Taliban, el-Kaide, nükleer silah ve Pakistan-Afganistan sınır sorunu gibi mevzularla başı sıkışan Pakistan yönetimi, son birkaç yıldır bu konularda hiçbir dirayetli adım atamadı.
İç ve dış sorunlar sarmalında kara bulutların hâkim olduğu ülkede insanlar, kaostan çıkış için umut ve ışık arıyor. Pakistan halkı yıllardır kendilerini yöneten ancak bunalımdan başka bir miras bırakmayan askeri liderlerden, köhnemiş bürokrasiden ve toprak ağalarından bir an önce kurtulmak istiyor istemesine fakat yine de onlara ram olmaktan kendini alıkoyamıyor.
ABD’nin baskıları karşısında kendi halkıyla yüz yüze gelen Pakistan ordusu, son beş yılda 10 binin üzerinde kayıp verdi. Pakistan ordusunun kayıplarını kasti olarak düşük gösterdiği kaydedilmektedir. Ordu 2004 ile 2006 yılları arasındaki Veziristan operasyonları sırasında resmi rakamlara göre 1.000 askerin öldüğünü öne sürdü. 2007’de 3 bin askerin öldüğü vurgulandı. Bu yıl ise 5 binin üzerinde kayıp verildiği iddia ediliyor.
Bu, Pakistan için hakikaten çok üzücü bir durum. Çünkü kendi isteğiyle değil dış güçlerin çıkarları için Veziristan bölgesindeki halkına bombalar yağdırıyor ve böylece yüz binlercesini mülteci durumuna düşürüp hayatlarını mahvediyordu.
Bu kirli savaştan dolayı yüzlerce Pakistanlı askerin ordudan kaçtığı bildiriliyor. Hatırı sayılır miktarda askerin daha küçük gerilla birliklerine teslim olduğuna dair sürekli raporlar almakta olan ordu üst komutası, sınır eyaletindeki savaşın kendi birlikleri arasında son derece tepki topladığının gayet iyi farkında. Askerler teslim oluyorlar, zira “Amerika’nın savaşı”nı yürütmeyi veya dindaşlarını öldürmeyi istemiyorlar. Alt rütbedeki subaylar, Afgan sınırında ikinci kez görev yapmaktan kurtulmak için erken emekli oluyorlar.
ABD, ağırlıklı olarak Peştunların yaşadığı ve “imparatorluklar çöplüğü” olarak adlandırılan Veziristan ve Svat bölgesine askerlerini göndermektense Pakistan ordusuna yüklü oranda “para ve silah” desteğinde bulunup onları öne sürmektedir. ABD ordusu ise sık sık bölgeyi casus uçaklarıyla bombalamakta ve yoğun sivil kaybına sebep olmaktadır. Bu işe doğrudan doğruya ABD kalkışmış olsaydı, Pakistan ordusu bölünür ve alt rütbedeki subaylar muhtemelen dağa çıkıp direnirlerdi.
Şubat 2008’de, Amerika’nın ünlü düşünce kuruluşlarından Washington Brookings Enstitüsü, “ABD-Pakistan Stratejik İlişkisi” adı altında bir toplantı organize etti. Toplantıda ABD’li general Anthony Zinni, Pakistan’ın eski genelkurmay başkanı ve ABD büyükelçisi Cihangir Karamat ve ABD eski dışişleri bakanlığı mensubu Richard Armitage vardı. Rutin konuşmalardan sonra Armitage mikrofonu aldı ve Pakistan’ın bir karışıklık içinde olduğuna, zaten 1947’den beri bu halden hiç kurtulamadığına ve artık tek bir ülke değil dört ayrı ülke (dört eyalete gönderme yapıyordu) sayılması gerektiğine, hatta biraz daha ileri gidilirse Veziristan’a “Kaidistan” denebileceğine dikkat çekti.
Pakistan’daki Urduca “Nawai waqt” gazetesinin baş yazılarından birinde şöyle deniliyordu: “Bizi bu Arap mücahitlere karşı savaş ilan etmeye, İslam ve Müslüman düşmanı olan Amerikalılarla aynı safta durmaya zorlayan nedir? Böyle yapmakla kendimize düşman ediniyoruz. Amerikalıları kendi kendilerine savaşmaya bırakmalıyız. Amerikalıları memnun ettik ama kendimize sorunlar yarattık. Mücahitleri yok ettik, onlardan kurtulduk ya da tutukladık diye kendimizle gurur duymamızı sağlayan nedir? Pakistan devlet başkanı tehlikeli bir yolda yürüyor, kendi kendine düşman arıyor.”
1951’den bugüne Pakistan’ın iç ve dış politikasını ABD’nin öncelikleri belirledi. Eski Pakistan başkanı Mareşal Eyüp Han (1958–1969), “Efendi Değil Dost” adlı kitabında bu konuya geniş yer ayırıyor. Pakistanlı ünlü muhalif yazarlardan Tarık Ali “Düello: Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan” adlı kitabında, “Ardı arkası kesilmeyen Washington destekli askeri müdahaleler, Pakistan’daki siyasetin organik evrimini tahrip etti ve siyaseti, bugüne dek geçmiş hatalardan neredeyse hiç ders çıkarmayan ve yetenekleri insafsızca şahsi servetlerinin peşinde koşmaktan ibaret olan vasat ve kirli kişilerin eline terk etti” diyor. Pakistanlı bir general, ABD-Pakistan arasındaki “stratejik ilişki”yi izah ederken, “Amerika bizi ‘prezervatif’ gibi kullanıp tarihin çöplüğüne atıyor” ifadesini kullanıyor.
Pakistan ordusunun Veziristan başta olmak üzere kendi ülkesinde halkına karşı silah kullanmasını talep etmek hem ordunun hem de Pakistan’ın intiharı olacaktır. En katı komuta yapısı bile bu koşullarda birliği sürdürmekte zorlanacaktır.
Şimdi, bu zor şartlar altındaki Pakistan’ın uçurumun kenarından kurtulması için önünde birkaç yol bulunmakta: İlki, Veziristan’daki çatışmalara hemen son verilip, siyaset adamlarının ve ordunun el ele verip silah yerine sorunları siyasi yollarla çözmeye gitmelidir. İkincisi, Hindistan ile açılıma gidip Keşmir sorununa ne pahasına olursa olsun derhal çare bulmalıdır. Üçüncüsü, askeri harcamalarda kısıtlamaya gidilip eğitim, sağlık ve yoksulluk sorununa çözümler düşünülmelidir. Dördüncüsü Pakistan’daki orduyu ve siyaseti kuşatan çeteler Türkiye’deki Ergenekon gibi hemen tasfiye edilmelidir. Beşincisi, Pakistan, ABD ve Çin arasında bir tampon bölge rolü oynamak yerine, Güney Asya’da kendi başına hareket eden güçlü ve bağımsız bir aktör olmalıdır. Altıncısı, ülke dışarından borçlanmayı bırakmalı ve iç kaynaklarına yönelmelidir. Ve son olarak, ABD Pakistan’a sınır ötesi saldırıları ne kadar dayatırsa dayatsın Pakistan ordusu buna yanaşmamalıdır.
Eğer Pakistan bunları yerine getirmez ise, maalesef tarih sahifelerine geçmekten başka bir yolu kalmayacaktır. Bu arada unutmamak gerekir ki Pakistan ordusunun bu işten çekindiğini ve ağır darbe aldığını gören ABD, şimdi başka müttefik ülkeleri bu işin içine dâhil etmeyi hedefliyor.