Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Dolar

37,9821

Euro

41,1631

Altın

3.767,34

Bist

9.659,48

Türkan Saylan

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-04-18 02:09:00

Türkan Saylan
Başta, Sayın Tijen Mergen olmak üzere; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yöneticilerinin bir bölümünün; Ergenekon soruşturması sırasında, önce gözaltına alınıp, daha sonra savcılıkça tahliye edilmeleri;

Bu konuda adamakıllı sıkılmışken; yüreğime, kısmen ferahlık verdi. Aslında, bu davayla ilgili bir şeyler yazmak istemiyorum. (zaten, yasal olarak, yazmam da pek mümkün değil). Ne bu soruşturma ve iddianamelerin arkasındayım, ne de karşısındayım. Sonucu görmek için, sabretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama soruşturmanın uygulama biçimi hakkında, itirazlarım var. Kimi değer verdiğim insanların ve arkadaşlarımın, somut bazı kanıtlar olmaksızın gözaltına alınmaları ve uzun süre gözaltında tutulmaları, canımı acıtıyor.

12 Eylül sonrasında, buna benzer uygulamalar görmüştük. Kimi arkadaşlarımız; ciddi bir suçlama olmaksızın tutuklanıyor ve inanılmaz biçimde, fiziksel işkence görüyorlardı. Kimi arkadaşlarımız, açlığa mahkum edilmek isteniyordu. Fakat, 'Bu yaşananlar, faşist bir cuntanın eseri. Yarın öbürgün, demokrasiye geri döneriz', diye düşünüyor ve katlanıyorduk. Bugün ise; şöyle, ya da böyle, bir demokraside yaşıyoruz.

En azından, dürüst seçimlerle oluşan bir iktidar hüküm sürüyor. Meclis, çalışıyor. Muhalefet, görüşlerini dile getiriyor. Biraz özürlü de olsa; özgür basın, hükümeti sonuna kadar eleştirebiliyor. Muhalif kalemler, görüşlerini yazabiliyor. 12 Eylül'le karşılaştırdığımız zaman; bunlar da, az şey değil.

Ancak, 12 Eylül'ü yaşamayanlar, ya da yaşananları unutanlar; günümüz koşullarının ve uygulamalarının, 12 Eylül'den daha kötü olduğunu düşünüyorlar.

Ne diyelim, Allah o günleri bir daha göstermesin. Ve bu türden karşılaştırmalar yapanlara akıl versin...

X                                                X                                                X

12 Eylül'ün, 'sahte ve sözde' Atatürkçü yönetimi; Atatürk'e ve Atatürkçülüğe yapılabilecek en büyük kötülüğü yaptı. Dillerinden Atatürk sözcüğünü düşürmeden; tüm ortaöğretime, 'Din ve ahlak bilgisi', adı altında, Sünni İslam dersini soktular. Tüm üniversite ve yüksek okulları, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), isimli bir merkezi kurula bağlayarak; bir kısım üniversitelere, Atatürk karşıtlığı tescillenmiş rektörler atadılar. Atatürk'ün, mirasına bile tecavüz etmekten çekinmediler. Atatürk'ün, mirasından pay bıraktığı; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nu kapatarak; buraları, devlet dairesi haline getirdiler.

(Buraları, medeni kanuna tabi dernekler olarak kuran Atatürk'ün, bir bildiği vardı elbette...)

Tüm bunlara ve benzer uygulamalarına ek olarak, siyasal partileri kapattılar ve yeniden örgütlenme sürecinde; CHP'ye, en ağır baskıları uyguladılar. Ve sonunda, Nakşibendi tarikatı üyesi Turgut Özal'a, iktidarı altın bir tepsi içinde sundular. CHP'nin, iki yakasının hâlâ bir araya gelmemesinin temel nedeni; 12 Eylül yönetiminin yaptıkları ve rahmetli Ecevit'in, parti içindeki sürtüşmelerden bıktığı için, yolunu ayırmasıdır.

Siyasal Partiler Yasası ve Seçim Yasası, yüzde10 barajı ve parti liderlerine, diktatör yetkileri veren, öyle düzenlemeler yaptı ki; günümüz Türkiye'sinde bile, demokrasimiz 'özürlü' çalışıyor. Parti liderlerinin, kendilerine oy erecek olan kurultay delegeleri üzerinde, veto hakkı olan bir demokrasi, olabilir mi?...

            X                                              X                                             X

Sayın Türkan Saylan'ı, Türkiye'nin o çok karanlık günlerinde tanıdım.

Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa; ilk kez, Tabibler Birliği'nin salonunda, bir başka değerli meslektaşım ve hocam, Nuri Karacan'ın bir konferansının, moderatörü idi.

Daha sonraki dönemde; Atatürkçü aydınlara karşı, müthiş bir sindirme kampanyası başladı. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi değerli Atatürkçüler, hain suikastlarda can verdi. O dönemde, 'Atatürkçüyüm' demek; günümüzün, tatlı su solcularının bir bölümü açısından, espri konusu yapılıyordu.

İşte o dönemde, Atatürkçülerin ve aydınlıktan yana olanların örgütlenmeye çalıştıkları, iki örgüt vardı. Bunlardan biri, sayın Suphi Gürsoytrak ve daha sonra Sayın Yekta Güngör Özden'in, başarıyla yönettikleri ve büyüttükleri, Atatürkçü Düşünce Derneği; öbürü ise, kaptan köşkünde, Sayın Türkan Saylan'ın oturduğu, 'Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği' idi.

Türkiye'nin her yanında, bu iki örgütün düzenlediği konferanslarda konuştum.

Atatürkçü Düşünce Derneği; daha sonra, yapı değiştirdi ve farklı çizgilere ulaştı. Fakat çağdaş Yaşam, Türkan Saylan'ın güçlü yönetimi altında; bu kez, eğitime ağırlık verecek, yarının Türkiye'sinin harcını oluşturma çabasına girdi.

Türkan Saylan, sağlığını yitirdiği zaman bile, dümeni elinden bırakmadı. Türkiye'nin her köşesinde; kendi gibi düşünen ve kendi gibi, özverili insanlar bularak, (çoğu hanım), kavgasını sürdürdü.

Yaşamının hiçbir aşamasında ve noktasında, darbeden ve askeri yönetimlerden yana olmadı. Hatta, ülkemiz aydınlarında hakim olan, 'Bir şeriat düzeni kurmak isterlerse, silahlı kuvvetler buna nasıl olsa izin vermez'; gibisinden, rahatlatıcı bir düşünceye de itibar etmedi ve çözümü, sivil örgütlenmede gördü. Cumhuriyet mitinglerinde, 'Ne şeriat ne darbe', sloganını ortaya attığı için, kimi çevrelerce dışlandı ve konuşması engellendi.

Şimdi, bu değerli insanın evinin aranması; inanın, içimi çok acıttı. Hocamız pek kırılmaz ama; umarım bunu yapanlar, kendilerini affettirecek bir şey bulurlar...

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara