Türkiye medyası birkaç haftadır İbrahim Karagül ve Fehmi Koru olayını konuşuyor. Mevzuyu bilen bilmeyen maalesef herkes işe maydanoz, -sorry- daha doğrusu müdahil olmaya çalışıyor.
Karagül, Türkiye siyasetinin ıvır zıvır dedikoduları ve teşhirciliği arasında boğulan halkımızın sohbetleri arasına, son 12 yıldır dış politika gündemini sokanlardan biri. Değişen dünya dengelerinin nasıl okunması gerektiğini ve buna geniş perspektiften nasıl bakılması gerektiğini yazılarında aktarıp durdu.
Çok kısa sürede birçok ünlü (!) dış politika yazarımızı çatlatırcasına Türkiye’nin tanınmış yazarları arasına oturdu. Genç bir kalemdi ve yılların çıkarcı, kibirli, çokbilmiş oturan boğalarının yorumlarını alt üst ederek herkesin ilgi odağı olacak yazılar yazdı.
Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan bildiği tüm gerçekleri ifşa etti. En zor zamanlarda yazılması gerekenleri hayatı pahasına korkusuzca kaleme aldı. Irak ve Afganistan’da yaşanan devlet terörü, işkence, tecavüz, suikast, sabotaj ve katliamları hem Yeni Şafak gazetesinde şefliğini yaptığı dış politika sahifesinde bir bir neşretti hem de yazılarında avazı çıkıncaya kadar dünyada yaşanan sessizlik karşısında tarihi ve insani görevini yerine getirdi.
Karagül’ün bu sıkıntılara dûçar olduğu dönemlerde dış haberler servisinde onunla çalışan editörlerden biriydim. Tüm arkadaşlar gibi biz de olayın birebir tanıklarından biriyiz. Afganistan ve Irak’ta yaşanan olayların birçoğunu dünya medyasından önce bizler verdik. O ülkelerden birçok gazeteci, politikacı ve olayın tanıkları ile birebir görüşerek haberler yaptık. Irak işgali döneminde Felluce, Samarra ve diğer bölgelerden bize haber gönderen Prof. Dr. Isam Ravi gibi birçok kaynağımız şehit edildi. -Bu vesileyle de o şehitlerimizi yad ediyorum- Haber kaynaklarımız istendi. Vermedik. Baskılara maruz kaldık. O da fayda vermeyince suçlamalara maruz kaldık. Herkes bilsin ki, biz tarihe varlığımız ile tanıklık yaptık.
Elbette ki bunun bir bedeli olmalıydı. Birileri bugün onu örtbas etmeye çalışsa da 11 Eylül olayları sonrası vuku bulan Afganistan ve Irak işgallerinin tüm çıplaklığıyla halka ulaştırılması için sarf edilen çabanın neticesi olarak yaşanan sıkıntıların bir değil onlarca tanığından biriyim. 2001 ve 2006 yılları arasında Yeni Şafak gazetesinde çalışan herkes onun bunun değil bizzat İbrahim Karagül’ün ne sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını bilir.
Görüşlerine katılırsınız, katılmazsınız Karagül bildiği hakikatleri çekinmeden ortaya koyan ender yazarlarımızdan biridir. O dönemde kaleme aldığı yazılar ve dış politika sahifesinde neşrettiği haberlerden dolayı sık sık tehdit ve baskılara maruz kalıyordu.
Yeni Şafak’ta bir değil, birkaç yazar Karagül’e psikolojik baskı uyguluyordu. Yazılarıyla göndermelerde bulunarak onu eleştirenler oldu. Hatta bunlardan bazıları Karagül’e selam bile vermiyordu. Bu iç baskı ve tazyik yetmiyormuş gibi bazı medya organları da eski ABD Büyükelçisi ve Neo-conların öncülerinden Eric Edelman’dan kaptıkları fiskosları “Cinnah Fısıltıları” adı altında sızdırarak sözüm ona “Hey ABD’yi eleştirme cüreti gösteren adam bak takiptesin” mesajı vermeye çalışıyorlardı.
