Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Solun kökeni ve tanımı

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-12-20 00:10:00

Solun kökeni ve tanımı

Son derece iyi bir eğitimi ve (muhtemelen), altyapısı olan bir yazarımız, bazen öyle şeylere takılıyor ki; insan, hayretler içinde kalıyor.

Bir süre önce, Çanakkale savaşlarıyla ilgili, öyle yanlış bir analiz yaptı ki; 'galiba, şaka yapıyor', diye düşünmüştüm. Geçenlerde de; Türkiye solundaki, 'yurtsever damarı', kalemine dolamış ve Türkiye solunun, neden sol olmadığına dair, bir çözümleme yapmış.

Orada adı geçen kimi ustalarımız olduğu için; yanıtlamak, onlara düşer, diye düşünmüştüm. Fakat, ses seda çıkmadı. Bu yazıya değgin bir şeyler yazmak, bana düşmez. Eğer doğrudan eleştirilenler, yanıtlamak gereksinimini duymadılarsa; bu, kendilerinin bileceği bir şeydir. Fakat bu yazı bana, solun kökeniyle ilgili bir şeyler yazma, düşüncesini ilham etti.

İnsanlık tarihinin ilk evrelerinde, 'kamusal bir yaşam' olduğu, genellikle kabul edilir. Fakat bu yaşam tarzı, daha sonra terk edilmiş ve 'kavram'; binlerce yıl, akla ve dile getirilmemiştir. Birincil kaynağına ulaşamadım ama; 'kamusal yaşam' kavramı, ilk kez köylü insanları sonrasında, yeniden dile getirilmeye başlamış.

Zaten 'köylü komünizmi' kavramı, 18. Yüzyıl kaynaklarında, karşımıza çıkıyor ve Karl Marks, henüz dünyaya gelmemiştir. O dönemde 'sol'; üretimde ve tüketimde, 'paylaşımcılık' ve 'imece', anlamına gelen, bir içeriktedir. Almanya'da, Marks'ın öncüsü olan, felsefecilerin ve tarihçilerin henüz isimleri duyulmamıştır ve bilinmemektedir.

Fransız Devrimi, liberal bir anlayış çerçevesinde gün ışığına çıkmıştı. Liberallere göre; devletin görevi, 'özgürlükleri korumaktı'. Doğuştan 'rasyonel' (akılcı) ve 'utulitarist' (faydacı) olan insanlar, devletin koruduğu özgürlük ortamı içinde, kendileri için en faydalı olanı yaparlar ve tek, tek insanlar kendi çıkarları peşinde koşarlarken; toplumun çıkarları da, maksimum düzeyde karşılanırdı. Bu mutlu sonun (!) tek koşulu; devletin, özgürlükleri ve özgürlük ortamını 'korumasıydı'.

Aynı dönemde, bir kısım Konvansiyon Meclisi üyeleri; yazarlar; serbest meslek mensupları, bu anlayışa karşı çıkıyorlardı. Yarı yıkılmış ve yanmış bir 'Jacoben Manastırında' toplandıkları için, 'Jacobenler' adı verilen bu siyasetçiler; liberallerin dile getirdikleri, 'saadet zincirine', inanmıyorlardı. Bambaşka açıklamaları vardı. 'Yaşadığımız toplumda, adaletsizlik ve dengesizlik var', diyorlardı.

Eğer devlet, sadece özgürlük ortamını korumakla yetinirse; aslında yaptığı şey, toplumdaki dengesizliği ve adaletsizliği korumaktır. Ancak, bu dengesizlikler ortadan kalktıktan sonra, özgürlüklerin korunmasının bir anlamı olabilir. Bir başka deyişler ifade edersek, Jacobenlere göre devletin görevi; salt özgürlükleri ve özgürlük ortamını korumak değil; önce, insanların özgür olabilecekleri, bir ortam oluşturmak ve daha sonra, oluşturulan bu ortamı korumaktır.

Jacobenler bu anlayış çerçevesinde, kanlı bir teröre giriştiler. Konvansiyon Meclisi'nde gücü elde ettikten sonra; gece, gündüz giyotinleri çalıştırdılar. Tabii bu terör, sonunda kendi başlarını da yedi. Zaten başka türlü olamazdı... O dönemde; iktidar, 'monarşistler' ve 'cumhuriyetçiler' arasında gidip geliyordu. Bu süreç, salt Fransa'da değil, Avrupa'nın her köşesinde yaşanıyordu.

Alman prensliklerinden, Kuzey Avrupa'ya; Polonya'dan, İspanya'ya kadar... İşte bu hava içinde, Almanya'daki eğitimini tamamlayan; parlak bir Alman hukuk felsefecisi, Karl Marks, Paris'e geldiği zaman, inançlı bir Jacobon idi. Ancak Paris'te tanıştığı F. Engels, ona İngiltere'deki sanayi işçilerinin durumunu anlattıktan sonra; kendi özgün kuramını oluşturacak ve bir manifesto ile, 'zincirlerinden başka yitirecek bir şeyi olmayan proleteryayı', birliğe davet edecektir.

Bu yazıyla amacım; işçi sınıfı ve işçi sınıfı mücadelesinin, tarihini özetlemek değil. Zaten; ne bunun yeri, ne de zamanı. Bu yazıdaki amacım; Türkiye Solu'nun tarihindeki, 'yurtsever damar'ın, solun genel çizgisinden, bir 'sapma' olmadığını göstermek.

Masa başında solcu olmak ve içki sofrasında, sol propaganda yapmak; belki, müthiş keyifli bir şey. Bu çerçevede, çok doğru eleştiriler de yapılabilir. Fakat bunun, hiç kimseye yararı yoktur. Türkiye solunu savunmak, bana hiç düşmez. Bu iş, beni çok fazlasıyla aşar ve ben, haddini bilen bir akademisyenim. Ama gene de, ciddi haksızlıklar karşısında, çenemi tutamıyorum. Belki bu da, akademisyenliğimden geliyor.

 

Bugün

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara