Evrensel açıdan, en üst düzey aydınlarımız bile; bazen öyle şeyler yapıyorlar, öyle şeyler dile getiriyorlar ki; hayretler içinde kalıyorsunuz. Fakat yaptıkları ve kimi zaman söylediklerinden çok; genel tutumları, ilgimi çekiyor. Kendi ülkelerinde, turist gibi yaşayanları var. Ve yıllardır iç içe yaşadıkları bazı şeyleri; 'hayretle fark etmelerine', şaşırıp kalıyorum. Hele bazen, bunların övgüsüne geçmiyorlar mı, 'pes...' diyorum.
Şimdilerde, yeni 'keşfettikleri', iki semt var. Bunlardan biri, 'Tarlabaşı'; öbürü, 'Sulukule'. Buralara sahip çıkmak için, çok ilginç kampanyalar sürdürülüyor. Ama kentlerine ve biraz da, kendilerine 'yabancılaştıkları' için, işin özünü kaçırıyorlar.
Bu iki semtte yaşama geçirilen istenen projelerin, buralarda yaşayan ve çoğu dar gelirli olan vatandaşlarımızı, mağdur etmemesi gerekir. Bu konudaki çabaları, desteklememiz gerekir. Fakat iş, bambaşka mecralardan yürütülüyor.
***
Tarlabaşı'yla ilişkin ilk tartışmayı; Bedrettin Dalan'ın Tarlabaşı projesine karşı çıkan, arkadaşlarla yapmıştım. Tek kelimeyle, bir pislik yuvası olan ve hele geceleri, geçmenin yürek işi olduğu Tarlabaşı'nın; bir yanını yıkarak, nispeten yaşanabilir bir hale sokmak ve trafiğe de, bir şans vermek amacına yönelik bu projeye karşı çıkmak; nerdeyse, 'İstanbul düşmanlığı', olarak isimlendiriliyordu. Bu sıfattan, ben de nasibimi almıştım.
Hayatında bir gün, hava karardıktan sonra oradan geçmeyen, 'zengin kızları'; yana yakıla, 'bir kültür ölüyor', diye ağlaşıyorlardı. Ne kültürü vardı ki?...
Gayrımüslim azınlıkların yaşadıkları dönemde; çöp kamyonlarının giremediği bu sokaklarda, nispeten özgün bir kültür vardı ve biraz elden geçirilerek, yaşatılmaya değerdi. Ama özellikle, 6/7 Eylül'den sonra; buradaki insanlarımızın dağılmasıyla, kozmopolit bir 'hemşehri' profili ortaya çıkmış ve (bence), korumaya değer, hiçbir şey kalmamıştı.
Kimi sokaklara, kokudan giremezdiniz. Bir sürü iğrenç randevu evi, kapısından geçemeyeceğiniz lokantalar...
Tek tük başlamış olmakla birlikte, henüz kebapçılar ve ocakbaşları, çevreyi istila etmemişti...
***
Ömer Hayyam'dan, Taksim'e doğru çıkarken; caddenin sağ tarafındaki binaların istimlak edilmesi ve yıkılması sonucunda, Tarlabaşı Caddesi bugünkü durumuna gelmişti. Gene de, 'matah' bir şey olmamasına karşın, nispeten yaşanır ve geçilir, bir konuma gelmişti. Eğer o günkü durumunu ve imarını çok merak ediyorsanız; Taksim'den, Ömer Hayyam'a doğru inerken, caddeye açılan sokaklara bir göz atabilirsiniz. Ancak, burnunuzu tıkamanızı öneririm...
Ve şimdi kimi aydın gençlerimiz, buralara sahip çıkmaya çabalıyor. Buradaki, 'kültürel doku'nun, bozulmaması için uğraşıyorlar. Ama Allah rızası için; buradaki, kültürel dokunun ne olduğunu açıklayan, hiçbir şey görmedim ve okumadım.
Evet, buralara sığınan birtakım 'fukaraların' haklarını savunmak, elbette doğru bir şeydir ama; bunu yaparken, 'kültürel yapı', 'kültürel doku', gibi 'firaklı', birtakım kavramların arkasına sığınmamak gerekir.
Çok merak ediyorum. Bu işin, bayraktarlığını yaparlar arasında, Tarlabaşı'nda yaşayan kaç kişi var? Aralarından kaç tanesi, Tarlabaşı'nda bir gece yatmış; oralardaki meyhanelerde, bir şeyler yemiş ve içmiştir...
***
Benzer bir şey, Sulukule'de yaşanıyor. (daha doğrusu, yaşanıyordu). Çingene olarak adlandırılmaktan hoşlanmayan ve şimdilerde, 'roman' adını benimsemiş görünen, sevimli hemşehrilerimizin, yoğunlukla yaşadıkları bir mahalle idi Sulukule. Zaten Sulukule denildiği zaman, akla gelen tek şey, 'eğlence' olurdu.
Şimdi Sulukule denilen mahalle, nerdeyse ortadan kaldırıldı ve oralarda yaşayan 'garibanlar'; süslü birtakım vaatlerle kandırıldıktan sonra, birilerine müthiş rant sağlandı. Ve bu oyuna karşı gelmek; elbette, aydın olmanın gereği idi. Ama bizim 'yerli turistler' gene, 'kültürel doku' vb gibisinden, saçma sapan kavramların peşine düştüler. Eminim ki; bunların büyük bir çoğunluğu, Sulukule denilen bu mahalledeki, eğlencelerden birine bile katılmamışlardır.
Ben, bu mahalledeki eğlencelerden birine, bir grup arkadaşımın zoruyla katıldım. Bizi götüren arkadaşımızın, tanıdığı bir ev varmış. Pazarlık yaptı ve içki, meyve ve dans karşılığında, belli bir para ödedi.
İnanın, bir tek yudum bir şey içemedim. Bardaklar; pislikten, insanın eline yapışıyordu. Ortaya gelen, bir tabak meyvenin, yıkanmamış olduğu belliydi.
Hele, 'oryantaller'...
İnanın, mide bulandırıyorlardı. Ortaya çıkıp, bir dönendikten sonra, insanların kucağına tırmanmaya çalışan, orta yaşlı ve yaşlı kadınlar...
Bu da, Sulukule'nin 'kültürel dokusu' idi.
***
Fakat bizim 'yerli turistlerimiz'; buraları, 'doku kampanyaları' açıldığı zaman görüp öğrendiklerinden; belki de, görmeden öğrendiklerinden; 'Amerika'yı, yeniden keşfedercesine', sahip çıkmaya çabalıyorlar.
Keşke enerjilerini, daha olumlu yönlerde kullansalar...