Pakistan medreseleri, sonunda Türkiye’nin gündemine girmeyi başardı. İslamabad yönetiminin talebi üzerine Başbakan Erdoğan kriz ve keşmekeş ile boğuşan ülkeye “İmam Hatip modeli”ni takdim etti. Şimdi herkes bu modelin Pakistan’ı kurtaracağından dem vuruyor. Peki, sormak lazım hakikaten “İmam Hatip modeli” Pakistan için bir çıkış olabilir mi?
Bunun cevabını vermek için her şeyden önce 9. yüzyıldan beri değişik hükümdarlar ve farklı şartlarda 21. yüzyıla kadar varlığını sürdüren ve birçok iniş-çıkış gören bu medreseleri yakından tanımamız gerekiyor.
“Medrese” kelimesi Arapça bir kelimedir. Okumak, öğrenmek, okutmak, öğretmek manasına gelen “de-re-se” kökünden türetilmiştir. Ders, medrese, müderris, dırasat ve tedrisat kelimeleri ayın kökten gelmektedir. Kadim dönemlerde okul, üniversite ve kolej manasında kullanılan medrese sözcüğü Farsça, Malayca, Türkçe, Sivahilice gibi birçok Müslüman toplulukların diline geçmiş ve tüm okullar için kullanılmıştır.
İslam’ın daha ilk günlerinden itibaren yayılmaya başlayan medreseler, en parlak dönemlerini Selçuklular ve Eyyubiler döneminde yaşadı. İsfahan, Belh, Herat, Musul, Bağdat, Basra, Tus, Buhara, Semerkand, Nişabur, Merv, Dımeşk, Sana, Timbuktu, İşbiliyye, Gırnata, Kayravan ve Zeytune’de kurulan medreseler çok meşhur idi. Bu medreselerin en ünlülerinden olan Nizâmiye ve Mustansıriye’de çok değerli İslam âlimleri yetişti.
Tarih boyunca medreseler, devlet tarafından değil özel kişiler ve vakıflar tarafından inşa edildi. Kurucunun bir devlet adamı olması halinde bile o, bu vakıf tasarrufunu Müslüman bir ferd olarak yapmıştır. Bundan dolayı medreseler günümüze dek, “özel, bağımsız ve şahsî” müesseseler olarak gelmiştir. Genelde herhangi bir “fıkıh” mezhebi eksenli olan medreselerde tefsir, hadis, kelamın yanı sıra dil ve edebiyat ilimleri “alet ilmi” (yardımcı ilim) adı altında öğretildi.
Hint alt kıtasındaki medreselerin tarihi de Emeviler döneminde İslâm`ın bölgeye girmesine kadar gider. Fakat bugün Batılıların dillerine pelesenk ettikleri Diyobend medreseleri ise, İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint alt kıtasındaki insanlara İslâmi ilimleri öğretmek için kuruldu. Diyobend medreselerinin ilk temelleri 30 Mayıs 1866 tarihinde Muhammed Kasım Nanevtevi (1832-1880) ve Reşid Ahmed Gangohi`nin (1825-1905) öncülüğünde bir grup âlim tarafından Delhi`ye 90 mil uzaklıktaki Diyobend kasabasında Çatta mescidinde atıldı.
Osmanlı Devleti’nden de büyük destek gören Diyobend medreselerinin, Batılıların iddia ettiği gibi Vahhabi-Selefi düşünce ile hiçbir bağlantısı yoktur. Hatta İslam tarihi boyunca var olan medreselerin çoğu, fıkıh ekolleri eksenli ve genelde Hanefi, Şafi ve Maliki mezhebi ağırlıklıdır. Hanbeli medreseleri ise yok denecek kadar azdır. Diyobend medreselerinde de Hanefi mezhebine ait kitaplar okutulur ve tasavvuf terbiyesi verilir.