Karagül, yazmış olduğu yazısında isim belirtmedi biz de belirtmeyeceğiz. Ancak şu bilinmeli ki Karagül’ün aktardıkları yaşadıklarının yüzde 30’unu bile oluşturmuyor. Mevzunun derinlerine inildiğinde dal budak salacağını bildiğinden Karagül, medyaya sakın ola yazarlarınıza hakikati yazdıkları zaman baskı uygulamayın mesajı vererek sadece yaşadıklarını aktardı.
Star gazetesine Yeni Şafak’tan geçen bir yazar İbrahim Karagül’ü yalancılıkla suçladı. Diğer bazı yöneticiler de Karagül’ü üstü kapalı eleştirdi. Karagül’ü yalancılıkla suçlayan yazarı kınıyorum ve onu eleştirenlere de çağrım; şu çirkin dünyada bari bir sevabınız olsun istiyorsanız hakikat erlerine sahip çıkın. Paraya, güce ve makama tapmayın. Herkes hata yapabilir. Ama lütfen hakikati haykıran erleri susturmayın. Kaybeden sizler olursunuz.
Yeni Şafak gazetesini o dönemlerde birkaç kez ziyaret eden Edelman, ona buna da kızmış olabilir. Ancak asıl hedefindeki adam İbrahim Karagül’dü. Hafıza-i beşer nisyan ile malûl olduğu için bu hakikati unutmuş olanlara, o tarihlerdeki yazıları ve haberleri tetkik etmelerini öneririm.
Fehmi Koru meselesine gelince. Karagül yazısında isim belirtmedi. Sadece bir hatırlatmada bulundu ve bahsettiğim üzere o dönemde yaşadıklarının çok az bir kısmını zikretti. Medyanın olayı sağa sola sürüklemesi ise ayrı bir konu. Ancak bazı yöneticilerimizin Fehmi Koru’yu korumak adına -ki gücün yanında yer almak muhafazakâr denen güruhun karakteristik özelliğidir- Karagül’e haksızlıkta bulunmalarını hazmedemedim. Öte yandan, birileri işi uzatırsa biz de uzatmaya hazırız onu bildireyim…
Son olarak İbrahim Karagül’ün 2006 yılında kaleme aldığı “Edelman olsa da bu haberi yalanlasa!” adlı makalesinden bir alıntı yaparak yazıma son veriyorum:
“ABD Büyükelçiliği'nin bu olayla ilgili 23 Ekim 2003 tarihli açıklaması şu an önümde. Türk-Amerikan ilişkilerini bozmakla, porno sitelerinden haber yapmakla suçlandık. Kendi gazetemizde bu habere yönelik eleştirileri yeterli bulmayan Edelman'ın linç girişimi, çirkin bir boyut aldı. Hürriyet gazetesine ardı ardına sipariş haberler yayınlattı. Ancak bu haberden sonra Irak'ta aslında neler yaşandığı ortaya çıktı. Bütün kirli işler, işkence merkezleri, kayıplar, tecavüz dosyaları birer birer ortaya çıktı ve dünyayı sarstı.
Hâlâ devam ediyor. Devlet terörü, işkence, tecavüz, suikast, sabotaj, katliam, 'ABD-İngiliz-İsrail Cephesi’nin en etkili savaş yöntemi. Devam edecek de. O zaman, ABD adaletini, tecavüzcü askerin vicdanını bir tarafa bırakıp, insan ırkını hedef alan bu uğursuz dalgaya karşı hep birlikte mücadele edelim.”
Hâlâ devam ediyor. Devlet terörü, işkence, tecavüz, suikast, sabotaj, katliam, 'ABD-İngiliz-İsrail Cephesi’nin en etkili savaş yöntemi. Devam edecek de. O zaman, ABD adaletini, tecavüzcü askerin vicdanını bir tarafa bırakıp, insan ırkını hedef alan bu uğursuz dalgaya karşı hep birlikte mücadele edelim.”