70’li ve 80’li yılların en renkli liderlerinden olan Muammer Kaddafi, 2011 yılında yeniden kendinden söz ettirmeyi başardı. Geniş halk ayaklanması karşısında artık dayanamayacağı anlaşılan Kaddafi, giderayak yine öyle cümleler kuruyor ki, herkesi şaşırtmaya devam ediyor…
Aslında Kaddafi tarih sahnesine çıktığı günden beri renkli kişiliği ile tüm dünyayı şaşırtmayı başarmıştı. 1969 yılında henüz 27 yaşında iken, yüz subay ve 5 bin asker ile darbeyle kolay bir şekilde iktidarı ele geçirdi. Komşuları Tunus ve Mısır başta olmak üzere tüm dünya hiç beklenmeyen bir şekilde ortaya çıkan bu darbecilerin kim olduğunu merak ediyordu.
Kaddafi bazı subay arkadaşları ile birlikte darbeden bir yıl önce İngiltere’nin başkenti Londra’nın 50 km uzaklığında bir yerde askeri eğitim aldı. İngiltere’de bulunduğu müddet zarfında arkadaşlarıyla darbe planları ile uğraştığı için, bir gün dahi Londra’ya uğramadığı söyleniyor. İngiltere’den dönüş sonrası hiçbir iç hazırlığın olmamasına rağmen kimsenin beklemediği ve tasavvur bile etmediği bir anda çıkıp kolay bir şekilde (4 saat içinde) yönetime el koydu. Dönemin Libya Kralı İdris o günlerde tedavi için Türkiye’de bulunuyordu. Türkiye’ye karşı büyük sevgi ile dolu olan İdris’in babası Şeyh Senusi Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin çok yakından tanıdığı simalardan biri…
Kaddafi, iktidarı ele geçirdikten sonra ilk bağlantı kurduğu kişi Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır idi. Tüm dünya gibi Nasır da darbeyi gerçekleştiren bu gençleri tanımak istiyordu ve darbenin vuku bulduğu gününün gecesinde acilen danışmanı ve ünlü gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel’i Libya’ya gönderdi. Heykel hatıratında sabaha kadar Kaddafi ve diğer subaylarla sohbet ettiğini not ediyor.
Heykel bir gün sonra Mısır’a döndüğünde direkt Abdunnasır’ın başkanlık sarayına gidiyor ve görüşmesinin sonucunu ona aktarıyor. Heykel, genç ve toy olan subayların hiçbir hedeflerinin olmadığını sadece Cemal Abdunnasır’ı kendilerine örnek edindiklerini ve Mısır ile birleşmek istedikleri yönündeki isteklerini aktarıyor. Birkaç hafta sonra Abdunnasır, Kaddafi ile bir araya geliyor. Uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmemek için birleşme fikrinden şimdilik vazgeçmesini ve nasıl yol izlemesi gerektiği ile ilgili ona nasihatlerde bulunuyor. Fakat 1970’de Abdunnasır’ın ölümüyle genç Kaddafi bir yönüyle rehberini kaybediyor ve daha sonra Nasır’ın üstlendiği rolü üstlenmeye çalışırken rotayı kaybediyor…
Kaddafi artık tek başınadır ve dünyaya nizam vermeyi hedeflemektedir. Arap Birliği toplantılarında giyimiyle ve konuşmasıyla ilgi odağı olmayı başaran Kaddafi, davranışlarıyla diğer Arap ülkelerinin liderlerinin hep büyük tepkisini celbetti.
Güney Akdeniz’e 3 bin mil sahili bulunan Libya’nın yeni lideri, sahip olduğu petrol gücü ile neler yapabileceğinin farkına vardı. Soğuk Savaş döneminin dünyasında ilginç tavır ve davranışlarıyla yer edinmeyi başardı. Günde 3 milyon varil petrol üretiminden elde ettiği paralarla tüm dünya ile oynamaya başladı. Paranın gücünün farkına varan Kaddafi, sadece dünyadaki tanınmış şahsiyetleri, örgütleri ve partileri değil aynı zamanda devlet liderlerini de parmağında hop hop oynatıyordu. “Ben gidersem dinciler gelir fobisiyle” de Soğuk Savaş dünyasının güçlerini kendisine mecbur kılmıştı.
