'AB'nin Türkiye'yi suçlayacak lüksü yok'
HÜGO Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan, 'AB'nin Türkiye'yi suçlayacak lüksü yok' dedi...

Oluşturma Tarihi: 2015-09-03 04:07:28

Güncelleme Tarihi: 2015-09-03 04:07:28

Sputniknews.com'un haberine göre; Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HÜGO) Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan, sığınmacı krizinin dünyanın yaşadığı en büyük kriz olduğunu söyledi. Erdoğan, "Artık bunun şakası yok, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan en ciddi insani kriz yaşanıyor ve uzunca süre bu krizin ciddiye alınmadığını da biliyoruz" dedi.

Birdenbire Avrupa'ya yönelen insanlar çıkınca Avrupalıların 'ne oluyoruz' demeye başladıklarını kaydeden Doç. Dr. Erdoğan, şunları söyledi:

'SURİYELİLER TÜRKİYE'DE GELECEK GÖREMİYOR'

"Bunun da sebebi şu: 2011'den beri insanlar bu ülkeden kaçıyor, ülkesinden kaçmaya çalışan daha 5 milyon insan var Suriye'de. Çünkü bu işin şakası yok, yüz binlerce insan öldü, inanılmaz çok sayıda insan yaralandı, şehirler tahrip oldu, ev kalmadı iş kalmadı. Türkiye'ye gelenler veya diğer komşu ülkelere gidenler, bu işin bu kadar uzayacağını onlar da beklemiyordu. 'Rejim şu olur bu olur biz evimize geri döneriz' diyorlardı. Ama şimdi artık bayağı bir netleşti ki, bunlar geri dönemeyecekler. Biz her şeyin fıtratından, doğasından söz ederiz, göçün de böyle bir fıtratı var, insanlar belirli bir sürenin üstünde kaldıklarında isteseler bile geri dönemiyorlar ve kendilerine bir gelecek kurmaya başlıyorlar. Türkiye'deki Suriyeliler, Türkiye'de kendilerine bir gelecek göremiyorlar yasal anlamda. Şunu fark ettiler ki ülkelerine de geri dönemeyecekler." 

'AVRUPALI KENDİLERİNE ULAŞAN 250 BİN KİŞİYE BAKIYOR'

Türkiye'deki Suriyelilerin önünde iki seçenek olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Erdoğan, "Ya Türkiye'de 'bakalım ne olacak' diye beklemek ya da risk alıp Avrupa'ya doğru riskli bir biçimde ulaşmaya çalışmak" dedi. 

Son bir yılda 2500-3000 kişinin Akdeniz'de  Avrupa'ya ulaşmak isterken teknelerde boğulduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Erdoğan, 250 bin kişinin de ulaşmayı başardığını gözardı etmemek gerektiğini kaydetti. Doç. Dr. Erdoğan, "Avrupalı o 250 bin kişiye bakıyor biz de o 2 bin 500 kişiye bakıyoruz. Bir kişi bile boğulsa tabi ki ona bakacağız. Bu çok büyük bir insani dram. Dolayısıyla bu insanların kendi kaderlerine terk edilmeleri vahim bir durum" diye konuştu.

'ALMANYA'YI ÇOK ANLAYAMADIM'

 Doç. Dr. Erdoğan, bu sürecin yoğun bir şekilde devam ettiğini kaydederken, bir de Almanya gibi ülkelerin kapıyı biraz açıp statü vereceklerini söylediklerinde buradaki motivasyonu çok daha fazla artırmış olduklarını söyledi. 

Erdoğan, "Niye böyle bir şey yaptıklarını da açıkçası çok anlayamadım. Bir taraftan Türkiye mi bunları teşvik ediyor, gönderiyor diyorlar; ben böyle bir politika olduğuna inanmıyorum, böyle bir şey de söz konusu olamaz" dedi.

