Bugün, bu konuyu ele almamın nedeni; ülkemizde son günlerde ortaya çıkan ve bence fazla anlamlı olmayan, kimi farklı yaklaşımların; asıl ciddi bir tehlikeyi görmemize engel olmasıdır. Bu konu, sivil ve askeri yargılamayı, ön plana çıkarmak isteyen insanlarımız arasındaki tartışmadır.
Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının, belli bir düzenlemesi vardır.
Sıkıyönetim ve savaş durumlarında, sivillerin de askeri mahkemelerde yargılanmaları konusunda, kimsenin itirazı olamaz.
Fakat 'normal' dönemlerde, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmaları; ısrarla girmeye çabaladığımız Avrupa Birliği anlayışına kesinlikle uymamaktadır.
Aynı biçimde; askeri personelin, sivil mahkemelerde yargılanmasının da, belli bir düzeni vardır. İşte, geçtiğimiz hafta TBMM'de bu konuda yapılan yasa değişikliği, kızılca kıyametin kopmasına neden oldu.
Hangi konuların sivil mahkemeye gitmesi gerektiği hususunda, bir kelime değişikliği; ciddi anlam sapmasına neden olduğu için; bunu daha doğrusu bu konudaki, değişiklik önergesini, akşamleyin doğru yorumlayamayan CHP; bir gün sonra bu değişikliğin, anayasaya aykırı olduğunu dile getirerek, Sayın Abdullah Gül'den bu yasayı veto etmelerini istedi. Aksi takdirde, Anayasa Mahkemesi'ne başvuracaklarını duyurdu.
Doğrusu, bu yasa değişikliğinin kapsamına ve tartışmaların ayrıntılarına girecek değilim. Zaten bu konuda, netleşmeyen bazı şeyler de var. Fakat meseleyi, daha geniş bir perspektif içinde ele almak istiyorum.
x x x
Son günlerdeki tartışmada, garip bir 'ikilem' ortaya çıktı. Kimileri, 'sivil yargılamanın' savunusunu yapar konuma girdiler; kimileri, bunun karşısında durarak ister istemez 'askeri yargılamanın' savunusunu yapıyor gibi göründüler.
Yani; kimileri 'sivil yargı iyidir' derken; kimileri de 'askeri yargı iyidir' der gibi göründüler.
Bu fotoğraf, olabilecek en yanlış ve en tehlikeli fotoğraftır. Eğer bu ülkede, adaleti dağıtmakla görevli kurum; 'iki başlı' görünür ve toplumdaki kimileri sivil yargıyı; kimileri de askeri yargıyı savunur durumda olurlarsa; aslında yıpranan kurum 'sivil' ya da 'askeri' yargı değil bizatihi 'adalet kurumu' olur.
Aslında ne sivil yargı ne de askeri yargı; diğerinden daha adil ve objektiftir. Öyle yargılamalar anımsıyorum ki; askeri bir mahkemede gerçekleşmelerine karşın, son derece nesnel ve doyurucu bir karar çıkmıştı.
Gene öyle davalar anımsıyorum ki; sivil bir mahkemede görülmelerine karşın, insanın tüylerini ürpertecek kadar yanlış ve adalet dışı hükümler verilebilmişti.
İşin doğrusu, bir yargılamanın sivil ya da askeri mahkemede yapılması değil; mahkemenin, adil ve yasalara uygun bir karar verebilecek yetenekte olmasıdır.
x x x
Bu konuya bağlı olarak günümüz Türkiye'sinde, sorulması gereken önemli bir soru var. Acaba günümüz Türkiye'sinde kimi 'güçler', ülkemizin kurumları arasına 'nifak sokmaya' mı çalışıyorlar? Ortada bir 'yıpratma çabası' var mı?
Türkiye gibi önemli bir ülkede, bu ülkeyi 'zayıf düşürmeye' yönelik çabaların olmasını kaçınılmaz sayarım. Bulunduğumuz coğrafya; dünyanın önemli güçlerinin gözü olan, bir coğrafyadır ve burayla ilgili planlar yapanlar; güçlü bir Türkiye'nin, bu planları bozabileceğini tahmin ederler. Bu bakımdan, kurumlar arasına nifak sokarak zayıf düşürmek isterler. Fakat bizim kurumlarımız, daha doğrusu kurumlarımızı temsil edenler, öylesine yanlışlar yapıyorlar ki; dış güçlerin fazla bir çaba göstermesine gerek kalmıyor.
Toplumumuzda çok yaygın bir deyimle, 'ayağımıza kurşun sıkıyoruz' hem de ne kurşun...
x x x
Şimdiye dek, defalarca ve defalarca yazdığım üzere; Türkiye, üç 'ayak' üzerinde duran bir cumhuriyettir. Bu ayaklar; 'halk egemenliği', 'çağdaşlık' ve 'laikliktir.' Yani, toplu bir tanım yaparsak; 'Türkiye Cumhuriyeti; halk egemenliğine dayanan, laik ve çağdaş bir cumhuriyettir.' Cumhuriyetimizin bu 'kuruluş felsefesi' hiçbir biçimde değiştirilemez. Avrupa Birliği'ne girme konusunda da, bu özelliklerimiz, hiçbir sakınca ortaya çıkarmaz.
Silahlı Kuvvetlerimiz, Türkiye'nin bu özelliklerinin de koruyucusu olarak eğitilir ve kendilerini, bununla görevli sayarlar. Toplumumuzun laik kesimleri de; buna karşı girişilecek bir harekete, örneğin bir İslam şeriatı girişimine, Silahlı Kuvvetler'in izin vermeyeceği inancının rahatlığı içindedir.
Fakat kimileri; işte bu korkuları kullanarak, kendilerine iktidar yolu açmak isterler. Eğer Silahlı Kuvvetlerimiz; 'bunlar bizden' diye 'sahip çıkmaya' kalkarsa; o zaman, işin içinden çıkamayız...