Çok yakından tanıyanların dahi deli ve mecnun dedikleri Kaddafi, şakşakçılarının da inanılmaz teşvikiyle 70’li yılların ortalarında düşünürlüğe soyundu. Kaddafi sadece Arap dünyasının değil dünyanın da yeni bir nizama ihtiyaç duyduğunu düşünerek bir grup şakşakçısı olan akademisyenle birlikte “Cemahiriyye” diye bir fikir ortaya attı.
Tabi Kaddafi ve adamları bu fikri ortaya atmadan önce dünyada Sosyalizm, faşizm, demokrasi, cumhuriyet ve teokrasi başta olmak üzere ne kadar yönetim modeli var ise hepsini inceledi. Machiavelli’nin düşüncesinden çok etkilendi. Tito başta olmak üzere dönemin diktatörleri ile bir araya geldi. Sadece gördüğünün değil okuduklarının da en iyisini yazmak istiyordu.
75 yılında tüm araştırmalarının sonucu olarak “Yeşil Kitap”ı çıkardı. Bu kitapta yazdıklarının en iyi anayasa ve en nizami model olduğunu iddia etti. Yeryüzündeki bütün fikirlerden ilginç konuları seçerek kitabına aktarmıştı. 1977 yılında da ülkesinin adını, “Cumhuriyet” yerine; sosyalizmdeki “halklardan” esinlenerek “Cemahiriyye” olarak değiştirdi. Devletin bir başkanının olmadığını ve halkın kendi kendini “Halk Meclisleri” ile yönettiğini iddia etti. Hakikatte Kaddafi’nin bu düşüncesi kadim Yunan’ın site devleti Atina’da uygulanan “Egzelya / Ecclesia” (Halk Meclisi)’nin kötü bir kopyasıydı.
Petrolden ve doğalgazdan gelen paralar başta olmak üzere devletin tüm gelirlerini kendisi, ailesi ve kabilesi arasında pay ediyordu. Ancak, buna rağmen ülkede “herkesin kendi kendisinin efendisi” olduğunu ileri sürüyordu. “Kaid” lider ve “Fatih” gibi isimlerle halkın kalbini kazanmaya çalışıyordu. Darbesinin adını bile “Fatih Devrimi” olarak adlandırıyordu.
Kaddafi, etrafındaki şakşakçıların etkisiyle kendini sadece bir lider olarak değil aynı zamanda felsefeci, din adamı, düşünür ve neredeyse bir “ilah” olarak görmeye başladı. Hatta bir ara Kur’an-ı Kerim’i yeniden yazma girişiminde bulundu. Kur’an’daki bazı kelimelerin fazla olduğu ve bunların çıkarılması gerektiğini savundu. İslam dünyasında gelen tepkiler üzerine bundan vazgeçti. Bir dönemler “İslami Sosyalizm” kavramına sarılan Kaddafi, 2005 yılından sonra Liberalizm’e ilgi duymaya başlamış ve “Yeşil Kitap” yerine “Mavi Kitap” adı altında bir kitap yazmayı hedeflemişti.
Bunların yanı sıra Kaddafi, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Libya’yı Afrika’da önemli bir müttefik olarak görmesi, Avrupa ve ABD’nin de ülkedeki petrol ve doğalgaz rezervlerine göz dikmesinden dolayı önünde hiçbir engel tanımadan har vurup harman savuruyordu. Çocukları ile birlikte Avrupa’da “Sarışınlar” için paralarını yağdırırken, diğer yandan da dünyanın yeni bir “Che Guevara”sı olduğunu ispatlamak için İrlanda’daki Gizli Ordu Hareketi’nden Filipinler’deki Nur Misuari’nin liderliğini yaptığı Moro Milli Kurtuluş Cephesi (MNLF)’ne, Filistinli direniş örgütlerinden, Latin Amerika ve Afrika’daki örgütlere paralar yağdırdı. Para onun değil miydi? Zaten deli olarak adlandırılmıyor muydu? O halde ne yapsa yeridir dercesine har vurup harman savurdu.
