlük bir gazeteden genç bir hanım arayarak, bir söyleşi yapmak istediğini, dile getirdi.
Elbette kabul ettim ve bizim evde, bu söyleşiyi yaptık ve söz konusu gazetede, iki gün yayınlandı. Kendi adıma, memnun oldum. Söyleşiyi yapan arkadaş, çok iyi redakte etmişti ve tüm düşüncelerim, doğru bir biçimde sergilenmişti. İtiraz edebileceğim, hiçbir şey yoktu. Fakat bir gün sonra, aynı gazetenin bir yazarı; söylediklerimi, bambaşka bir yerlere çeken bir yazı ve bir fotoğraf yayınladı.
Zira, 'bazı okurları ısrarla, söylediklerim hakkında ne düşündüğünü', soruyorlarmış! Doğrusu, böyle ucuz kahramanlıklara kulak asmam ve geçen gün bu köşede; 'Başka kapıya...' dedim. Fakat bu eleştiri(!) hakkında ne düşündüğümü soran arkadaşlarımın sayısı çoğalınca, şimdi okuyacağınız türden bir yazı yazmamın, gerekli olduğunu düşündüm.
Konuşmamın, daha doğrusu röportajın bir bölümünde, şöyle bir soru- yanıt geçiyordu: 'Soru: Ezanın Türkçe okunması, halkta kırılma noktası yaratmamış mıdır? Yanıt: Yaratmıştır. Ama burada, sanki başka çare yoktu gibi geliyor. Ben Türkiye'de, gerçekten inanmış bir Müslüman'ın, ibadetini yapabilmesini Atatürk'e borçlu olduğunu düşünen bir insanım.
Hal böyleyken, Atatürk'e neden karşı olduklarını açıklamak bence doğru değil. Soru: Yani, dinsiz değil Atatürk? Yanıt: Hayır. Kesinlikle dinsiz değil. Soru: buna başka örnek gösterebilir misiniz? Yanıt: İşte, Elmalı'nın Kur'an tefsiri. Dine karşı olsa bunu yapmaz.
Türkiye'de inanmış her Müslüman biliyor ki, bugün ibadetini rahatça yapabiliyorsa, bunu Atatürk'e borçlu. Bunu görmemek için, kör olmak lazım. Soru: Peki hilafet kaldırılmamış olsaydı ne olurdu? Yanıt: Hilafet kaldırılmamış olsaydı, iyi olurdu. Fakat bırakmadılar. Hint Müslümanları mektup yazıyor, 'Halife'ye dokunma' diye. İki de bir iç işlerimize karışacaklardı, müdahale edeceklerdi.
Onun için kesip attı. Zaten Halife'nin etkisi de kalmamıştı. Düşünün ki, Birinci Dünya Savaşı'nı bir cihad olarak ilan etti, İslam Halifesi. Buna rağmen dünyadaki Müslümanların önemli bir bölümü, İngiliz ve Fransız üniformalarıyla Halife'ye karşı savaştılar. Soru: Ama kaldırılmasaydı iyi olurdu diyorsunuz... Yanıt: Kaldırılmasaydı, İslam aleminde, bir baskı, bir prestij kazandırabilirdi Türkiye'ye.
Ama bırakmadılar, istismar ettiler. Soru: Yani zorunlu olarak kaldırıldı? Yanıt: Hiç kuşkusuz.' Ne denli seviyesiz yorumlar yaparlarsa yapsınlar; bu köşede, isim vermediğimi, isim vermekten hoşlanmadığımı bilirsiniz. Bu bakımdan; bu söyleşiyi, bir tür, 'hilafet övgüsü' olarak sunmak isteyen geri zekalının da, adını vermeyeceğim. Çok değerli bir din adamıyla, 1995'te çekilen bir fotoğrafımı koyarak, şu 'incileri döktürüyor':
'Onun bu sözlerini yorumlamaya gerek bile duymuyorum. Çünkü bu konuda kitap yazsam 1995 yılında çekilen yandaki fotoğrafın anlattığı gerçeği ifade edemem! Fotoğrafa bakın, Toktamış Hoca'nın bu sözleri neden söylediğini 'görün''.
Röportajda söylediklerimden böyle bir anlam çıkarılmasına, çok hayret ettiğim gibi; bu köşe yazarının, Atatürkçülük konusunda ne gibi gayretleri olduğunu da, hiç anımsayamadım. Atatürk'le ilgili ilk yazım, 1964'te yayınlandığına göre; tam 44 yıldır, Atatürk'ün ve Atatürkçülüğün mücadelesi içindeyim. Bu konuda yayınlanmış, 40 (kırk)'ın üzerinde kitabım var. Bunlardan bazıları, 15-20 kez basıldı.
'Atatürkçü' geçinen bu yazar (!), acaba neler yapmıştı? Atatürkçülüğü, 'halkın üzerinde' bir 'baskı aracı' ve 'ayrıcalık' olarak gören, sahte ve sözde Atatürkçülerle, kendimi bildim bileli mücadele halindeyim. Bu sözde Atatürkçüler, Atatürk'e ve Atatürkçüğe ve dolayısıyla Türkiye'ye, Atatürk düşmanlarından daha çok zarar veriyorlar. Çok yazık...
Aslında okuduğunu anlamayan ve insanlara 'saldırmak için', bahane arayan bu türden adamlara yanıt vermek, gerçekten değmez. En doğrusu, 'başka kapıya...', diyerek, işi kesip atmak.Ama kimi arkadaşlarımın kuşkularını gidermek için, böyle bir yazı kaleme almak zorunda kaldım. Kusura bakmayın.
Bugün