'TÜRKİYE'NİN ENDİŞESİ TRANSİT ÜLKE OLMAK'

Aslında Türkiye'nin de 'biz bunların gidişine böyle izin verirsek, Türkiye ilelebet bir transit ülke haline dönüşür ve ülke çok istikrarsızlaşır' endişesi taşıdığını anlatan Doç. Dr. Erdoğan, "Suriye'de bulunan bir sürü insan Türkiye'ye ulaşmaya çalışır, sonra yüzde 10-20'si  Avrupa'ya ulaşır ama gerisi Türkiye'de kalır. Dolayısıyla Türkiye'nin böyle bir politikasının olmasının hiçbir mantığı yok. Ama, Almanya'nın böyle bir politika açıklaması son derece önemli" diye konuştu.

AVRUPALILAR 'BİZE GELECEKLER' TELAŞINDA

Doç. Dr. Murat Erdoğan,  bugünlerde büyükelçiliklerden bu konuda görüş almak için sürekli davetler aldığını belirterek Avrupa'da bir telaş olduğunu söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bütün Avrupalılarda şöyle bir telaş var. 'Eyvah bu patladı, bunlar bize geliyorlar, sorun nedir ne yapabiliriz, biz Türkiye'ye eskiden hiç destek vermedik, şimdi biraz destek versek de, bunlar bize geleceklerine biz destek verelim.' Bunu açıkça söyleyen politikacılar da çıkıyor zaman zaman Avrupa'dan. İnsani hareketlilik öyle çok planlanarak olabilecek bir şey olmuyor. Hele böyle kitlesel göçlerde. İnsanların canını kurtarma dertleri olduğu dönemde siz istediğiniz uygulamayı yapın, istediğiniz duvarı örün, istediğiniz tel örgüyü çekin, insanlar bir yolunu bulup hayatlarını kurtarmak için, en basit, en temel hakları için bir biçimde risk almaya hazır oluyorlar ve gidiyorlar. "

'AB'NİN ORTAK BİR GÖÇ POLİTİKASI YOK'

Bu konuda Avrupa'da ciddi bir sorun olduğunu ifade eden Doç. Dr. Erdoğan, bunun başında da AB'nin ortak bir göç politikasının olmamasının geldiğini söyledi. 

Yük dağılımına bakıldığında Avrupa'da iki ülkenin Almanya ve İsveç'in bu yükün en önemli kısmını çektiğini belirten Doç. Dr. Erdoğan, "Bir numara Almanya. Şu anda 300 bin civarında Suriyeli olduğunu söylüyorlar. Yakın zamanda bunun daha da artacağını ve senenin sonuna doğru 400 bine ulaşabileceğini tahmin ediyorlar. İkinci olarak İsveç var. İsveç'te tarihi gereklerle göçmenlere kapılarını açan bir ülke. Onlar da 100 binin üzerinde Suriyeli aldılar. Ama onun dışındaki Avrupa ülkelerine baktığınızda komedi bir durum var yani dramatik bir durum var. Avrupa'nın ikinci büyük ülkesi Fransa'da 5 bin civarında, İngiltere'de 4 bin civarında, Belçika'da herhalde 6-7 bin civarında Suriyeli var" dedi. 

'ALMANYA BÜYÜK RİSK ALDI'

Doç. Dr. Erdoğan, herkesin Almanya'ya ulaşmaya çalıştığını, Almanya'dan gelen bu mesajların da  Almanya'ya gidişi daha da katlayacak gibi gözüktüğünü söyledi. 

Erdoğan,  "Ama bu gidiş çok kolay bir şey değil. Almanya gibi bir toplum çok kolay bir biçimde radikalize olabilir, istikrarsızlaşabilir, bu işin şakası yok.  Almanya'da yıllardır bulunan Türkler bu kadar uyumlu olmalarına rağmen, orada yaşanan olayları hatırlarsanız, şimdi riskli bir grupla başbaşa kalmak, topluma bunu anlatmak çok kolay bir şey olmayacak. Onun için Almanya'nın çok büyük bir risk aldığını da bu arada ifade etmek lazım" diye konuştu.

