Bu "toplumsallık" insanın yaradılışının bir sonucudur. Gerçekten; doğada gördüğümüz canlıların her birinin "güçlü" bir tarafı vardır.
Kiminin pençesi güçlüdür; düşmanı ya da avıyla öyle baş eder.
Kiminin gözü güçlüdür; kiminin burnu güçlüdür. Avını ya da düşmanını; uzaktan görebilir, kokusunu alabilir. Kiminin bacakları güçlüdür; hızla kaçar ya da kovalayabilir.
İnsanın böyle bir "fizik gücü" yoktur. Ne burnu hassastır; ne pençe ya da dişleri güçlüdür; ne gözü hassastır; ne kasları güçlüdür; ne kulakları. Fakat insanın güçlü bir tarafı vardır ki; o da aklıdır. İşte insan bu aklı sayesinde bu dünyada var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için "topluluk halinde" yaşaması gerektiğini ve bu yaşamın gerektirdiği; "iş bölümü" ve "işbirliği" sayesinde ayakta kalabileceğini anlamıştır.
Tabiatta insandan başka toplu yaşam süren canlı türleri elbette vardır. Örneğin; arılar, örneğin karıncalar. Fakat bunların toplu yaşam sürmeleri; "yaradılışlarının" bir sonucudur. Örneğin arının yaptığı bal peteği bir "tasarım" sonucu değil içgüdüseldir. Ve bu nedenle; arılar binlerce yıldır aynı peteği yaparlar ve dünyanın her yerinde yaptıkları petek aynıdır.
Buna karşılık; insan toplu yaşamı kendi zekâsının bir sonucu olarak ve bilinçli bir biçimde bulmuştur. Ve bu nedenle değişik coğrafyalarda farklı toplu yaşam türleri ortaya çıkmış ve gene bu nedenle insanın toplu yaşamı sürekli bir gelişim göstermiştir.
X x x
Evet topluluk halinde yaşamak insanın kaçınılmaz kaderi ve dünya üzerinde var olabilmesinin tek koşuludur. Tek başına yaşamak; ancak Robinson Cruzeo gibi fantastik hayallerde olabilir. Kaldı ki; o bile "Cuma"yı masalına sokarak yalnızlığını bir ölçüde hafifletmeye çalışmıştır.
Topluluk halinde yaşamak bir "kaderdir" ama; bunun bir de "maliyeti" vardır. Bu maliyeti kimileri memnuniyetle karşılar; kimileri bunu "rasyonalize" eder. Kimileriyse bu maliyetten müthiş rahatsızlık duyarlar.
Topluluk halinde yaşamanın maliyeti; insanın birtakım özgürlüklerinden vazgeçmesidir. Gerçekten; toplu yaşam içinde canımızın istediği her şeyi yapamayız. İstediğimiz gibi giyinemeyiz, istediğimiz gibi yaşayamayız. Uymamız gereken kimi kurallar vardır ki; bunlara "toplumsal kurallar" adı verilir. (Bu yaşamın getirdiği bir de siyasal kurallar vardır ki; bunları bu yazı çerçevesinde ele almamız mümkün değil.)
X x x
Siyasal teorinin en geniş alanlarından biri; "Toplum sözleşmesi" ya da "toplumsal sözleşme" adı verilen alanıdır. Bu sözleşmenin ana mantığını şöyle özetleyebiliriz: "İnsanlar bazı özgürlüklerinden vazgeçerler ve buna karşılık toplum içinde yaşamanın menfaatlerinden yararlanırlar." Evet bu kadar basit...
Gerçekten; gündelik yaşamımızı düşündüğümüz zaman; kendi başımıza sağlamamız asla mümkün olamayacak sayısız "mal ve hizmetten" yararlandığımızı ve bu süreç olmasa; yaşamımızın mümkün olmayacağını anlarız. Yararlandığımız her mal ve hizmette; sayısız insanın "katkısını" görürüz. En basitinden yediğimiz ekmeğe bakalım. Ne o ekmeğin buğdayını üreteni biliriz; ne o buğday tarlasına atılan gübreyi üretenleri. O gübre fabrikasının planlarını yapanı da bilemeyiz; o fabrikada tüketilen enerjiyi üretenleri de bilmeyiz. Elbette buğdayı una dönüştüreni de tanımayız; unu ekmeğe dönüştüren fırıncıyı da.
Belki ekmeği aldığımız bakkalı tanırız ama ekmeği bakkala getiren kişileri de tanımayız. Aynen o kişinin kullandığı aracı yapan binlerce farklı emek ve sermayeyi tanımadığımız gibi.
En basit bir örnek olarak elimizdeki ekmek diliminden söz ettim. Kahvaltı sofrasındaki peynirden zeytine; tereyağından reçele kadar her şey için aynı şey söz konusudur. Ve yaşamımızda tükettiğimiz sayısız "mal ve hizmetlerin" tümü için aynı şey söz konusudur. Örneğin; elinizde tutuğunuz şu gazetenin elinize ulaşana kadar kaç bin insanın katkısıyla ortaya çıktığını bir düşünün. Kâğıdından mürekkebine; bilgisayarından muhabirine; dağıtımcısından telefoncusuna kadar kaç bin insanın emeği vardır acaba...
X x x
Toplum sözleşmesi kuramının ilk işaretlerini (belki de biraz zorlayarak); İslam düşünürü Farabi'de buluyoruz. Fakat daha sonra ilk kez bilimsel bir anlamda; ünlü İngiliz düşünürü Thomas Hobbes'da buluyoruz. Thomas Hobbes "Leviathan" adlı eserinde toplum sözleşmesinin bilimsel esaslarını ortaya koyar. Buna göre; toplum sözleşmesi "herkesin herkesle yaptığı bir sözleşme"dir. Yani taraflar "herkestir."
Daha sonraki yüzyıllarda; gene İngiliz düşünürü John Loce ve Fransız düşünürü Jean Jacgues Rousseau (Jan Jack Ruso) aynı kuramı geliştirmiş ve günümüze kadar gelen çizginin esaslarını ortaya koymuşlardır.
Bu yazı çerçevesinde niyetim; elbette siyasal teorinin bu zorlu bölümünün esaslarını bir gazete yazısına taşımak değil. Fakat burada da elbette bir amacım var. Bu amaç; toplu yaşamı hor gören ve kendini toplumsal kurallarla bağlı saymak istemeyen insanların; bu konuda hiçbir haklarının olmaması.
Tabii anlayana...