İslam âlemi büyük bir kararın arifesinde. Sadece kendisinin değil tüm dünyanın gidişatı bu âlemin evlatlarının vereceği karara bağlı. Dünyayı sarıp sarmalayan kaos, keşmekeş ve sis bulutları bu coğrafyanın çocuklarının ortaya koyacağı azim ile yok olup gidecek.
O halde, İslam dünyasının sahip olduğu gücü artık keşfetmenin zamanı geldi geçiyor. Bugün Müslümanlar, demografik olarak sadece Endonezya’dan Atlas Okyanusu’na uzanan bir hinterlantta değil beş kıtada da temsil ediliyorlar. İslam bu kıtalarda çok önemli bir rol oynuyor.
Avrupa ve Amerikan kıtasında bir yanda Müslüman nüfus ciddi artış gösterirken diğer yanda siyasette, sanatta ve ekonomide Müslümanlar etkin faaliyet içerisinde. Kısacası, gezegenin her yanında bir Müslüman’a rastlamanız mümkün.
Hakikatte bu, Müslümanlar için çok yeni bir şey. İslam tarihinde ilk kez Müslümanlar bu kadar büyük sıkıntılara ve zorluklara rağmen dünyanın her tarafına yayılmış durumda. Gayrimüslim ülkelerde dahi Müslümanlar büyük bir yekûn oluşturmakta. Hatta hiçbir kıta, ülke, köy ve ev yok ki İslam oralara girmiş olmasın.
Ancak buna rağmen Müslümanlar hâlâ güçlerinin farkına varmış değil. Dinimizin bu yaygınlığının yanı sıra dünyanın en zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmamıza rağmen, bir türlü ilerleme gösteremeyişimizin nedenini çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor?
Bu asır, bir önceki asırdan çok farklı. Her geçen gün değişimini daha bariz bir şekilde yansıtıyor. Her ne kadar postmodern çağ olarak adlandırılan bu dönem, içinde daha çok virüs, vahşet, dehşet ve sapkınlığı barındırıyorsa da, asimile ve mutasyon bağışıklığı kazanmışsa da, İslam için ciddi bir gelecek vaat ediyor.
Bakın, tüm dünya iyi ya da kötü İslam’ı konuşuyor. Gelişen yerel, ulusal ve uluslararası tüm olayların berisinde İslam’ın ciddi ağırlığı var. Ancak bu dinin mümessilleri ortada yok. Bundan böyle Müslümanlar, üzerlerindeki zihni ve bedeni ataleti bir kenara atıp, ümmetin sorunları başta olmak üzere, âlemin tüm sorunlarına çözüm üretmek için İslam’ın ilk neslinin sahip olduğu misyonu çarçabuk yüklenmelidir.
Örneğin 19. yüzyıl ve 20. yüzyılda kurulmuş tüm kuruluşlar ve ittifaklar önemini yitirirken İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) rağbetin artmasının sebebi, bu dinin sessiz ama derinlerdeki gücüdür. Rusya 2003 yılında İKÖ’ye katılmak istediğini belirtti ve ülkesindeki yaklaşık 20 milyon Müslüman nüfusun birçok Müslüman ülkedeki nüfustan daha fazla olduğunu buna delil gösterdi.
Amerikalı ilk Müslüman Kongre üyesi Keith Ellison da, bundan birkaç ay önce, ABD’nin İKÖ’nün doğal üyesi olması gerektiğini söyledi. ABD’nin demografik ve kültürel yapısını buna örnek gösteren Ellison, Amerika’daki Müslüman nüfusun Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) daha fazla olduğunu ifade etti. Ellison, ABD’deki Müslüman nüfusun birçok ülkedeki nüfusa oranla daha fazla olmasına rağmen bu ülkelerin ABD’nin İKÖ’ye üyeliğine karşı çıkmalarını şaşırtıcı bulduğunu açıkladı. Buna karşı çıkanların başında Pakistan geliyor. O da bu ülkelerin İKÖ üyesi olması halinde Hindistan’ın da bu gerekçeyle İslam Konferansı Örgütü’ne girmesinden endişe duyuyor.
Dünyadaki değişim sadece bununla sınırlı değil. ABD başta olmak üzere Rusya ve birçok ülke lideri konuşmalarında bol bol ayet ve hadis kullanıyor. Toplantılarında mutlaka Müslüman temsilci bulunduruyorlar.
Mesela ABD Başkanı Barack Obama, 1 Eylül’de verdiği iftarda, İslam’ın, ABD’nin bir parçası olduğunu ve ülkesindeki Müslümanların da, Amerikan kültürünü zenginleştirdiklerini söyledi. Obama konuşmasında ayrıca, "Müslümanların ABD`ye katkılarını sıralamak çok uzun sürer; çünkü Müslümanlar, bizim toplumumuzun ve ülkemizin dokusuna beraber işlenmiş." dedi. Öte yandan Obama, iftar davetinde okul puanıyla eyalet rekoru kıran Belkıs Abdülkadir adlı Müslüman bir lise öğrencisinin başarısını da davetlilerle paylaştı. Obama, onur konuğu olarak davete katılan Abdülkadir`in sadece ülkedeki Müslüman kızlar için değil herkes için ilham olması gerektiğini ifade etti. Davete ABD Kongresi`nin iki Müslüman üyesi olan Keith Ellison ve Andre Carson da katıldı.
Latin Amerika’dan iki ülke Surinam ve Guyana dâhil olmak üzere 57 üyesiyle dünyanın en güçlü kurumu olan İKÖ, 25 Eylül 1969 yılında kuruldu. Müslüman ülkeler, 21 Ağustos’ta Mescid-i Aksa’nın yakılmasından hemen sonra böyle bir örgütün kurulmasına karar vermişti. Bu kuruluşun tek bir hedefi vardı: Kudüs’ün özgürlüğü! Kudüs, özgürlüğüne kavuşuncaya dek Cidde, İKÖ’nün geçici merkezi olacaktı. Kudüs özgürlüğüne kavuşunca İKÖ daimi mekânına taşınacaktı. Tabi İKÖ 40 yıldır hâlen geçici merkezinden daimi merkezi Kudüs’e geçmek için hazırlık yapmakta.
İlginçtir, bunları yazarken tüm Müslümanların gözü Mescid-i Aksa’daki olaylara yönelmiş durumdaydı. Filistinli Müslümanlar, Yahudi fanatiklerin ve İsrail askerlerinin provokasyonunu boşa çıkarmaya çalışıyorlardı.
Hülasa, şimdi üzerinde düşünmemiz gereken soru şu: İKÖ, daimi karargâhı Kudüs’ün kurtuluşu için bir şey yapıyor mu? Ya da İKÖ, İslam dünyasının istediği şekilde görevini ifa ediyor mu? Ve son olarak bugün büyük bir Müslüman azınlığı bağrında barındıran ABD, Rusya, Çin ve Hindistan’ın İKÖ’ye alınması ne derece yakışık alıyor?