12 Eylül yönetiminin nasıl bir senaryo sonucu gerçekleştirildiğine hiç değinmeyeceğim. 13 Eylül'de bıçak gibi kesilen terörün; 11 Eylül günü neden kesilmediğini defalarca ve defalarca sordum. Elbette yanıt alamadım. Ama bilenler ya da tahmin edenler; biliyor ve tahmin ediyor. Bugün bu konuya dönme niyetim yok.
Bugün; 12 Eylül'ün nasıl bir "partileşme süreci" yaşattığını ve "mesnetsiz" varsayımların eninde sonunda nasıl noktalandığı üzerinde duracağım.
x x x
12 Eylül cuntasının lideri General Kenan Evren; ağızlarından çıkan bir cümleyle Türk siyasal yaşamındaki partilerin kapısına kilit vurduktan sonra; kostaklana kostaklana dolaşırken; "Şimdi tertemiz partiler açılacak" diyordu. Sanki gökten zembille parti yöneticileri ve seçmenler gelecekti...
(Kenan Evren'in 12 Eylül dönemini yazarken; daha sonra zorbalıkla seçildiği devlet başkanlığı sıfatını hiç anımsamam. 12 Eylül'ün lideri General Kenan Evren'i anımsarım.)
Evet 12 Eylül Cuntası tüm siyasal partileri kapatmıştı. Her ne kadar; Ecevit ve Demirel'e ilişilmemişse de; kısa bir süre sonra bu iki saygın siyasetçinin de "bozguncu bir biçimde" partileşme sürecine katkıda bulunduklarını anlayarak!; AP ve CHP'nin önde gelen yöneticileriyle birlikte gözaltına alınacaklardır. Eski CHP tabanını örgütlemeye çabalayan ve hatta bu işi bir ölçüde beceren sosyal demokrat Parti (SODEP) ile; eski Adalet Partililer'in oluşturdukları partilerin önüne engeller çıkartıldı. Hatta eski AP'lilerin oluşturdukları "Büyük Türkiye Partisi" kapatıldı. Türkeş ve Erbakan; tutuklu oldukları için tabanlarına o dönemde hâkim değillerdi.
General Kenan Evren sanki bir şeyler biliyormuşçasına; "Bize iki buçuk parti yeter" diyordu. Buna uygun olarak; SODEP ve (Büyük Türkiye Partisi'nin kapatılmasından sonra aynı tabanın kurduğu) Doğru Yol Partisi'anin seçimlere girmesi şeytanın aklına gelmeyecek oyunlarla engellendi. Şöyle ki; partilerin kurulması için belirli sayıda kurucu istendi. Fakat bildirilen isimler; gene cuntanın onayına muhtaçtı.
İstedikleri "kurucu adayını" veto ediyorlardı. Bu vetolar öyle mantık dışı noktalara uzandı ki; insan inanamıyor. Örneğin; İsmet Paşa'nın 70 yaşının üzerindeki şoförü bile veto yemişti!
x x x
Veto "kepazeliği" salt partileşme süreci ile sınırlı kalmamıştı. Bu aşamadaki vetolardan sonra; seçimlere 3 partinin girmesi durumu ortaya çıkmıştı. Turgut Sunalp'ın MDP'si; Necdet Calp'ın Halkçı Partisi ve Turgut Özal'ın ANAP'ı. Ancak bu partilerin ilan edecekleri milletvekili adayları da; gene cuntanın kontrolüne tabi idi. Kendilerince sakıncalı gördükleri adayları (tabii gene hiçbir gerekçe ya da açıklama yapmaksızın) veto edebileceklerdi.
O dönemde görünen fotoğraf; cuntanın Turgut Sunalp'ı ve partisi MDP'yi tercih ettikleri çerçevesinde idi. Hatta seçimlerden iki-üç ay önce; Ankara'dan dönen bir hocamıza Özal'ın durumunu sorduğumuzda; "Yüzde 10 barajını aşıp aşamayacağının hesabını yapıyor" demişti.
Oysaki işler bambaşka imiş...
Partilerin aday listeleri açıklandığı zaman beklenmeyen bir şey yaşandı. MDP'nin önde gelen ve oy getireceği tahmin edilen; "lokomotif adaylarının" 50'den fazlası veto edildi. Bu durumda partinin önde gelen bir ismi; Sunalp'e "Paşam seçimi şimdiden yitirdik" demiş. Sunalp'in yanıtı da çok ilginç olmuş. "Biliyorum" demiş "ama bunu kendine bile söyleme..."
Ve seçimden bir gün önce General Evren; seçimde ANAP'a oy verilmemesini dile getiren bir konuşma yaptı. Bizim milletin bu durumda "mağdura sahip çıkma huyunu" hiç bilmiyorcasına...
x x x
Cuntanın seçime girmesine izin verdiği "temiz" (!) partiler; ancak iktidar ya da iktidar alternatifi olurlarsa ayakta kalabilirlerdi.
Nitekim bu şansı ilk yitiren MDP tarihin tozlu sayfalarında kayboldu. Ardından; Halkçı Parti Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan'ın büyük özverisiyle SODEP içinde eridi. ANAP; ortaya çıkan siyaset boşluğu ve sürekli lehine çevirdiği seçim yasalarıyla 2000'li yıllara kadar yaşamını sürdürdü. Ama özellikle 2007 buhranında ürkek tavrıyla siyasi bir "mevta"ya dönüşmüştü.
12 Eylül cuntasının "akıldane" generalleri; "emir demiri keser" mantığının bir sonucu olarak; emrederek siyasal yaşama da düzen getireceklerini sanmışlardı. Oysaki bir ülkenin siyasal yelpazesindeki partilerin oluşumunun kendi mantığı ve kuralları vardır.
O dönemlerde; bunları yazıp çizmek çok zordu. Bazı şeyleri; bırakın eleştirmeyi övmemeyi bile suç sayan sıkıyönetim hâkimleri vardı.
Daha doğrusu; savcılar öyle yönlendirilmişlerdi. Bu nedenler; kendimizce doğru bulduğumuz şeyleri rahatlıkla yazıp çizemiyorduk. Düşünün ki; "geçmekte olduğumuz düzen demokrasi değil çok partili düzendir" gibisinden bir şeyler kaleme aldığım için; Selimiye'de yargılanmıştım.
Bunu daha önce birkaç kez yazdım.
Sonunda nehir yatağına döndü. Demek ki her emir demiri kesmiyor...
Bugün