Geçen yazımda; Türkiye'yi "doğru okuyabilmek" için hem "yeni dünya düzeni"nin önerilerini hem TSK'nin yapısını hem de Türkiye'deki "dinci siyasal örgütlenmenin" aşamalarını doğru bilmemiz gerektiğini yazmış ve o ilk yazıda "yeni dünya düzeni"nin önerdiği "yeni demokrasi" anlayışının özellikleri üzerinde durmaya gayret etmiştim. Bugün konuya devam etmek istiyorum.
X x x
Kara, Hava ve Deniz Harp okullarına alınan öğrenciler Deniz Lisesi; Kuleli (İstanbul), Işıklar (Bursa) ve Maltepe (İzmir), Askeri liselerinden alınan öğrencilerdir. Daha sonraları sivil liselerden de sınavla öğrenci alınmaya başlanmıştır.
Daha önceleri İstanbul'da bugünkü 1. Ordu Kumandanlığı'nın bulunduğu Selimiye Kışlasında "Selimiye Askeri Ortaokulu" adında pek güzel bir okul vardı. İlkokul mezunu "bebelerimiz" orada kelimenin tam anlamıyla, "çekirdekten yetiştirilir" ve aşama aşama ordu saflarına subay olarak katılırlardı.
Henüz askere gitmişken Hava Harp Okulu'nda sivil öğretim üyesi olarak ders verdiğimden ötürü yedek subaylığımda da askerliğimi orada yaptım. Aynı biçimde 1970'li yıllarda Harp Akademileri'nde öğretmenlik yaptım. Zaten daha lise çağlarımda Kuleli Askeri Lisesi'nden çok sayıda arkadaşım vardı. Bunların hemen tümü "21 Mayıs" kurbanı oldular ama ordumuzun "subay yapısını" ve "zihniyetini", çok iyi öğrendim.
Değişik "Astsubay Okulları"nda okuyan astsubaylarımızda da genellikle benzer bir yapı vardır. (Aynı zihniyet ve yapı, diyemesem bile) Subaylarımızın yetiştirilme tarzları ve aldıkları eğitimin sonuçları konusunda değerli araştırmacı-gazeteci Mehmet Ali Birand'ın çok önemli bir kitabı vardır ama karman çorban kitaplığımda bunu bulamadım. Sanırım merak edenler kitaplıklarda bulup okuyabilirler.
Gerçekten okumaya değer...
X x x
Askeri okullardaki çocuklarımız sonsuz bir yurt sevgisiyle yetiştirilir. Tartışmasız ve ödünsüz bir biçimde "Atatürkçü"dürler. Ancak farklı dönemlerde biraz farklı "Atatürkçüler" gündeme getirilir ve benimsetilir. Değerli arkadaşım Erol Sadi'den galat rahmetli hocamız, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya'nın da anlayışına göre "Tek bir Atatürkçülük yoktur. Farklı açılardan ele alındığında, farklı Atatürkçüler vardır." Ben de tümüyle aynı görüşteyim. Ve bizim askeri okullarda farklı zamanlarda Atatürkçülüğün farklı yönlerine ağırlık verildiği de açıktır. (Bu konuda çok değerli bir başka arkadaşımın Sayın Prof. Dr. Hilmi Yavuz'un, Atatürkçülük yorumlarını gene bu köşede açıklamıştım. Meraklı olanlar, arayıp bulabilir ve okuyabilirler.)
Her düzeydeki askeri okullarımızda öğrencilere verilen bir başka mesaj bu "Cumhuriyetin, onlara emanet olduğudur." Aslında Cumhuriyetimizi, ağırlıklı bir biçimde askerlerimizin kurduğuna kuşku yoktur.
Ve günümüz subayları da bunu kendilerine emanet edilmiş değerli bir miras olarak görürler. Tabii burada emanet edilmiş bulunan Cumhuriyet, herhangi bir Cumhuriyet değil "laik" bir cumhuriyettir. (Zaten Türkiye Cumhuriyeti "Halk egemenliğine dayanan", "laik" ve "çağdaş" bir cumhuriyettir...)
X x x
Son zamanlarda memleketimizdeki "askeri vesayet" ve askerlerin, siyasal yaşama müdahale yetkileri ve bu çerçevede, 211 Sayılı İç Hizmet Yasası'nın ünlü 35. maddesi tartışmaları beni çok şaşırtıyor ve güldürüyor. Dünya üzerinde darbe yapan hiçbir ordu, bu müdahalesini "yasalar çerçevesinde" yapmaz. Eğer yapılan bir darbe girişimi başarılı olursa, herhangi bir "gerekçeye" gereksinimi yoktur. Eğer girişim, başarısızlıkla sonuçlanırsa hiç kimse, "Ben bu girişimi, şu yasanın, bu maddesine göre yaptım" diyemez ve derse de hiç kimseye dinletemez.
12 Eylül yönetiminin başarısız hamleleri ve aradan geçen süre içinde "e-muhtıra" gibi ters tepen girişimler nedeniyle ve PKK terörünün noktalanmasının getirdiği moral bozukluğu içinde ordumuz çok yıpratılmaya başlandı. Bu arada "kafes" vb. gibi çok başarısız projeler ve TSK envanterindeki bazı silah ve mühimmatın olmaması gereken yerlerden çıkartılması bu yıpranmayı artıran diğer faktörler oldu. Ve bu girişimler sonucunda, 2003'teki bir toplantı, (seminer demiyorum), 7-8 yıl sonra tüm sıcaklığıyla gündeme getirildi. Ve çok sert bir biçimde yargıya intikal etti.
2003 yılında AK Parti'nin Meclis çoğunluğunu tek başına sağlaması ve iktidar olması toplumumuzun kimi kesimlerinde, müthiş bir ürküntü yaratmıştı. Laik cumhuriyetin yıkılacağı ve bir "İslam şeriatı" düzeni kurulacağı düşünülüyordu. AK Parti'den gelen, bunun aksine tüm beyanatlar ve bu beyanatları destekleyen tutumlar da çoğunlukça "takiyye" yani "aldatmaca" olarak değerlendiriliyordu. İşte o dönemde 1. Ordu'da düzenlenen toplantı, bu hava içinde ve böyle bir ortamda gerçekleşmiş.
O toplantıya katılanlar arasında kendisine bir "iktidar yolu" ve "ikbal" açmak isteyenler olduğuna eminim. Ancak benim anlayışıma göre böyle "cunta toplantısı" olmaz.
Çok sevgi ve saygı duyduğum Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun, İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesini değiştirme önerisini "garip" buldum. Hiçbir yasa maddesi bir darbeyi engelleyemeyeceği gibi hiçbir darbe bir yasa maddesine uydurularak yapılmaz. Allah hepimizi korusun...