'KAMPIN TRENİ ÇOKTAN GEÇTİ'

HÜGO Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan, Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizière'nin AB'nin Türkiye'de mülteci kampı kurmasına ilişkin önerisini değerlendirirken, bu işin artık kamp kurmayı geçtiğini söyledi.

Türkiye'nin dünyada en fazla insanı kampa yerleştiren ülke olduğunu kaydeden Doç. Dr. Erdoğan,  bunların şehir gibi yerler olduğunu söyledi. Erdoğan, kamp denilen şeyin 1-2 hafta, 1-2 ay yada 1 sene için olabileceğini, 4-5 sene ya da 10 sene orada kalınamayacağını kaydetti. 

Erdoğan, "Eninde sonunda kamp hayatı demek yarı açık cezaevi hayatıdır. Bir süre sonra oradan çıkmak istersiniz, orada bir ekmeğe, bir battaniyeye muhtaç olmak istemezsiniz, çalışmak istersiniz, çocuklarınızı doğru düzgün okutmak istersiniz, topluma karışmak istersiniz. Kamplarla olabilecek bir şey değil bu. Onun treni çoktan geçti. Bu sayılara ulaşan bir kitle üzerinden siz kamplarla bunları engelleyemezsiniz.  Bu çok net" dedi.

'TÜRKİYE'NİN YÜKÜ HAFİFLETİLMELİ'

Bunun yerine Türkiye'deki sığınmacıların yaşam koşullarını biraz daha iyileştirebilecek şeyler yapılabileceğini kaydeden Doç. Dr. Erdoğan, onun için de Türkiye'nin üzerindeki yükü biraz daha hafifletebilecek destekleyecek şeyler yapılabileceğini söyledi. Burada da başka bir sıkıntının olduğunu vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu:

"Avrupa'dan gelen özellikle mali kaynak çok sınırlı ve gelen kaynaklar çok koşullu geliyorlar, çok spesifik alanlarda çok denetimli. Bu da Türkiye'de bu işin yönetimini gerçekleştirenler için sıkıntılar yaratıyor. Onun için Avrupa'dan gelen kaynaklara da bizimkiler de çok sıcak bakmıyorlar. Biz diyoruz ki, '50 milyon doların mı var ver onu bana ben kullanayım'. O da diyor ki, 'hayır 50 milyon doları ben kendim kendi istediğim kentte istediğim iş için kullanacağım'.  Orada bir başka türlü çatışma çıkıyor. Türkiye, Sudan, Somali ya da çökmüş bir ülke değil, Türkiye'nin bir sistemi var, yönetim şekli var, kaymakamı, valisi var, bizim bu konuyla ilgili bir sistemimiz var.  Bu sistemin içerisine yeni bir sistem yaratmaya çalışıyorsunuz. İşin bir de güvenlik boyutu var. Dolayısıyla bu konuda ciddi bir anlayış farklılığı var. Bu da Avrupa'dan ya da dünyanın başka yerinden gelen desteği biraz törpüleyen bir şeye dönüşüyor. Dolayısıyla bu konuda Avrupalıların Türkiye'ye yapacakları katkının daha koşulsuz daha yerel şartları olan destek olması lazım. Türkiye'de  bunu alıp köprü için, yol için kullanmayacak, maaş ödemesi için kullanmayacak. Bununla ilgili genel ana ilkeler üzerinde uzlaşılabilir ama ayrıntıya girdiğinde Türk bürokrasisi diyor ki, '6 milyar dolar harcamışım ben, sen geliyorsun 5 milyon dolar vereceksin yüz tane de şart getiriyorsun, al senin olsun o para'. Bu konudaki hassasiyeti Avrupalılar henüz daha çözemediler." 

'BÜTÜN YÜK KOMŞU ÜLKELERDE GENEL SAHİPSİZLİK VAR'

Doç. Dr. Murat Erdoğan, "Avrupa bu konuda Türkiye'yi yalnız bırakıyor eleştirileri var, siz de buna katılıyor musunuz?" sorusu üzerine hem katıldığını hem katılmadığını söyledi.