Lâkin Batı, çok yüksek düzeyde bir serveti elinde bulunduran Kaddafi’nin bu paraları gelişi güzel sarfetmesini hazmedemiyordu. Bundan dolayı Kaddafi’nin başına çoraplar örerek elindeki paraların büyük yekûnuna el koymak istiyordu. 1986 yılında Berlin’de ABD askerlerinin uğrak yeri olan bir diskoteğin bombalanmasından sorumlu tutuldu ve ardından Amerikan jetleri Libya’yı bombaladı. 1988 yılında İskoçya’nın Lockerbie kentinde Pam Am uçağının bombalanmasından da Kaddafi sorumlu tutuldu. Lockerbie olayından sonra, ambargoya maruz kalan ülkesi, yıllarca varlık içinde yokluğu yaşadı. Dünya kamuoyunda zor durumda kalan Kaddafi, bu sıkıntıdan kurtulmak için milyar dolarlarca para sarfetti. Sadece uçakta ölen 270 kişinin ailesine tazminat ödemekle yetinmedi, bu davanın sürdüğü yıllar boyunca dünyanın tanınmış birçok devleti liderine ve aracı kurumlarına oluk oluk para yağdırdı. Ancak herkes Kaddafi’nin bu her iki olayla da bağlantısının olmadığını çok mu, çok iyi biliyordu. Fakat, işe yarar bir deliyi dizginlemekten başka bir yol yoktu batı için!?...
Soğuk Savaş sonrası dünya adım adım değişmeye başladı. Doğu Avrupa’daki ve Orta Asya’daki ABD ve Sovyetlerin uyduları bir bir bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı. Ama batı, İslam dünyasında İslamcıların iktidarı ele geçirme korkusu yüzünden soğuk savaş liderlerini sunî yöntemlerle ayakta tutmaya çalıştı. Halk desteğinden yoksun olan topal ördek misali bu dikta rejimler, sübvansiyonlarla diriltilmeye çalışıldı. Ancak değişim rüzgârı güçlü geliyordu ve bunların ayakta durması da imkânsızdı. Irak ve Afganistan işgalinden sonra tüm Müslüman ülkelerde halklar yönetimlerine karşı ayaklanmaya başladı. Batıdan halen destek almaya devam eden ülkeler bu gösterileri geçmişte olduğu gibi şiddetle bastırmaya devam etti. 2008 hem Tunus ve hem Mısır’da başlayan işçi gösterileri yönetimleri devirecek aşamaya gelmişti. 2005 yılında ayaklanan yüzbinlerce göstericinin üzerine Kaddafi’nin ordusu ateş açmış ve bine yakın kişiyi öldürmüştü. Kaddafi’nin 1997 yılında bir cezaevinde başlayan isyanı bastırmak için buldozerlerle cezaevi duvarlarını mahkûmları üzerine yıkmış ve 2 bine yakın insanı ezerek öldürmüştü.
Kaddafi, aslında iktidara geldiği günden beri tüm muhaliflerinin sesini kısıyordu. Çoğunu kendine uygun bir yöntemle ortadan yok ediyordu. Bundan dolayı muhaliflerin çoğu ya Avrupa’ya ve Arap ülkelerine kaçtı ya da cezaevlerinde ömür boyu hapse mahkûm edildi. Cezaevlerindeki insanların birçoğu da inanılmaz işkence yöntemleri ile katledildi. Aslında Kaddafi’ye karşı her zaman ayaklanmalar oldu ancak batının göz yumması yüzünden muhalif sesler çok sert bir şekilde bastırıldı.
