Muhattabınız Kürt Halkı mı Pkk mi?
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-08-23 18:42:29
Rivayet odur ki Hz. Ali, ilk çocuğu dünyaya geldiğinde adını “Harb” (savaş) koymak ister. Peygamberimiz “Hasan” (İyi, güzel) olsun der. Sonra Hz. Ali’nin ikinci oğlu dünyaya gelir ve tekrar “Harb” adını vermek ister, peygamberimiz tekrar olmaz der ve “Hüseyin” (iyicik, güzelcik) olsun der. Mesajı alan İmam Ali üçüncü ve doğumundan hemen sonra ölen oğlunun adını “Muhsin” (iyilik eden, güzellik saçan) koyar.
İsimle müsemma arasında ilginç bir bağ vardır. Bu yüzden peygamberimiz cahiliye döneminde konulan köpek, çekirge, böcek anlamına gelen isimlerin konulmasını yasaklamış, olanları da değiştirmiştir. Tıpkı lat, uzza, hubel gibi putların kulu anlamına gelen isimleri değiştirdiği gibi.
İsimlerin taşıdıkları anlamların bu isimleri alanların karakterlerine sinen bir etkisinin olduğunu anlatmak istemiştir bu tavrıyla peygamberimiz. Modern bilim de ismin müsemma üzerinde psikolojik etkisinin olduğunu kabul eder.
Siyer kitaplarında anlatıldığına göre Hudeybiye antlaşması arefesinde kureyşliler görüşmelerde bulunmak üzere Sa’b (Zor) adlı birini kendilerini temsilen gönderirler. Peygamberimiz onun geldiğini duyunca rahatsız olur. Nitekim görüşmeler zor geçer ve bu zor adamla anlaşma sağlanamaz. Müslümanlar bekleyişlerini sürdürürler. Kureyşliler Mekke’ye hac maksadıyla girmeye kararlı görünen Müslümanları ikna etmek için bu sefer Suheyl (kolaycık) adlı birini elçi olarak gönderirler. Peygamberimiz onun adını duyunca anlaşmamız kolay olacak der.
Kürt sorunu bağlamında olayı muhatap isimler üzerinden ele alacak olursak on yıllık Ak Parti iktidarının ilk döneminde savaşın doğrudan yöneticisi, yönlendiricisi konumundaki içişleri bakanı Abdulkadir Aksu’ydu. İktidarın sorunu kardeşlik, merhamet ve şefkat söylemiyle çözmeye ilişkin yaklaşımına uygun bir seçimdi bu. Nitekim Abdulkadir Aksu da merhamet ve şefkatin ağır bastığı kulluk (abd) ile karışık devletin kudretini (kadir) yansıtır bir tutumla düşük yoğunluklu bir savaş sürdürdü. İkinci iktidar döneminde umutlar iyice yeşermişti. Herkeste bu sorunun çözüme en yakın evrede olunduğuna dair güçlü bir inanç vardı. Halk desteği, entelektüel destek ve ekonomik başarılar bu yönde tereddüt etmeksizin adım atılmasını kolaylaştırıcı nitelikteydi. Nitekim hükümet de tünelin ucundaki ışığı müjdelercesine Beşir Atalay’ı içişleri bakanı olarak atamıştı. Bu atama bile başlı başına bir ilerlemeydi. Beşir (müjdeleyen) hoca, ismiyle mütenasip bir tavırla çok önemli adımlar attı. Türkiye tarihi açısından devrim sayılacak bir açılıma imza attı. Üniversitelerde Kürtçe bölümler açıldı. Kürtçe üzerindeki resmi yasak en azından moral, ahlaki dayanağını yitirdi, bütün yasal dayanakları ortadan kalkmamış olsa da. Ama PKK tarafı Beşir hocanın karşısına Bahoz (fırtına, kasırga) ismini çıkardı ve yeşeren barış fidanlarını kasıp kavurdu. Üçüncü iktidar döneminde Ak parti bu hoyratlığa kendi söylemi açısından bile geriye dönüş sayılacak bir isimle, İdris Naim Şahin’le bu kasırgayı savmayı seçti. İlk iki döneminin de gerisine düştü. “Şahin”leşti.
Halbuki Ak Partinin örgütü değil Kürtleri muhatap aldığı varsayılıyordu ve bir çok Kürt de buna dayanarak Ak Partiye oy vermişti. Ak Parti de sorunun çözümünü yüklediği isimlerin seçiminde örgütü değil halkı esas aldığını gösteriyordu. Örgüt tarafından estirilen “Bahoz”un tozu dumanından olsa gerektir hükümet Kürt halkını bu hengamede unuttu. Bir anlamda örgütün tuzağına düştü.
Şimdi bizlere düşen Ak Parti iktidarına asıl muhatabının Kürt halkı olduğunu hatırlatmaktır. Dersim’in Alpdoğan’ından 2012 nin “Şahin”ine kadar geçen süreçleri doğru okumasını sağlamaktır.
İdris Naim Şahin içişleri bakanı olduğu sürece hükümetin örgütü muhatap aldığını anlayacağız. Muhataplık her zaman oturup masa başında müzakere etmek anlamına gelmez, aynı yöntemi kullanmak da bir tür muhataplıktır. Yani aynı dilden konuşmak.
Bırakın Beşir hocayı Abdulkadir Aksu dönemi bile Kürtlerin muhatap alındığını gösteriyordu oysa.
SON VİDEO HABER
Haber Ara