Diyobendlilerin bugün Pakistan başta olmak üzere Hindistan, Afganistan, Bangladeş, Keşmir ve Güney Afrika`da çok büyük etkinlikleri bulunmaktadır. Sadece Pakistan’da 10 ila 13 bin arasında bulunan medreselerde 1,7 milyon talebe okutulmaktadır. Brelvi, Şii, Ehli Hadis, Selefi ve Cemaati İslami medreselerinin de bulunduğu Hint alt-kıtasında, medreselerin yüzde 80’i Diyobendi ekolüne müntesiptir.
Batı, genel olarak bu medreselere “şiddet ya da terör yuvası” olarak baktı. Çünkü alt-kıtanın çok önemli düşünürlerini yetiştiren Diyobend medreseleri aynı zamanda işgalcilere karşı da hep direndi. Pakistanlılar ise, bu müesseseleri hep kendi tarihlerinin ve kimliklerinin bir parçası olarak gördü. Ayrıca Pakistan`daki resmi okullarda ilk, orta, lise ve üniversitelerde okutulan “Pakistan Studies” adlı kitaplarda, medreselerin Pakistan’ın kuruluşunda oynadığı role geniş yer ayrılır.
Bugün nüfusu 200 milyonu bulan Pakistan’da, 77 milyon fakir insan bulunmaktadır. Hâlihazırdaki iktidar, ülkesindeki fakirlere odaklanması gerekirken, her nedense 11 Eylül olaylarından sonra ABD’nin baskısıyla medreseleri hedef tahtası haline getirdi. Medreselerle ve Veziristan’daki silahlı gruplarla mücadele etmesi karşılığında Amerikan yönetiminden her yıl milyon dolarlar almaya başladı. Pakistan halkının büyük tepkisini çeken ve ordu içinde büyük bölünmelere neden olan bu olaylar hâlâ devam ediyor.
Pakistan yönetimi, son yıllarda Batı’dan aldığı destek ile medreselere, gerektiğinde Lal Mescidi’nde olduğu gibi saldırı düzenleyebiliyor ya da ABD ordusuna Veziristan’daki medreselerin koordinatlarını verip “terör hücreleri” diye bombalatıyor.
1947’de kurulduğu günden beri medreselere büyük önem atfeden Pakistan, nasıl oldu da son 9 yılda halka rağmen bu müesseseleri karşısına aldı? Pakistan halkı, bugüne dek bağımsız ve sivil olarak gelen bu medreselere yönelik “reform” çalışmalarını ise gülerek geçiştiriyor.
Son olarak medreseye karşı “İmam Hatip modeli”ne can simidi gibi sarılan Pakistan’ın Batı hayranı siyasileri bunu bir merhale olarak kullanıp bu dini okulların içini boşaltmak istiyor. Herkes biliyor ki İmam Hatip müfredatı ile medreselerin müfredatı arasında dağlar kadar fark var. “Ders-e Nizami” programına bağlı olan Pakistan medreselerinde eğitim 8 yıl devam ediyor. Burayı bitiren bir talebe hem hafız hem de tüm İslami ilimleri tedris ederek mezun oluyor. Bu eğitimden sonra 3 yıl daha ihtisas okuyanlar ülkede “müftü” oluyor. Medreselere İmam Hatip’te olduğu gibi 9. sınıftan değil genç yaşlarda başlayan talebeler, bugün ilahiyatların doktora bölümlerinde okuyanlardan daha iyi metin çözümlemesi yapabiliyor.
Velhasıl, Pakistan halkı, Türkiye’nin medreselerin içini boşaltmaya çalışan Batı’nın oyununa gelmemesini istiyor. Ankara’nın zeki ve akıllı hareket etmesini isteyen Pakistanlılar, Türkiye’nin bölge halkı nezdindeki imajının bozulmaması için emperyalistlerin oyunlarına dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Ne diyelim, bizden uyarması, fazla gaza gelmemek lazım galiba…