ABD Başkanı Barack Obama, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında dün gece yaptığı konuşmasında Filistinlilerin kendi devletlerine sahip olmayı hak ettiklerini ancak bunun sadece İsrail'le yapılacak görüşmelerle sağlanabileceğini söyledi. Obama, “Onyıllardır süren bir çatışmayı bitirmek için kısa yol olmadığını düşünüyorum. Barış, açıklamalar ve BM kararlarıyla gelmez. Eğer bu kadar kolay olsaydı, şimdiye kadar barış sağlanırdı” dedi.
Obama, “Sonuçta, bir arada yaşaması gerekenler İsrailliler ve Filistinliler. Sonuçta aralarında bölünme yaratan konularda anlaşmaya varması gerekenler İsrailliler ve Filistinliler, biz değiliz” ifadelerini kullandı. ABD’nin “Filistinlilerin, yapabileceklerine sınır konmadan, kendilerine ait bağımsız bir devlette yaşadığı bir gelecek” peşinde olduğunu belirten Obama, “Ancak Amerika'nın İsrail’in güvenliğine bağlılığı sarsılmaz; İsrail’le dostluğumuz derin ve kalıcıdır” dedi.
Obama’nın bu açıklaması bana ABD eski başkanlarından Harry S. Truman’ın BM’nin tarihi taksim planından birkaç ay önce yaptığı itirafı hatırlattı. Truman 1946’da bir grup diplomat önünde, Siyonist “lobi” ve “Yahudi oyu”nun “baskıları”nın işleyişiyle ilgili olarak şu tarihi itirafta bulunmuştu: “Üzgünüm, beyler, fakat siyonizmin başarısını bekleyen yüz binlerce insana cevap vermek zorundayım. Benim seçmenlerim arasında yüz binlerce Arap yok ki!”
İngiliz eski Başbakanlarından Earl Clement Attlee, Hatıraları’nda şu tanıklıkta bulunuyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nin Filistin politikası, Yahudi oyu ve birçok büyük Yahudi firmasının (ve lobisini) sübvansiyonları ile şekilleniyor.”
Görüyorsunuz işte dünya siyasetinin nasıl şekillendiğini. 1947 yılında BM’de oynan bir dizi “oldubittiler”, Haganah, İrgun ve Stern terör örgütlerinin kanlı saldırıları üzerine inşa edilen İsrail halen bile el üstünde tutulurken, Filistin topraklarının asıl sahiplerine yaşam hakkı tanınmıyor. Bunun neden olmadığı ABD ve İngiltere eski başkanlarının itirafları ortaya koyuyor. Çünkü Birleşmiş Milletler (BM)’in merkezi New York’ta ve hemen hemen çalışanlarının çoğunu ABD ve İsrail lobisi belirliyor. Artık bundan sonra Filistinlilere BM’den bir devlet hakkı verilmesi beklenebilir mi?
Filistin’in taksim kararı BM Genel Asamblesi tarafından 29 Kasım 1947’de kabul edildiğinde: O tarihte Yahudiler Filistin’deki nüfusu tüm göç propagandasına rağmen 200 bin civarında ve topraklarından yüzde 5,6’sına sahiptiler. Filistinliler ise toprakların yüzde 90’ına ve nüfusları ise 1 milyondan fazla idi. Buna rağmen BM taksim planında Siyonistlere toprakların yüzde 57’sini bağışladı ancak Siyonistlerin toprakların yüzde 80’ini işgal etti. Hadi siz şimdi söyleyin adalet bunun neresinde? Bundan böyle sadece Müslümanlar değil dünyanın tüm geri kalanı ABD ve BM’ye nasıl güvensin?
Hatta 1947’deki taksim planının oylanması da iğrenç manevralarla sağlanmıştı. Nitekim Amerikan Kongresi üyesi Lawrence H. Smith 18 Aralık 1947’de Kongre önünde bunu dile getirmişti: “Taksim oylaması yapılan toplantı boyunca Birleşmiş Milletler Assamblesi’nde neler olup bittiğine bir bakalım. Karar’ın kabulü için oyların üçte ikisi gerekiyordu… Oylama iki kere ertelendi… Bu esnada üç küçük milletin delegelerine sıkı bir baskı yapıldı… Haiti, Liberya ve Filipinlerin oyları belirleyici oldu. Bu oylar üçte iki çoğunluğun sağlanmasına yetti. Daha önce bu ülkeler taksime karşıydılar… Delegelerimiz, resmi görevlilerimiz ve Amerikan vatandaşları tarafından onlara yapılan o baskılar, kınanması gereken bir davranıştır.” (US Congressional record – 18 Şubat 1947, s. 1176)
Dönemin ABD Savunma Bakanı James Forrestal da hatıralarında devlet başkanlarına uygulanan baskıyı teyit ederek şunları not düştü: “Baskı yapmak ve Birleşmiş Milletler’Deki diğer milletleri mecbur etmek için kullanılan yöntemler neredeyse skandal oluşturacak tarzdaydı.”
BM’deki oyunlar ve “oldubittiler”den güç alan siyonist terör örgütleri, Filistin bölgelerinde katliama girişti. Deyr Yasin köyündeki katliam başta olmak üzere 571 köyü yerle bir ettiler. 800 bin Filistinli yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı ve mülteci durumuna düştü. Böylece Siyonist örgütler, birkaç ay içinde Filistin topraklarının yüzde 80’ini işgal etti.
Siyonistlerin Filistin’de katliamları artınca BM arabulucu olarak Kont Folke Bernadotte’u olayları incelemek için bölgeye gönderdi. Kont Bernadotte ilk raporunda şunu yazıyordu: “Çatışmanın bu masum kurbanlarının yuvalarına dönmelerini engellemek, en basit ilkeleri bile ayaklar altına almak demektir. Öte yandan Yahudi göçmenler Filistin’e dalga dalga gelmeye devam ediyor, üstelik de bu toprağa asırlardır kök salmışken kovulan Arap sığınmacıların arazilerine sürekli olarak yerleşme tehdidi taşıyorlar.” Ve şöyle tasvir yapıyor: “Askeri zorunluluk olmadığı halde, geniş çaplı bir Siyonist yağma ve çapulla köylerin imha ve tahribi de apaçık ortadadır.” Bu rapor (B. M. Belge A. 648, s. 14), 16 Eylül 1948 tarihinde sunuldu. Ancak 17 Eylül 1948’de Kont Bernadotte ve Fransız yardımcısı Albay Serot, Kudüs’ün siyonistler tarafından işgal edilmiş kesiminde öldürüldü.
İsrail sadece BM yetkililerini öldürmekle kalmıyordu aynı zamanda bugüne değin aleyhinde alınan onlarca BM kararını da tüm dünyaya rağmen reddetti. Bazı BM kararları da ABD tarafından Güvenlik Konseyi’nde veto edildi.
Bu arada, Habertürk yazarı tarihçi Murat Bardakçı Kont Bernadotte’nin Siyonistler tarafından öldürülmesi olayına önceki gün köşe yazısında geniş yer ayırdı. Bardakçı’nın yazısını okumak için tıklayın: İsrail BM kararlarını işine gelirse kabul eder ama gelmezse öldürür
Yarın…
Filistin devletine doğru (5): "İslami terörün" mimarı Netanyahu ve Mavi Marmara