Bundan
20 küsur yıl önceydi. Özel televizyon kanalları; yeni yeni açılmaya
başlamıştı. Bunlardan birinde; o zamanlar genç bir iktisatçı olan Ahmet
Altan'la Neşe Düzel ilginç formatı olan bir program yapıyorlardı. Üçer
kişilik iki ekip oluşturuyorlar ve belli bir konudaki farklı konuları
tartışıyorlardı.
Henüz çok yaygın değildi ama bir gün "Birinci Cumhuriyet" ve "İkinci Cumhuriyet"i
savunan öğretim üyelerini karşı karşıya getirip tartıştırmışlardı. Biz;
yani Prof. Ergun Aybars, Prof. Aydın Aybay ve ben 1. cumhuriyeti
(onların deyişiyle) savunuyorduk. 2. cumhuriyeti savunan ekip; Prof.
Asaf Savaş Akat, Prof. Mete Tuncay ve Dr. Murat Belge'den oluşuyordu.
Birbirimizi
ikna etmemiz elbette mümkün değildi ama yaşananların böylesine farklı
yorumlanmasına hayretler içinde kalmıştım. Ve bu konulardaki hayretim;
git gide artarak son dönemde zirve noktasına çıktı.
x x x
Kendini "demokrat" ve "özgürlükçü" olarak ilan eden ve dillerinde genellikle "sosyalizm" olmakla birlikte; gönüllerinde "liberalizm" yatan ve son dönemdeki "konumları ve söylemleriyle" bunu kanıtlamış olan 2. cumhuriyetçiler; halka ulaşmanın yollarını bulamıyorlardı. Bazen "din" diyorlardı ama çoğunun alınları secdeye hiç değmemişti. Bazen "demokrasi" diyorlardı ama halk bunlara asla yüz vermiyordu.
Türkiye'de; "İslamcı" diyebileceğimiz tipler arasında da kendini "entelektüeller sınıfı"na
sokma konusunda çok hevesli isimler vardı. Fakat bunların ne
altyapıları ne de dünyayı yorumlayışları; böyle bir isimlendirmeye
uygun değildi.
Ve
sonunda bunlar birbirlerini buldular. Özgürlük ve demokrasi adına
şenlikli bir koalisyon oluşturdular. Şimdi yazılı ve görüntülü basında;
bunun müstesna örneklerini görüyoruz. (Bu arada gerçekten "hazımlı liberaller" ve muhafazakâr aydınlar; sanıyorum bu gelişmeleri benim gibi hayret ve ibretle izliyorlardır.)
x x x
2.
cumhuriyet lafını pek diline dolamasa da; aynı yolun yolcusu olan ve
yakın tarihimizle ilgili değerli bulduğum çalışmaları da olan bir
öğretim üyesi; geçenlerde günlük bir gazeteye günlerce süren bir
röportaj verdi. Öyle şeyler söylemiş ki; bilgisizlikle itham edilmesi
bile mümkün değil. Zira gerçekten iyi araştırmalara da imza atmış olan
bir akademisyen. Bu durumu ancak "kendi kendini ajite etmek ve sonunda coşmak"la açıklayabiliriz.
Manşete alınan bir görüşü şöyle: "Atatürk
'Ordu siyasetin dışına çıksın' diye bir laf hiç etmedi. Böyle fikri
yok. Aksine ordu Atatürk'ün yolunda gidecekse politikadan ayrılmaması
gerekir."
Şimdi;
önce o söyleşinin son bölümünden bazı şeyleri sizlerle paylaşmak ve
daha sonra da nasıl yalanlara başvurulduğunu göstermek istiyorum.
"Soru: Biz tarihimizle ilgili çok yalan söylüyor muyuz?
Yanıt: tarihimizle ilgili fazlasıyla palavra sıkıyoruz.
S: söylediğimiz en temel yalanlar palavralar hangileri?
Y:
mesela Atatürk'ün ordunun politikadan ayrılması gerektiği yönündeki
söylemi. Atatürk'ün hiç böyle bir fikri yok. Atatürk 'ordu siyasetten
çıksın' diye hiç laf etmedi. Aksine eğer ordu Atatürk'ün yolunda
gidecekse politikadan ayrılmaması gerekir. Çünkü Atatürk de öyle
düşünüyordu..."
x x x
Bu
meslektaşımız; altını özenle çizerek ve döne döne defalarca bunu dile
getiriyor ama Atatürk (geçenlerde de yazdığım üzere) siyasetle uğraşan
ordunun savaşma gücünü yitireceğini Balkan Savaşları sırasında acı bir
biçimde görmüştü.
Ve
bu çerçeve içinde; Cumhuriyet'in ilanından kısa bir süre sonra orduyu
siyasetin dışına çıkarmak üzere ciddi adımlar atıldı, yasal
düzenlemeler yapıldı.
İlk
atılan adım 19 Aralık 1923'te çıkartılan bir yasaydı. Bu yasaya göre
siyasete atılmak isteyecek askerler önce ordudan istifa etmek zorunda
kalacaklardı. Ayrıca aynı yasayla o sırada TBMM'de bulunan
kumandanların ordudan istifa etmedikleri sürece; Meclis görüşmelerine
katılamayacakları esası getiriliyordu.
Bu
konuda atılan ikinci adım; Askeri Ceza Yasası'nın 148. Maddesi'nde
yapılan değişikliktir. Bu değişiklikle askerin siyasete karışması
yasağı pekiştirilmiştir. Buna göre; herhangi bir ordu mensubunun
siyasal faaliyete katılması yani bir partiye üye olması, siyasi
toplantılara katılması, siyasal içerikli bir bildiri hazırlaması ya da
imzalaması vb. suç sayılıyordu.
Atatürk bu konuda şöyle demektedir: "Orduyu
siyasi hayatın dışında tutmak cumhuriyetin en önem verdiği temel
unsurlardan birisidir. Ve cumhuriyet orduları anavatanlarımızın
koruyucuları olarak saygınlıklarını bu siyasetin sonucunda
kazanmışlardır."
Nereden çıktı Atatürk'ün orduyu siyasetin dışına çıkarmak istemesi konusu?
Cumhuriyet sonrasında; Atatürk orduyu Mareşal'e (Fevzi Çakmak) emanet etmiş ve siyasete hiç bulaştırmamıştır. Ordu da Atatürk Çankaya'da yaşarken huzurlu ve güvenliydi...