Acının Türkçesi Kürtçesi
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-01 13:50:08
Doktorlar söylerler, aslında bizi yataklara düşüren ateş yükselmesi hadisesi bir sağlık alametidir, vücudun dışarıdan nüfuz eden mikroba karşı direncinin göstergesidir. Ama makul bir düzeyi aşarsa beyinde bir takım hasarlarla yol açabilir, menenjite dönüşebilirmiş. Diyeceğim o ki, Kürtlerin aslında bu tür katliamları onaylamadıklarını, bu yüzden kendilerinden beklenen, bu tür olaylara tepki göstermek olduğunu anlatmak istiyorlarsa bu bir sağlık alametidir. Ama eğer bu sözlerin altında “görüyor musunuz nasıl da sessiz kalıyorlar. Bunlar aslında bu tür olayları zimnen onaylıyorlar. Hepsi bölücü bunların!” gibi bir anlam yatıyorsa, sosyal bir menenjit hadisesi ile karşı karşıya olduğumuzun resmidir. Ateş düşürücü falan kar etmez yani. Bir değil bin gösteri düzenlesen onu da başka şeylere yorarlar.
Esasında hem Türklerin Kürtlerden hem Kürtlerin Türklerden böyle bir beklenti içinde olmalarını, yani dar zamanda yanında olduğunu görmeyi arzu etmelerini gayet normal ve gerekli gördüğümü belirtmeliyim. Acılı bir halinde yanında görmediğinde ise her iki tarafın da serzenişte bulunması doğaldır ve söylediğim gibi sağlık alametidir.
Ulusal medyada pek görülmese de Kürt cenahından da benzeri bir yakınma hep var olmuştur. Buna çok kere şahit olmuşluğum var.
Seksenli yıllardı. Basına da yansımıştı. Siirt’in bir köyünde özel tim köylülere köyün ortasında dışkı yedirmişti. Bir arkadaşım: Ben Müslüman Türklerin buna tepki koyacağını düşünüyorum. Bu kadarı da fazla!diyecekler demişti bana. Öyle olmadı. AHİM tepki koydu ve Türkiyeye bilmem kaç yüz bin avro tazminat ödetti. Halbuki Türklerin en küçük bir tepkisi hiçbir maddi bedelle ölçülemez bir kardeşlik örneği olurdu.
Yine o yıllarda Bulgaristan Türklerine o zamanın Bulgar yönetimi korkunç bir baskı uyguluyor, isimlerini değiştiriyor, direnenleri Türkyiye göçe zorluyordu. Tam bir etnik temizlik. Kürdüyle Türküyle hepimiz ayaktaydık. Türkiye devlet olarak göç edenlere kapıları açmış, kapılarla birlikte Türkiye halkları da yüreklerini açmıştı muhacirlere. Soydaş kavramı o günlerde basbayağı popülerdi. Kamplarda geçici bir süre tutulduktan sonra “soydaşlar” ülke içinde rahatça dolaşıp iş, ev bark sahibi olmaları temin ediliyordu. Bu, gayet insanı ve İslami bir tutumdu.
Hemen hemen yakın tarihlerde Saddam Hüseyin’in katliamlarından kaçan yüz binlerce Kürt kendilerini Türkiye sınırına atmışlardı. Ama günlerce sınırda aç sefil bekledikten sonra BM nin araya girmesiyle içeri alınmışlardı. Kürt diyorum ama basının ve resmi kurumların dilinde “Peşmerge” gibi ötekileştirici bir isimle anılıyorlardı. “Soydaş”ın sempatikliği karşısında “Peşmerge” alabildiğine antipatikti yani.
“Peşmergeler” “Soydaşlar” gibi Türkiye içinde rahatça gezemiyorlardı. Etrafı tel örgülerle çevrilmiş jandarma gözetimindeki kamplarda kalıyorlardı ve bölge halkıyla herhangi bir temas kurmaları kesinlikle yasaktı. Birkaç sene o kamplarda kaldılar. Memlekete her gittiğimde Muş’ta yol kenarındaki kamplarını görüyor, açık cezaevi benzeri bu kampta mahpuslar gibi volta atışlarını seyrediyordum. Bir çok Türk arkadaşımdan o günlerde “peşmergece” diye bir dilin varlığını bile duymuştum.
