Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Türban...

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-12-18 00:18:00

Türban...

Geçenlerde bir dergide, farklı baş örtme biçimleri yanı sıra; türban adı verilen örtünün, nasıl ortaya çıktığı konusunda bir yazı okudum.

Türbanın, nerede ve ne zaman ortaya çıktığı konusunda, doğrusu pek bir bilgim yok. Fakat günümüz Türkiye'sinde; türban kavramının, ne zaman ve hangi koşullar altında, ortaya atıldığını ve insanların turban denildiği zaman, nasıl bir baş örtünme biçimi düşündüklerini, biliyorum.

Benim bildiğim; turban, Fransa kökenli bir tür kadın şapkası. Kalın kumaş, ya da ince deriden yapılan ve kenarları lastikli, ya da büzgülü, bir tür 'kapanma biçimi'. Bizim çocukluk yıllarımızda, başını açmayı içine sindiremeyen kimi hanımlar, örtülerini atmışlar ve turban takmaya başlamışlardı.

Aslında turban, saçların tümünü kapatırdı ama, kimi 'şık hanımlar', turbanın büzgülerinin kenarından 'zülüflerini' çıkarmaya, özen gösterirlerdi.

Bizim öğrenciliğimizde; İstanbul İktisat'ta, tek-tük de olsa, başörtülü arkadaşımız vardı. Pek yakıştırmazdık ama, rahatsız da olmadık. Zaten bu arkadaşlar da, 'kaç-göç' içinde değillerdi.

Asistanlık ve doçentliğim döneminde de, (en azından bizim okulda), sayıları pek artmamıştı. Derken, sahte ve sözde Atatürkçü, 12 Eylül yönetimi geldi ve her şeyi rezil ettiği gibi, üniversite ve yüksekokulları da kaosa soktu.

2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası'yla, tüm üniversitelerin yönetimi, merkezi bir kurula bırakıldı. Ayrıca, ilk tasarıda, YÖK anayasal bir güvenceye kavuşmamışken, Cunta'nın hazırladığı kesin anayasa metninde, anayasal bir kurum olmuştu. (Zaten, Sayın Doğramacı'nın gücünün sırrına, asla akıl erdirememişimdir...) Ve o zamanlara kadar, asla siyasal bir anlamı olduğunu düşünmediğimiz başörtüsü; hızla, siyasal bir motif haline dönüştü.

Tabii bu dönüşümde en büyük pay, Refah Partisi ve Sayın Necmettin Erbakan'ın olmuştu. 'İmam Hatipler, bizim arka bahçemizdir', gibisinden tahrik edici açıklamalarla ve 'Bugün sizi başörtülü olduğunuz için üniversitelere sokmayan rektörler, yarın size kapıda selam duracaklar', gibisinden münasebetsiz değerlendirmelerle, sorunu tırmandırdı.

Kararsız kimi meslektaşlarımız; 'üst makamlara soralım' diyerek, işi karıştırırlar. Sakal meselesinde de öyle olmuştu, başörtüsü meselesinde de öyle oldu. Sakal meselesinde, Uludağ Üniversitesi'nden bir meslektaşımız, fakültenin dekanlığına, sakal bırakıp bırakamayacağını sormuş.

Dekanlık rektörlüğe, rektörlük de YÖK'e sormuş. Onlar da, yasalara bakmışlar ve doğal olarak, 'devlet memuru sakal bırakamaz', diye yanıtlamışlar.

Sormasalar, belki kimsenin bakacağı yoktu. Başörtüsünde de, benzer bir şeyler yaşanmış. Bir meslektaşımız, başörtüsü konusunda, YÖK'ün görüşünü öğrenmek için, fakültesinin dekanlığına başvurmuş. Dekanlık rektörlüğe, rektörlük de YÖK'e sormuş. Bu kez Sayın Doğramacı, kendince bir kurnazlık yapmış. 'Üniversitelerde ve yüksekokullarda, başörtüsü yasaktır', demişler. 'Ama modern bir örtünme biçimi olan turban, serbesttir'...

Bir gün sonra, tüm iletişim kanallarında, başörtüsünün adı türban oldu. İnsanlar asıl türbanın nasıl bir şey olduğunu, asla öğrenemediler, ya da unuttular. Çene altında bağlanan örtüye, 'başörtüsü', denilmeye; boynun etrafında dolandırılarak, önden iğnelenen örtüye de 'türban', denilmeye ve bu konuda, çeşitlemeler de yapılmaya başlandı.

'Anamızın örtüsü olan, çene altından bağlanan başörtüsü', siyasal bir simge sayılmadı. Ancak; önden boynu dolaştırılarak, iğnelenen örtü, siyasal bir motif sayıldı ve suçlu ilan edildi. Fakat Anayasa Mahkemesi'nin yorumları sayesinde; ne turban serbest bırakıldı, ne de turban diye isimlendirilen, başörtüsü örtünme biçimi serbest bırakıldı.

Başörtülü öğrenciler; zaman, zaman direndiler. İstanbul Üniversitesi'nin, sembol kapısı önünde, oturma eylemleri yaptılar. Onları özendiren ve hatta tahrik eden, Refah Partili Milletvekilleri; TBMM'de, bu konuda, kıllarını kıpırdatmadılar. Ve bir kısmı, okullarını bitirme durumunda olan onlarca kızın, gelecekleriyle oynadılar. Bu kızlar; gerçekten, okullarına başörtülü olarak girebileceklerini sanıyorlardı.

Zira, Türkiye'nin üniversitelerinin çoğuna; hatta, İstanbul'daki kimi üniversite ve yüksekokullara, istedikleri gibi girebiliyorlardı. Fakat 'vitrinde' olduklarını unutuyorlar ve işin 'sınıfsal boyutunu', düşünmüyorlardı.(!) Bu kızlar yürüyüşlerinde, 'Ya hep, ya hiç', diye slogan atıyorlardı. Bu tür sloganlarda; 'hep', kazanmaz ve 'hiç'e, mahkum olursunuz. Burada da, öyle oldu. Ve bugünlere geldik. Bakalım Sayın Deniz Baykal'ın son çıkışı, neyi değiştirecek...

 

Vakit

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara