Kim tarafından ortaya çıkarılırsa çıkarılsın WikiLeaks’in ortalığa saçtığı belgelerden sonra yeni döneme girdiğimiz ayan beyan görünüyor. Artık hiçbir şey gizli kalmayacak. Dijital veya görsel çağ olarak adlandırılan bu yüzyıl, mahremiyeti, sesli düşünmeyi ve değerleri alt üst ediyor…
Herhangi bir yere düştüğünüz bir not, sarfettiğiniz bir söz, bulunduğunuz herhangi bir yer, mekân ve zamanı tüm mahremiyetiyle birlikte 'Big Brother' kaydediyor. Hotmail, Messanger, Yahoo ve Gmail gibi elektronik postalar, Facebook, FriendFeed, bloglar ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri, iPhone, iPad, cep telefonları, sokak kameraları, uydular, televizyon ve bilgisayar benzeri daha birçok elektronik cihaz an be an artık insanlığı gözetliyor… İnsanlığın artık bundan kurtuluşu namümkün.
Mahkemelerde cep telefonu dinlemeleri ve görüntüleri delil olarak sunuluyor. Gizli kameralar tüm dünyada peynir-ekmek gibi satılıyor. İstediğiniz kişinin evini veya işyerini rahatlıkla dinleyebiliyor ya da görüntüleyebiliyorsunuz. Hatta bunun da ötesinde Google-earth gibi programlarla açık denizlerde, çölde ve dağlarda insanları takibe alabiliyorsunuz…
Birçok ülkede gazetelere ve televizyonlara yansıyan cep telefonu dinlemeleri ve WikiLeaks’in ortaya koyduğu belgeler dünyanın kendisine yeniden çekin düzen vermesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Tüm dünya, WikiLeaks’in ortaya koyduğu belgelerin evrendeki etkisini konuşurken, haktan, ahlâktan ve adaletten bahseden biz Müslümanların da üzerinde daha derin düşünmemiz gereken bir mevzu var. O da, dünyayı sarıp sarmalayan bu ahlâki yozlaşma karşısında hakikaten bizler, Kur’an’ın ortaya koyduğu ve Hz. Peygamberin yol haritasını çizdiği hayatı yaşıyor muyuz?
İşte bakın, tüm dünya medyası Müslüman liderlerin, siyasetçilerin, yazarların ve önderlerin ahlâksızlıklarını ve yolsuzluklarını bir bir ortaya seriyor. Müslümanlar dışındaki insanlar bu bataklığın içinde değil mi? Elbette ki içinde, ancak ahlâktan ve adaletten bahsedenlerin bu pisliğin içinde yer almaları olacak şey değil.
WikiLeaks’in ortaya koydukları aysberg’in görünen yüzü. Daha derinlere indiğinizde tüm dünyadaki bazı Müslüman kimselerin de ahlâklısızlık ve yolsuzluk bataklığında nasıl yüzdüklerini görmek bu dinin hakiki müntesiplerini kahredecektir. Mesela aramızdaki bazı kimselerin Ukrayna’da, Rusya’da, Tayland’da veya diğer Avrupa ülkelerinde gönül eğlendirdiklerini çoğu kimse zaten biliyor. Bazılarının barlarda ya da özel gecelerde içki âlemlerine katıldıklarını biliyor musunuz? Hüseyin Üzmez türü hâlâ bazı kalpazanların dinciler içinde körpe kızların hayatlarını karattığını biliyor muydunuz? Televizyonlarda, gazete köşelerinde, vakıf ve derneklerimizde utanmadan bir de din adına ahkâm kesiyorlar… Peki, fabrikaları olan bazı zengin iş adamlarımızın farklı alanlarda işe fesat karıştırarak ihale üzerine ihale aldıklarını, almadıkları zamanlarda da adamlarını onun bunun üzerine saldırdıklarını biliyor muydunuz?
Fakat tüm bunlara rağmen asıl utanç verici olan ise, hiç yapmaması gerekenleri dünyalık için bu günahlara ortak olmaları… Hatta bu günah gayyasında sarhoş olmuş adamların dini cemaatlere ve tasavvuf hareketlerine yön vermeye çalışmaları ise asla affedilecek bir şey değildir… Ünlü Alman şair Goethe’nin dediği gibi, “başkaları gibi düşünürsek, sonra başkalarına benzeriz.”
Kısacası, zinaya, fuhşa ve yoksulsuzluğa bulaşmış bu insanların herhangi bir yapının içinde günah çıkartmalarına fırsat verilmemeli. Onun için ey Müslümanlar, Bilallerinize, Habbablarınıza, Ebuzerlerinize ve Sümeyyelerinize sahip çıkın, fakir ve yoksul oldukları için onları dışlamayın. “Aridu’l Kafa” yani kafaları oyunlara, kötülüğe ve çirkinliğe çalışmadığı için kovmayın.
İş adamlarınızdan Ebu Bekir gibi olanlarına sahip çıkın, siyasetçilerinizden Ömer gibi olanlarına sahip çıkın ve yazarlarınız ve âlimlerinizden de Ali gibi olanlarına sahip çıkın…
Onun için ey Müslümanlar! Artık şeffaf olun, mert olun, merd olun ve yeni bir ahlâk isyanı başlatın. Tüm dünya sizin çağrınıza muhtaç iken dünyanın yüzdüğü bu çirkefin içinde yüzme hakkınız yok, yok, yok…
Ey Müslümanlar! Allah (cc) yarın neden iktidar olmadığınız için değil, her hâl ve şeraitte neden ibadet etmediğiniz, salih amel işlemediğiniz, fakire, yoksula ve yetime sahip çıkmadığınız için hesap soracaktır. Din imtihandır ve nasihattir…
Hâsılıkelâm, nasıl şeffaf olmamız gerektiğine İslam tarihinde iki örnekle makaleme son verelim:
1- Hz. Peygamber (sav), Mescid-i Şerifte itikâf iken Safiye validemiz O’nu ziyarete gelir. Ziyaret sonrası, Safiye validemiz (r.anhâ) dönüp giderken, Allah Resûlü (sav) zevcesini yanına almış, onunla beraber yürürken, iki sahabi, hızla oradan gelip geçer. Onlardan birisi Evs kabilesinden çok önemli bir zât olan Üseyd b. Hudayr, diğeri de Abbad b. Bişr’dir. Hz. Peygamber (s.a) onları durdurarak şöyleder: “Yanımdaki kadın karım Safiye’dir.” Onlar da “Sübhenallah ey Allah’ın Rasûlü, senin hakkında hiç şüphe edilir mi?” derler. Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verir: “Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Zihinlerinize kötü bir düşünce yerleştirir diye korktum.”
2- Hz. Ömer (ra) bir gün halka seslenir: – “Ey Cemaat! Dinleyin! Belleyin! Belledikten sonra da muktezasıyla amel edin!” diyordu.
Birdenbire cemaatin içindeki sessizliği yırtan bir sesin yükseldiği duyuldu. Bütün halkın dikkatini, Hz. Ömer’in sesinden daha ziyade üzerinde toplayan bir ses sahibinin hemen orada dikiliverdiği görüldü. Bu zat kalkmış doğrulmuş minberin önünde, Hz. Ömer’e karşı:
– “Hayır! Dinlemiyorum da bellemiyorum da!” diyen bir Sahabi idi…
Niçin öyle diyordu, niçin Hz. Ömer’e itiraz ediyordu, kimse bilmiyordu ama bir kaç dakika sonra mesele açığa çıkacaktı. Ömer (ra) süslü bir gömlek giymişti o gün sırtına. O gömlekle çıkmış, ilk giydiği gömlekle halka hutbe irad ediyordu… O gömleğin kumaşı, bir gün önce ganimetle taksim edilen kumaş parçalarındandı. İtiraz eden Sahabiye de kumaştan parça verilmişti, fakat bir gömlek yapacak kadar olmadığı için kendisine bir gömlek yapamamıştı, belki çocuklarından birine ancak bir gömlek yapabilmişti. Sahabi Ömer’in sırtında gördüğü o tam gömleği görünce itiraz etmişti. Bir haksızlık hakkaniyete karşı bir tecavüz müşahede etmişti. İşte onun için Ömer’i dinlemiyordu ve dinlemediğini ilan ediyordu.
Niçin öyle diyordu, niçin Hz. Ömer’e itiraz ediyordu, kimse bilmiyordu ama bir kaç dakika sonra mesele açığa çıkacaktı. Ömer (ra) süslü bir gömlek giymişti o gün sırtına. O gömlekle çıkmış, ilk giydiği gömlekle halka hutbe irad ediyordu… O gömleğin kumaşı, bir gün önce ganimetle taksim edilen kumaş parçalarındandı. İtiraz eden Sahabiye de kumaştan parça verilmişti, fakat bir gömlek yapacak kadar olmadığı için kendisine bir gömlek yapamamıştı, belki çocuklarından birine ancak bir gömlek yapabilmişti. Sahabi Ömer’in sırtında gördüğü o tam gömleği görünce itiraz etmişti. Bir haksızlık hakkaniyete karşı bir tecavüz müşahede etmişti. İşte onun için Ömer’i dinlemiyordu ve dinlemediğini ilan ediyordu.
Artık hutbe dinlenmiyordu camide, Hz. Ömer ile o sahabenin konuşması dinleniyordu. Sahabe:
– “Ya Ömer! Allah’dan kork!” diyordu, “Zulmediyorsun” diyordu. “Dün bana bir parça kumaş verdin, kendine de aldın. Nasıl oluyor ki ben bir gömlek yapamıyorum, sen sırtına bir gömlek yapıyorsun, sonra da karşıma dikilip bana, dinleyin belleyin diyorsun! Ne dinlerim ne de bellerim seni!”
Hz. Ömer belki da haksızlık karşısında böyle sükût etmeyen, hakkı pervazsızca anlatan böyle bir sahabiyi gördüğü için çok memnun olmuştu. Onu oradan kovmak için bir girişimde de bulunmak şöyle dursun meselenin vuzuha kavuşması için:
– “Oğlum Abdullah! kalk ve bu gömleğin hikâyesini destanını anlatıver” demişti.
Hz. Abdullah kalktı, camide babasını cemaate tezkiye ediyordu:
Hz. Abdullah kalktı, camide babasını cemaate tezkiye ediyordu:
– “Babama da bir parça kumaş düştü, bana da bir parça kumaş düştü ama ne ona düşen, ne de bana düşen ikimize de bir gömlek yapmadı. Onun için ben hissemi babama verdim, Cuma günü halkın karşısına çıkarken dar ve yamalı olan gömleği yerine cedid-yeni bir gömleği olsun, onunla halkın karşısına çıksın, hutbe okusun… Onun için böyle oldu bu. Yoksa babamın payına düşen kumaş bir gömlek çıkacak kadar değildi…”
Aynı Sahabi sesi çıktığı kadar bağırıyordu:
– “Söyle ya Ömer! Dinliyorum şimdi” diyordu… “Hakkaniyetini gördüğüm için, adaletini gördüğüm için diniyorum” diyordu…