Halepçe katliamının üzerinden birkaç ay geçmişti. İstanbul Sultanahmet meydanında bir grup Kürt genci oturma eylemi yapıyorlardı. Etraflarını polis sarmıştı. Ben de İslamcı bir Türk arkadaşımla oradan geçiyordum. Merak ettik oturanları bir süre izledik. İçlerinde ikimizin de tanıdığı İslamcı bir Kürt genci (şimdilerde Kürt halk edebiyatı, Kürt klasik edebiyatı alanında önemli çalışmalara imza atmış yazar Halit Yalçın) vardı. Arkadaşım şaşırmıştı (aslında ben de).
Arkadaşım biraz şaka yollu “senin ne işin var orda?” dedi. Çoğunluk solcu olduğu için. Oturma eylemine katılan İslamcı Kürt, İsmet Özel’in baba bir kitabına isim olacak çapta bir laf etmişti: “Sen neden burada değilsin?!” Bu sözü bir Kürt olarak bana değil de Türk olan arkadaşıma demesi manidardı.
Azerbaycan’da halk cephesi liderliğinde ilan edilen bağımsızlığın Moskova tarafından azatlık meydanında tanklarla ezildiği günlerde Kürt gençleri miting meydanlarında Türklerle birlikte bu katliamı protesto ediyorlardı. Ermeni Azeri savaşında hocali katliamını protesto ettikleri gibi. Kürtler basın tarafından öne çıkarılan Azerilerin katliama uğramasını protesto eden Türklerin yanında yer alırken, her iki taraf da aslında en ağır darbeyi Laçin ve Kelbecer gibi Kürt yoğunluklu şehirlerin aldığından habersizdiler. Basın acının bir tarafına bir gözünü kapatmıştı çünkü.
Ama seksenli yılların sonlarında Saddam Hüseyin’in Kur’an-ı Kerim’den bir surenin adını kullanarak başlattığı “Enfal” hareketinde 183 (yazı ile: yüz seksek üç) bin Kürdü arap çöllerine gömdüğünden haberi dahi olmamıştır bu gün “Kürtler nerede? Niye sesleri çıkmıyor?”diyenlerin.
Türk’ün acı çektiği her yerde Kürdü yanında görmek isteyenler yerden göğe kadar haklıdırlar. Tıpkı Halepçe katliamını protesto eden dostumun Türk arkadaşını yanında görmek istemesi gibi.
Kürdün acılarını ötekileştirici yaftalarla görünmez kılan, Türkün acılarını da Kürdün biganeliğinin bir kanıtı olarak sunan, bazı aydınların da bunun bir hakikatmiş gibi bir algıya sahip olmasına, en azından kuşkulu bir dil kullanmalarına sebep olan bu gizli el masum değildir. Oysa herkes bilir ki Anadolu tarihinin her karesinde, Malazgirt’ten Çaldıran’a, balkan savaşlarından birinci dünya savaşına, Çanakkale’den kurtuluş savaşına kadar kader anı mesabesindeki her sahnede Kürtlerle Türkler yan yana olmuşlardır.
Bugün dağlarında büyük ölçüde bu gizli elin iki yönlü teşvikiyle süren kirli savaşta Kürtlerin ve Türklerin zımni destekçi oldukları gibi bir sonuç çıkarmak entelektüel akla sığmaz, bu toprakların tarihiyle bağdaşmaz.
Başka hiçbir şey yapmayalım, sadece şu deli gömleği misali bize giydirilen sistemi bertaraf edelim, Kürtlerle Türklerin yan yana omuz omuza olduklarını görürüz.
SON VİDEO HABER
Haber Ara