Suriye krizinin dünyadaki insani ve mali dayanışmanın çöktüğü bir kriz olduğunu kaydeden Erdoğan, bütün yükün komşu ülkelerin üstünde kaldığını kaydetti. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: 

"Sadece Türkiye değil, Ürdün çok vahim durumda, Lübnan çok vahim durumda. Lübnan'da nüfusun dörtte biri Suriyeli. Dolayısıyla bu konuda bir sıkıntı var genel bir sahipsizlik var. Türkiye harcamasının yüzde 97'sini kendisi yapıyor. Bu olacak bir şey değil. Ya da BM çağrı yapıyor, 'çok acil harcamalar için 4 milyar Euro'ya ihtiyacımız var' diyor, toplana toplana 1 milyor Euro toplanabiliyor. Burada olağanüstü bir yalnız bırakılma olayı var bu çok net.

'TÜRKİYE BU İŞİN BAZEN DE REKLAMINA KAÇIYOR'

Ama bir şey daha var, Türkiye bu işin bazen de reklamına kaçıyor, lüzumsuz bir biçimde. Öyle ki Türkiye'ye herhangi bir kurum ya da ülke yardım yapacaksa Türkiye yerine Ürdün'e gidiyor, Lübnan'a gidiyor. Burada da bir sıkıntımız var. Beş yıldızlı kamplar yaptık, doğru, bizlerin kampları standardı çok yüksek, düğünde para saçar gibi para saçıyoruz ama bu aynı zamanda karşı tarafta bir başka imaj oluşturuyor, 'bunlarda para var gerek yok o zaman başkasına gidelim' oluyor. Buna da Türkiye'nin özel olarak dikkat etmesi lazım."

'AB'NİN TÜRKİYE'Yİ SUÇLAYACAK LÜKSÜ YOK'

Doç. Dr. Murat Erdoğan, AB'nin bu konuda Türkiye'ye yönelik neler yapması gerektiğine ilişkin soruyu da şöyle yanıtladı: 

"Bir kere yakın işbirliği ama samimi bir işbirliği gerekiyor. Bu konuda Türkiye'nin durumunu anlayan ve Türkiye'ye daha çok inisiyatif tanıyan bir işbirliği gerekiyor. Yani Türkiye'yi şu an suçlayabilecek bir lüksü yok AB'nin. Gerçekten yok. Ben bu konuda milliyetçi bir yaklaşım olarak söylemiyorum bunu, hiç alakası yok. Ama AB, 2 milyonu insanı almış ve bununla birlikte olağanüstü riskler almış bir ülkeye dönüp bir de 'şu da eksik, bu da yanlış' diyemez. Moral üstünlük Türkiye'de. Dolayısıyla AB'nin gerçekten samimi bir biçimde bu konuda Türkiye'de neler yapılabileceği konusuna önem vermesi lazım.

'TÜRKİYE SURİYELİLERE KONSANTRE OLMALI, AB DE DAHA CÖMERT'

Ama Türkiye'nin burada başka bir beklentisi olabilir. O da siyasi uluslar arası alandaki beklenti. Türkiye'de hemen her toplantıda diyor ki,' bu işin çözülebilmesi için Esad'ın gitmesi lazım. Yoksa biz onu engelledik, bunu gönderdik, buraya duvar çektik, bununla olacak bir şey değil, Esad'ın gitmesi lazım'.  O noktada başka türlü uluslar arası dinamikler gündeme geliyor. Dolayısıyla bir kilitlenme yaşanıyor. Türkiye'nin bundan sonra yapacağı şey daha pragmatik olmak, Türkiye'deki Suriyeliler konusuna konsantre olmak. Yani Esad şöyle oldu, böyle olduğunu bırakıp, bırakıp değil tamam devam edebilir ama Türkiye'ye biraz daha konsantre olmak ve AB ile çok daha samimi, yakın işbirliği yürütebilmek, bu konuda da AB'nin daha cömert davranması lazım. Bunun da altını çizmek lazım."