Tarihçi İlber Ortaylı, bugün Hürriyet'te yayınlanan yazısında Türkiye nüfusunun büyük bir kısmının Marmara ve Akdeniz bölgelerini kapsayan belli bir alana yığıldığını, bunun su-hava gibi doğal kirliliklerin yanı sıra kültür ve medeniyet açısından ağır kayıplar getireceğini belirtti.
Esnaf'ın dağınık ve kuralsız yerleşimlerinin İstanbul'daki tarihi eserlere zarar verdiğini de belirten Ortaylı, tarihi eserlerin halk tarafından sevilmesini ve bunun 'kitle denetimi' sağlayacağını yazdı.
İşte yazının ilgili bölümü:
NÜFUS BATI'YA YIĞILDI
Çoğumuzun her gün tekrarladığı ama bir yandan da getireceği kaosa alıştığımız bir korkunç gerçek var. Türkiye yüzölçümünün yüzde 20'sinden daha dar bir alana yani İzmit Körfezi-Antalya çizgisinin batısına nüfusun hemen hemen yarısı yayılmış durumda.
İHRACATIN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU KUZEY MARMARA'DA
Bunun içinde de Kuzey Marmara aşırı bir yoğunluğa sahip. Hemen hemen Türkiye ihracat gelirinin büyük çoğunluğunun (70 milyar dolar İstanbul, 15 milyar dolar Kocaeli) bu bölgeden geldiği, buradaki sınai-ticari üretimin bu miktarı sağladığı tekrarlanacak.
Galiba felaket de burada. Dilovası tipindeki tabiat kirlenmeleri ve toplumun sağlığını bozan örnekler böyle artacak. Tekirdağ gibi nüfusu 2010'dan itibaren yüzde 20 artan Marmara kıyısındaki eski, küçük sevimli şehrin durumu bu bölgede nüfus bakımından sağlıklı bir gelişmenin bitmesi demektir. Hiç kuşkusuz ihracat ve üretim miktarlarının yüksekliği doğrudan bu nüfusla ilintili değildir. Daha az artış daha dengeli bir yerleşmeyi hatta daha da fazla üretimi, sanayileşme ve hizmet sektöründeki gelişmeyi sağlayabilir.
'YEŞİL BURSA'DAN ESER YOK
Çevre sorunları artık soluduğumuz havayı ve gözlerimizin aradığı estetiği yok eder duruma geldi. Büyük kentlerde İstanbul, Bursa ve İzmir'de yeşil aranır bir alan haline dönüştü. Bilhassa Bursa'nın 1960'lardan sonra ve 1970'lerden itibaren yeşil Bursa olmaktan çıktığı görülüyor. Bir şehir 40 sene içerisinde kent içindeki ıhlamur kokuları, kentin hemen kenarındaki meyve bahçeleriyle tanınan yapısından, kısa zamanda yeşili nasıl silinebilir kimse hatırlamıyor.
ZAYIF HAFIZAMIZ, BU GELİŞMELERE GÖZ YUMMAMIZA SEBEP OLUYOR
Galiba toplum olarak hafızamızın lagarlığı (zayıflığı) bu gelişmelere göz yumulmasına neden olmuştur. Yakın gelecekte Trakya'ya nüfus yığılacak. Bu kaçınılmaz. Çünkü uzak Anadolu vilayetlerinde Kanal İstanbul projesine yönelik ilgi Boğaz'ın veya Marmara'nın geçişlerine duyulan bir kaygıdan ibaret değil. Memleketindeki sat, Trakya'da arazi al ve “Spekülasyon yap, yan gel yat” diye özetlenecek bir yaklaşım var.
TRAKYA BİR ANDA ŞEHİRLEŞİRSE SU-HAVA SAĞLIĞI ve KÜLTÜR MEDENİYE TBAKIMINDAN KAYBA UĞRAYACAĞIZ
Türkiye'nin bu konularda milli bir mutabakat planına girmesi kaçınılmaz. Ancak partiler arasında bu uzlaşamaya yetenekli bir zemin yok. Elimizde Osmanlı Rumelisi'den kalan son parça yani Trakya veya bazılarının Avrupa diye tekrarladıkları bölge böyle süratle şehirleşirse Türkiye'nin sadece tarım bakımından değil hem şehirleşme, hem su ve hava sağlığı, hem de kültür ve medeniyeti bakımından ağır bir kayba uğrayacağı gerçek.
...
İSTANBUL'UN EMANETLERİ
İstanbul'da Nuruosmaniye ve Kapalıçarşı çevresi şehrin birçok eski semtlerine ve abidelerine göre daha şanslıdır. Şansı da hiç değilse kumaş, gümüş, antika halı arayanların ve genelde İstanbullu hanımların çokça gezdiği bir bölge olmasından ileri gelir. Gözlerden ırak müteahhitlerin veya mezar taşı hırsızlarının zulmüne uğrayan bölgelere göre burayı şanslı addedebiliriz ama maalesef İstanbul halkının çoğunun gezdiği bu bölgede de insanımıza has vurdumduymazlık geçerlidir. Bazı eski eser korumacılık ilkeleri vardır, bunların başında eski vakıfların, çarşıların önündeki dükkânların gümüş-altın atölyesi, demircilik veya deri ustalığı yapanlardan uzak tutulması gereğidir. Çünkü bu dallarda bugün kullanılan bazı malzemenin, teknik aletlerin ve hassaten uygulanan teknolojinin geleneksel ustalardan ve bazı atölyelerden farklı olmasıdır. Bu gibi dallar şehrin abidelerine zarar veriyor. Metal ve asitin kullanılmasından doğan artıklar, şehrin eski lağım sistemini tahrip ediyor. Bu konuda alınan tedbirler kuyumcuların başka yerlere nakli çalışmaları ustalıkla kesintiye uğratılır.
TARİHİ ESERLER KONUSUNDA 'KİTLE DENETİMİ' VURGUSU
Bir konu daha var: Bu gibi yerlerde ayaküstü hizmet veren aşçı dükkânlarının bulunması bazılarımıza çok hoş görünse de korumacılık açısından aynı keyfiyette değildir. Biri tezgâhından çıkardığı soba borularını tarihi eserin üstünden dolaştırıyor. Diğerinden çıkan duman cami hazirelerindeki mezar taşlarının tahribini hızlandırıyor. Yoğun kirli su atıkları 17., 18. asırların aksine tahripkâr asit ve bu gibi kimyevi maddeleri içeriyor. Gezdiğiniz zaman çarşı dükkânlarının zevksizlik örneği levhalar, tabelalar, panolarla örtüldüğünü görürsünüz. Kullananların bu estetik düşmanlığı güya sahayı denetleyenlerin ve en başta Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün de gözünden kaçıyor. Yine acı bir örnek: Nuruosmaniye Camii avlusundaki yüzyıllık mermer kaplamaları üstüne kimyevi levhalarla yalıtım yapılmış. Bu muhteşem eser işgüzarların kararına mı bırakılacak? Anlaşılan ya Vakıflar'ın buralara müdahale gücü yok ya da birileri onları devamlı engelliyor.
Bizim memlekette demokrasi bazı kimselerin ve bazı grupların kanun ve yönetmelikleri ihlal etmesi demektir. Tek çare buralarda gezinen hemşerilerin etrafa göz atması, merakla bakması sevmesidir. Kapalıçarşı yöresinde, Çemberlitaş'ta, Nuruosmaniye'de alışveriş demek sadece gittiğiniz dükkâna adım atmak olmamalı. Etrafı gezme ve görme alışkanlığı zevki arttıkça kitlenin denetimi ve sesi de güçlenir.