Fakat sonuç ne oldu? Oldukça ılımlı bir insan olarak değerlendirdiğim Diyarbakır Belediye Başkanı'nın eşi Leyla Zana; TBMM kürsüsünde milletvekilliği yeminini Kürtçe okumaya başlayınca kıyamet kopmuştu.
Bunu izleyen olaylar; hem barış umutlarını oldukça uzun bir süre ortadan kaldırmış; hem de uluslararası arenalarda Türkiye'yi yıpratmak isteyenlere fırsat doğmuştu.
Bir başka fırsatın kaçmasına o zamanki mahkemelerin (bence aşırı) duyarlılığı sebep olmuştu. Dağdan inen PKK'lılar anında gözaltına alınmış ve mahkûm olmuşlardı. Sanıyorum aralarından bazıları hâlâ hapiste. Tabii onları mahkûm eden mahkemeler yasaları uygulamışlardı ama burada "adli" değil "siyasal" bir karar alınması daha uygun olurdu. Bu tür durumlarda; bence "maksada" bakmak gerekir. Maksat "bağcı dövmek değil üzüm yemek" olmalıydı...
x x x
Son "açılımın" haberlerini duyduğum zaman; hem sevindim hem de endişe ettim. O günlerde yazdığım birkaç yazıda; "İnşallah bu kez girişimin hayata geçmesi engellenmez" demiştim. Zira bu kez de uzatılan el "ısırılırsa"; bu işin içinden çıkılması imkânsız duruma gelinir diye düşünüyordum. Ve olay tümüyle noktanmış olmasa bile; gidişat hiç de iyi değil. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün yaptığı itidal çağrılarını çok önemli buluyorum. Umarım DTP içinde sağduyu hakim olur ve bölgedeki "PKK sempatizanlarının" tahriklerine ve provokasyonlarına pabuç bırakmazlar.
Hafta başında; Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan "kutlamaları" izlerken çok canım sıkıldı ve içim acıdı. Ailelerine kavuşan "gelenlerin" ve yakınlarının yolunu gözleyen "bekleyenlerin"; elbette sevinç gösterileri ve "coşkuları" olacaktı. Fakat yaşananlar bunun çok ötesinde oldu.
Umalım sağduyu egemen olur.
x x x
PKK çatışmalarında şehit olanlar için yapılan törenlerin çoğunda gözyaşlarıma engel olamadım. Gerek İstanbul Üniversitesi'ndeki; gerek İstanbul Bilgi Üniversitesi'ndeki odalarımda; masamın arkasındaki panolarda; bu konuda gazetelerden kestiğim onlarca fotoğraf asılıdır.
"Hainleri sevindirmemek için gözyaşlarımı tutuyorum" diyen analar mı istersiniz; "Aslan gibi iki oğlum var babalarının yerini onlar alır" diye dimdik duran subay eşini mi; babasının tabutuna kapanan yavrular mı istersiniz... Hepsi var...
Fakat şehir ailelerinin "dernekleşmesini" anlamam mümkün değil.
Bu derneklerin amacı ne olabilir? Bir ara bunları özendiren devlet görevlileri kimlerdi acaba? Şimdi nerededirler, ne yapmaktadırlar? Tüm dünya medyası bu olayları izlerken; Öcalan'ın İmralı'ya gitmek isteyen avukatlarını tartaklayan, kovalayan "şehit anaları" acaba kimlerdi? Bunları kim örgütlüyor, kim araba tutuyor, kim kumanya dağıtıyor, yemek veriyordu?
Bu "şehit derneklerinin" üyeleri arasında; herhangi bir yakını şehit olmayanların bulunduğu dedikodusunu da duymuştuk. Acaba "şehit anaları" bahanesiyle; belli partilerin propagandasını mı yapıyorlar; böyle bir propagandaya alet mi oluyorlardı?
Türk halkı ve Türk devleti; şehitlerine sonuna kadar sahiptir ve bu duygu devam edecektir. O halde bu türden örgütlenmelerin amacı ne olabilir? Bu türden "baskı gruplarının" teorik amacı; çıkarları ve düşünceleri doğrultusunda siyasal iktidara baskı yapmaktır. Bu türden dernek kuran şehit aileleri; acaba hangi çıkar peşindeler? Hangi düşünceleri doğrultusunda baskı yapmak istemektedirler. Türk halkının düşüncesinden farklı bir düşünceleri mi vardır?
x x x
Tarihte çok acı savaşlar yaşanmıştır. Ve bu savaşların sonunda; barış aşamasına gelindiği zaman; savaşta ölenlerin aileleri "esirlerin serbest bırakılması" vb. düzenlemelere karşı sokağa dökülmez. Bağırlarına taş basarlar ve "başka anaların evlatları ölmesin, başka analar gözyaşı dökmesin" diye sessizliklerini korurlar. Ama bizde; neredeyse "bizim çocuklarımız öldü başkaları da ölsün" diyecekler...
Elbette bizdeki durum savaşlardan sonra yaşananlarla "birebir uyuşmuyor." Bizde yaşanan şey; tarihte okuduğumuz savaşlardan elbette çok farklı. Netice olarak "devlete isyan etmiş bir eşkıya örgütü söz konusu." Fakat dökülen kan aynı kandır; çekilen ıstırap aynı ıstıraptır.
Ve netice olarak devletimiz 25 yıldır bu kanı durduramadı. Yapılan bunca fedakârlığa karşı kanı durduramadık. Bir çare bulmak gerekiyordu...
Konuyu ele almayı sürdüreceğiz.