Bu davanın, 'Ergenekon Terör Örgütü', olarak adlandırılmasına da, bir türlü aklım ermiyor. Her şeyden önce; bizim mevzuatımıza göre; davaların, bir biçimde isimlendirilmesi yasaktır. Burada, elbette resmi bir isimlendirme yapılmamış ama sanki bu davanın resmi adı, ETÖ imiş gibi davranılıyor. Ayrıca bu davaya konu olan olaylar; terör olayları, ya da bir darbe girişimi değil. Burada; bir, 'darbe ortamı hazırlama', girişimleri yargılansa gerektir. 'Terör örgütü' adı, nerden çıkıyor...
x x x
Genelkurmay Başkanı, Sayın İlker Başbuğ'un, basın toplantısında dile getirdiği konular, gerçekten şaşırtıcı. Şaşırtıcı; çünkü herkesin bilmesi gereken basit kimi konuları, açıklamak zorunda kalıyor. Zira, ellerine kalemi aldıkları zaman; 'mangalda kül bırakmayan', kimi arkadaşlarımız, bu basit konuları bile bilmiyor.
Örneğin, yanlış bir biçimde; 'lav silahı' olarak isimlendirilen 'lav'ın, silah değil, mühimmat olduğunu ve bir kez kullandıktan sonra, boru değeri dışında bir değeri olmadığını, bilmiyorlar. Hanım gazetecileri, mazur görebilirim. Askerlik yapmadıkları için, bunları bilmeyebilirler. Ama erkeklerin bilmeleri gerekirdi. Hoş, bunların çoğu, 'kısa dönem' yaptıkları için, silahları tanımazlar.
Sayın Başbuğ; Poyrazköy'ün, hangi dereceden askeri bölge olduğunu, defalarca anlattı. Ama kimi arkadaşlarımız, hâlâ bunun aksini dile getiriyor. Başbuğ, 'izin alınarak inşaat bile yapılabilir', dedi ama bizim bazı süper zekâlılar, 'izin alınırsa girilebilir', demekte ısrar ediyorlar. Oysaki Sayın Başbuğ, 'girmek için herhangi bir izin gerekmez' diye, defalarca dile getirmişti. Söylenenleri anlamak, bu kadar mı zor?
x x x
Ergenekon ve benzer konularda yazarken; dile getirilmesini gerekli gördüğüm, bir konu var. Bunu, daha önce de kaleme almıştım. Ama bence çok önemli ve hatta 'belirleyici'...
Türkiye'de; kendini, 'Atatürkçü' olarak isimlendiren ve 'çağdaş' ve 'laik' olan insanların önemli bir bölümü; İslam şeriatçısı olmasa bile, muhafazakâr hükümetlerin her an, 'dinci' bir kisveye bürünebileceğinden, endişe ederler. Zira 'İslam şeriatçılarına', bir 'diyet borçları olmasından' çekinirler. Ve doğrusu; yakın geçmişimizde bunun örnekleri vardır.
1950-1960 arasında; Atatürkçülüğünden ve laikliğinden, asla şüphe edemeyeceğimiz Adnan Menderes; bir Demokrat Parti TBMM Grup toplantısında, şiddetle eleştirilmesi karşısında; 'Sizler, isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz'; diyerek, 'paçasını kurtarmıştı' ama, belli kesimlerin yüreklerine korku salmıştı...
Demokrasinin temel kurallarının en önemlilerinden biri; 'olmazsa olmaz' bir kuralı; 'ne kadar, aykırı olursa olsun ve ne denli, ufak bir azınlık tarafından benimsenmiş olursa olsun; her türlü siyasal düşünce, devletin koruması altında yaşayabilmeli ve iktidara talip olabilmelidir.' Yani, demokrasi kuralları içinde kaldıkları sürece, 'çoğunluk, azınlığı ortadan kaldırma girişiminde bulunamaz'. Buna karşılık, bir 'İslam şeriatı'düzeni; elbette, her türlü siyasal görüşe izin vermeyecektir. İşte toplumumuzun laik insanlarını böyle bir olasılık durumunda; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, buna izin vermeyeceğinin güven ve rahatlığı içindedir. Ve çok partili yaşamımızda, hep bunun örnekleri yaşanmıştır. Böyle bir olasılığın, 'işaretleri' görüldüğü zaman; Sincan'da tanklar sokağa çıkmış; e-postalar yayınlanmış; partiler kapatılmış; kısaca, buna izin verilmeyeceği, açıkça gösterilmiştir. Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra; bir anlamda, 'Milli Görüş' gömleğini çıkartan AKP, iktidar yolunu böyle açmıştır.
x x x
Ergenekon iddianamelerine baktığımız zaman; halkımızın laik kesimlerindeki korkuyu kullanmak isteyen kimi 'maceraperestlerin' ; kendilerine bir 'İkbal Yolu', açmak istediklerini görüyoruz. Bunlar arasında da; muhtemelen, samimiyetle bu endişeyi duyan ve bu nedenle, bu işlere girişenler bulunabilir. Fakat unutmaları gereken bir nokta var ki; O da; Demokratik yollar açık olduğu sürece, bu türden şeylere, kalkışılmaması gereği idi. Eğer demokratik yolların kapanacağının işaretleri görünürse; o zaman, 'Müdahale' haklı ve gerekli olur.
AKP, Erbakan Hoca'nın 'Yanlışlarını' ve bu yanlışların, 'Sonuçlarını', görerek kuruldu ve kendine iktidar yolunu açtı. Umudum ve temennim; o olayları, akıllarından çıkartmamalarıdır. Kimileri; bunun adına, 'Vesayetli Demokrasi' diyor ki, Ben katılmıyorum. Zira dünya üzerindeki tüm devletlerin, birer 'Kuruluş Felsefesi' vardır ve bu felsefenin değişmesine, izin verilmez.
Kuruluş felsefesi ve ilkeleri olmayan devlet yoktur...