Kur’an-ı Kerim’de adına sure geçen ve peygamber olup olmadığı tartışılan Lokman (a.s), birçok müfessire göre aslen Sudanlıdır. İmam Suyutî, “Ed Durru’l-Mensur” adlı tefsirinde, siyahî olan Lokman’ın (a.s) Sudan’ın seçkinlerinden olduğunu, kısa boylu, basık burunlu, kalın dudaklı ve düztabanlı olduğuna işaret eder.
Başkent Hartum’a değil de Darfur bölgesine gittiğinizde “Hikmet” kavramı sık sık karşılaştığınız kelimelerin başında gelir. Bölgedeki mülteci kamplarını gezerken halk bize kabile lideri ya da şeyhini seçerken özellikle “hikmet” vasfını haiz insanları seçtiklerini ifade ediyor. Hikmet sahibi olmayan bir kişinin lider olması da zormuş...
Sudan, Lokman’ın (as) diyarı olmasının yanı sıra çok sayıda kadim medeniyeti bağrında barındıran bir ülke. Afrika’nın iç bölgelerine yakınlığının yanı sıra Nil Nehri’nin ülkeyi baştanbaşa geçmesi ve Kızıldeniz sahilindeki limanları sebebiyle Sudan, tarih boyunca kara kıtanın en önemli jeo-politik merkezi olmuştur. Arkeologlara göre, Sudan’ın kuzeyindeki çöller sadece Afrika’nın değil dünyanın en büyük uygarlıklarından bir kaçını bağrında barındırmaktadır. Kuşi (Meroe) ve Punt krallığı bugün bilinen en önemlileri arasındadır.
Kuşi (Meroe) kavminin yaşadığı Nübye bölgesi ülkenin bilinen en eski uygarlığının beşiğidir. Bugün çöl olan bu krallığın yeri, bir zamanlar yeşillikleri, fildişi, koku ve altın toprakları ile tanınırdı. Fakat gelin görün ki bugün bu medeniyetten koca bir çölün ortasında, Mısır piramitlerinden önce yapıldığı bilinen sırlarla dolu 200 kadar piramit kalmıştır. Ancak bu antik şehrin piramitleri de hazine peşinde koşan Batılı gezginler ve arkeologlar tarafından tahrip edilmiştir.
Sadece geçmişte değil asrımızda da önem verilen ülkelerin başında gelen Sudan, Afrika’nın içlerine inmek isteyen tüm sömürgecilerin uğrak yeri oldu. 19. yüzyılda İngilizler burayı işgal etti. İngilizlerin Sudan’ı işgali bugün “terörizmle savaş” olarak adlandırılan kirli savaşın iç yüzünü de ortaya koyuyor. Batı emperyalizmi tarih boyunca kendisine karşı direnen tüm halkları hep barbar olarak gördü. Onları kıyımdan geçirmekten bir an için olsun imtina etmedi. Üstelik asırlardır bu soykırımı yaparken hep aynı kavramı kullanmaktan çekinmiyor: “medeniyet savaşı”. Batı, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı 4 asırdır hep İslam’ı tehdit olarak gördü. Bugün kullanılan demeçler ise tıpkı geçmişin bir izdüşümü…
İngilizlerin eski devlet başkanı Winston Churchill, bir asır önce Sudan’ın Omdurman bölgesinde İngiliz ordusunda hem asker hem de gazeteci olarak görev aldı. 1898’deki Omdurman Muharebesi’nde, İngiliz ordusunun Mehdi devletine karşı düzenlediği saldırıya iştirak etti. İngilizler bu savaşta ilk kez geliştirdikleri “Maxim” marka makineli tüfekleri gaddarca kullandı. Sudan’ın tarihi kayıtlarına göre bu savaşta Mehdi hareketine bağlı 27 bin derviş şehit edildi.
İngiliz Times gazetesi yazarlarından Ben Macintyre, “How would Churchill have answered the Islamist threat?” (Churchill İslami Tehdide Nasıl Cevap verdi?) adlı makalesinde, sömürgeci İngilizlerin 1898’de yaptığı Omdurman katliamının bugün Batı’nın yürüttüğü sözde “terörizmle savaşa” nasıl yön vermesi gerektiğine dair dersler veriyor. Macintyre, Churchill’in yazmış olduğu “In The River War” (Nehir Savaşı) isimli kitapta, terörizmin doğası, İslami fanatizm ve medeniyetler çatışmasının cevaplarının bulunduğunu kaydediyor. Muhammedizmin militan bir inanç olduğunu kitabında ileri süren Churchill, Sudan’daki Omdurman Savaşı’nın barbarlık ve medeniyet arasında bir savaş olduğunu iddia etmişti. Churchill kitabında şu ifadelere yer veriyor: “Nil, kökleri Merkezi Afrika’da, ‘Victoria, Albert ve Keoga göllerinde’, uzun gövdesi Mısır ve Sudan’da ve dalları Kuzey Mısır deltasında olan dev bir palmiye ağacına benzemektedir. Kökler kesilecek olursa dallar kuruyacak ve ağacın gövde kısmı da çürüyüp gidecektir.”
Ellili yıllardan sonra İsrail “Kutsal Nil”e önem vermeye başladı. İsrail, Tevrat’taki “O gün Rab Abramla ahdedip dedi: Mısır Irmağı’ndan büyük ırmağa, Fırat Irmağı’na kadar, bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin Bölümü, 15/18) ifadesinden Allah’ın Nil ile Fırat arasındaki toprakların kendi toprakları olduklarını iddia ederler. Hatta İsrail bayrağındaki beyaz zemin üzerindeki iki mavi kuşak Nil ve Fırat Nehirlerini temsil eder. İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion da İsrail halkına yaptığı bir konuşmasında, “Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmesi gereken bir başka haritası vardır: Nil’den Fırat’a kadar” demişti. Hâlihazırda Nil ve Fırat havzası etrafındaki ülkelerde İsrail’in yıllardır yapmak istedikleri çok ayan beyan ortadadır.
Bunların yanı sıra son yıllarda Sudan’da bulunan zengin petrol rezervleri, Batı’nın ülkeye olan iştahını daha da kabarttı. Siyah altın 2,5 milyon metrekare toprak alanı ile Afrika’nın en büyük ülkesinin başını daha da ağrıtacağa benziyor. 300’den fazla kabilenin bulunduğu ve 100’ün üzerinde dilin konuşulduğu Sudan’da, Güney ve Darfur problemi en önemli sorunların başında geliyor. Güney’deki Hıristiyan grupları hükümetle anlaşmış durumda ancak yüzde yüzü Müslüman olan Darfurluların yönetimle sorunları devam ediyor.
Bir zamanlar bağımsız olan Darfur Sultanlığı, bugün 6 milyon nüfusa sahip. Bölgeyi işgal eden İngilizler Darfur’u 1916 yılında Sudan’a bağladı. 2003 yılında patlak veren Darfur olaylarında on binlerce kişi öldü, milyonlarca insan mülteci durumuna düştü. Darfur’da gördüğümüz manzara hakikaten büyük bir katliamın olduğunu bize gösteriyordu. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) devlet başkanı Ömer el Beşir hakkında tutuklama kararı bulunuyor. UCM’nin kararı çifte standartlıkla suçlayabiliriz lakin Darfur’da işlenen katliamın hesabının birilerinden sorulması gerekiyor. Yoksa Ömer el Beşir başka ülkeleri ziyaret edemeyecek ve Sudan çok hızlı bir şekilde bölünmenin eşiğine sürüklenecek.