İşte bu süre zarfında Muammer Kaddafi, 41 yıllık iktidarı döneminde bugün sonunun gelmesini sağlayacak hatalara da imza attı. Maalesef, geçmişte geçerli olan kaidelerin bugün hükümsüz olduğunu diğer diktatörler gibi göremedi. Onlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1-Kaddafi darbe yaptıktan sonra kendi kabilesi dışında hiçbir kabileyi yönetime ortak kılmadı hatta onları tasfiye etti. Çok farklı kabile gruplarının bulunduğu Libya’da Soğuk Savaş döneminde bu usul geçerli olabilirdi, ancak bugün bu artık tutmuyor. Bugün Kaddafi’nin dışladığı tüm kabileler ona karşı ayaklanmanın başını çekiyor.
2-Kaddafi’nin kendi çıkarları ve hevesi için har vurup harman savurduğu petrol ve doğal gaz paraları geçmişte işine çok yarıyordu fakat bugün artık yaramıyor. Çünkü geçmişte petrol almak için ayağına gelenler, bugün çok farklı petrol kaynakları keşfettiler ve artık petrol üreticilerinin kendi ayaklarına gelmesini talep ediyorlar. Hâlihazırda petrole sahip ülkeler, geçmişte ayaklarına çağırdıkları efendilerinin ayaklarının dibinden eksik olmuyorlar.
3-Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni dengeler, yönetimlerde de belirli değişiklikleri beraberinde getirdi. Günümüzün süper güçlerinin artık her yerde askeri üslere ihtiyacı yok. Çünkü bundan böyle işlerini havadan ve uydudan görüyorlar. Farklı yöntemlerle ülkeleri cezalandırıyorlar…
4-Yine geçmişte olduğu gibi bugün süper güçlerin savaş için artık meydanlara ihtiyacı kalmadı. Küçük ve orta ölçekteki devletler CNN gibi televizyonlar ve CIA gibi istihbarat ağları ile çok rahat bir şekilde devriliyor.
5-Soğuk Savaş döneminde faşist ve diktatör devletler, batıyı irtica veya komünizm fobisiyle korkutarak ayakta duruyordu. Fakat bugün artık buna ihtiyaç kalmadı. Batı, kendi işini kendisi görüyor.
6-Geçen asırda dünyanın birçok yerinde eğitim-öğretim durumu çok düşüktü. Onun için para ve erki elinde bulunduran kişiler, istediği gibi atını sürebiliyordu. Ama bugün dünya değişti. Yüzde 60’dan fazlası gençlerden oluşan Müslüman ülkelerde yeni nesil başlarında halkını fakirleştiren, yolsuzluğa bulaşmış ve baskı ile ayakta duran insanları istemiyor…
7-Halklar, artık ben devlet başkanı değilim safsatasını yutmuyor. Yeni dünya da buna pabuç bırakmıyor. İstediğiniz gibi bir sistem kuramıyorsunuz. Tüm insanları ikna etmeniz gerekiyor. Herkese eşit davranmanız gerekiyor. Devlet başkanı değilsin amma petrol ve doğalgaz paralarını ne diye cebe indiriyorsun o halde?.. Bilin ki, artık sorgulayan bir dünya var ve şeffaf olmak zorundasınız…
Tüm bunlardan sonra görünen şu ki, Kaddafi ve benzerlerinin sonu yaklaşıyor. Çünkü, dünya değişti onlar hâlâ aynı teraneleri okumaya devam ediyor. Saddam, ya da Çavuşesku gibi bir son onu bekliyor. Batı da, yıllarca beslediği insanları sözde insani yardım adı altında kurtarmak için girişimde bulunacağına içten gelen değişime halel getirmesi yeter, kimsenin batıdan yardım istediği falan yok. Batı dünyası kendi kendine gelin güvey olmasın…
Hâsılıkelâm, burada asıl sorgulanması gereken konular şunlar; Kaddafi’nin 41 yıl nasıl iktidarda kaldığı, yıllarca maddi anlamda finanse ettiği örgütler, yazarlar, dini liderler, devlet liderleri ve orduların listesi ve 1969 darbesinde Kaddafi’ye Türkiye’nin destek verip, vermediği…