İnanılmaz bir kalabalık vardı. Belki de yaşamımda ilk kez; böyle bir kalabalık beni ürküttü. Tabut sanki taşınmıyor; elden ele ulaştırılarak kendi kendine gidiyordu. (Çocuk gözüm o olayı öyle anımsıyor ama doğru olduğunu sanmıyorum.)
Aradan yıllar geçtikten sonra; o günün gazetelerini okuduğumda Beyazıt Camii'nde; genç ağırlıklı mahşeri bir kalabalığın toplandığını ve tekbir getirerek cenazeyi aldıklarını öğrendim. Tekbir getiren kalabalığı gören kimi üniversite hocalarının; olayları Küllük adındaki kahveden seyrederken; "Eyvah şeriat geri mi geliyor?" diye hayıflandıklarını okudum.
Aslında; o dönemde CHP din konusunda oldukça yumuşak ve tavizkârmış. Ama gene de; Fevzi Çakmak'a yeterince saygı gösterilmediğinden şikâyet edilmiş. Örneğin; "matem yayınına" geçmediği için Radyo evi de taşlanmış. (bu da ayrı bir garabetti. Başta 10 Kasımlar olmak üzere; toplumsal olarak üzüntü duyulan günlerde; radyo normal yayınını keser ve klasik batı müziği çalmaya başlardı. Herhalde o günlerdeki yöneticiler; klasik müzik duydukları zaman hüzünlenirlerdi! Bir keresinde; "matem müziği" çerçevesinde Strauss'un valslerini çaldıklarını anımsıyorum.)
X x x
Tüm bu anılarım geçtiğimiz Cumartesi günü 97 yaşında ölen ve Osmanlı ailesinin en yaşlı üyesi Ertuğrul Osman Bey'in cenazesini izlerken yeniden aklıma geldi. Şimdi birileri; yazdığım cümleyi kafalarında düzeltiyorlardır herhalde. "Bey" yerine; "efendi", "aile" yerine "hanedan" denmesini tercih edenler var...
Ama bana kalırsa bu türden yaklaşım ve beklentiler hem çok "özenti"; hem de çok anlamsız. Ne Osmanlı İmparatorluğu kalmış ne Osmanlı ailesi. Zorlamak niye?..
Doğrusu yanlış anlaşılmak da istemem. Samimi ve inançlı bir "Atatürkçü" olmama rağmen; Osmanlılar'ın "atalarımız" olmasıyla hep iftihar ettim ve her yerde yücelttim. Dünya üzerinde; bilebildiğim kadarıyla; orduları yenildiği için bir kaleleri ellerinden çıktığı için "kalbi duran" ve ölen çok sayıda imparator duymadım.
Osmanlı'nın; değişik uluslara ve İslamiyet'te Alevilik hariç diğer din ve mezheplere gösterdiği "hoşgörünün" bir başka örneği yoktur ve ne denli yüceltilirse yüceltilsin azdır. (Böyle bir hoşgörü olmasa; Balkanlar ve Rumeli'de kısa sürede kök salıp bir "cihan imparatorluğu" olabilir miydi bilemem. Ama örnek bir hoşgörü sergilemişti.)
x x x
Tüm bu görüşlerimi dile getirmemin nedeni; "bağnaz" bir Osmanlı karşıtı olmadığımı vurgulamak. Ayrıca Türkiye'de birilerinin saltanatı geri getirmek isteyeceğini sandığım gibi; bunu isteyenlere de ancak gülerim. Fakat geçtiğimiz Cumartesi günü televizyondan izlediklerim hoşuma gitmedi.
Örneğin; kafasına fes geçirmiş genç bir adamın "Osmanlı'ya yapılan haksızlığı ne zaman düzelteceksiniz?" gibisinden bir soru ortaya atması hiç hoşuma gitmedi.
Hoşuma gitmeyen bir başka görüntü; "ticani kılıklı" bir adamın "tekbir" çağrılarıyla; cenazeyi bir siyasal gösteri haline sokmak istemesi oldu. Ertuğrul Osman Bey'in cenazesine böyle şeyleri hiç yakıştıramadım.
Hele kafalarında sarıkla ve cübbeleriyle törene katılan; "İsmailağa Cemaati" üyeleri ve Mahmut Ağa'nın varlığını açıklamakta çok zorlandım. Yaşamının 70 yılını ABD'de geçiren ve Türkiye'de kaldığı günler sayılı olan; bir zatın İsmailağa Cemaati'yle ne ilgisi olabileceğine akıl erdiremedim...
Ya; hükümetin dört bakanla temsiline ve Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri'nin katılımına ne demeli? Özellikle (benden epey genç olmasına karşın); arkadaşım Ertuğrul Günay beni ciddi bir hayal kırıklığına uğrattı. Türkiye Solu'nun potansiyel lideri olarak gördüğüm Ertuğrul; bir şok AK Parti'ye girerek yaşatmıştı. Daha sonra bakanlığı (her ne kadar Nevin'in sürüncemede bırakılan işini çözdüyse de) ikinci bir şok olmuştu. Bu cenazeye katılımı da üçüncü bir şok oldu. Umarım başka şoklar yaşatmaz.
x x x
Televizyonda duyduğum kadarıyla; cenazeye "iş çevrelerinden" yoğun katılım olmuş. Allah Allah...
Rahmetlinin iş çevreleriyle ne gibi bir ilişkisi ya da bağlantısı vardı acaba? Fakat (bence) en şaşırtıcı olan şey; tabuta el sürmek isteyen vatandaşlarımızın izdihama yol açması oldu. Atalarımız ne demiş: "Şeyh uçmaz müritleri uçurur..."
Yazılı ve görüntülü basın bu işi öylesine körükledi ki insanlar o tabuta dokunmanın ciddi bir sevabı olduğunu sandılar.
Ertuğrul Osman Bey'in "vasiyet ettiği" yere Bakanlar Kurulu izni ile gömülmesini de garip buldum ama; fazla üzerinde durmayacağım. Bir vatandaşımız; "Ben Anıtkabir'in yan tarafındaki yamaca gömülmeyi vasiyet ediyorum" dese; acaba bu vasiyeti de yerine getirilebilir miyiz? Hiç sanmıyorum...
Şimdi; "hanedan" (!) başı "Şehzade" (!) Beyazıt Osmanoğlu imiş. Artık; neyin başıysa ve ne şehzadesi ise...
Allah akıl versin.