Yeni Şafak Gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, bugünkü "Veda" başlıklı yazısında Yeni Şafak Gazetesi'ndeki 15 yıllık gazetecilik serüveniyle vedalaştığını yazdı. Selvi, "Meslek hayatımda artık yeni bir duraktayım. Meslek hayatımda her zaman bir gün veda edebileceğim düşüncesiyle çalıştım. Çok riskli haberlere ve yazılara imza atarken kafamın bir köşesinde veda mektubum hep hazır durdu. Albayrak ailesine ve yiğit bir insan olan gazetemizin sahibi Ahmet Albayrak'a desteğinden dolayı teşekkür ediyorum. Son 1 yıl içerisinde belki birkaç kez bu kararı vermem gerekiyordu. Kimi zaman acıyı bal eyledik. Sıkıntılara davamız dedik. Göğüs gerdik. Vefaya ve istişareye önem verdim. Onun gereğini yerine getirdiğim için bu süre uzadı. Ama önemli olan dostları kırmadan ayrılabilmekti. Onu başarmaya özen gösterdim. Bu süreçte Ankara'da ve İstanbul'da birlikte çalıştığım, mesai arkadaşlarımdan, aynı zamanda okuyucuları olduğum Yeni Şafak yazarlarından haklarını helal etmelerini istiyorum" dedi.
İşte Abdülkadir Selvi'nin yazısından bir bölüm:
Artık demir alma vakti geldi limandan. 2001 yılı Haziran ayından bu yana çalıştığım Yeni Şafak'tan veda zamanı.
Gazeteciliğe başladığımda Türkiye, darbe sürecinden demokrasiye geçişin sancılarını yaşıyordu. Özal çiçeği burnunda bir Başbakan, Süleyman Demirel ise yasaklı bir liderdi.
Özal'ın ilk olarak Afyon gezisini takip etmiştim. ANAP'ın yeterince aracı olmadığı için parti yöneticilerinin özel araçlarına vermişlerdi bizi. Dönüşte Mustafa Taşar'ın aracıyla Sivrihisar'da kaza geçirdik.
PKK'nın ilk eylemi olan Şemdinli-Eruh baskınından sonra Özal'la birlikte gittiğimiz Şemdinli'de başka bir işle karşı karşıya olduğumuzu anlamıştım. O günden bu yana Kürt sorununu yakından izlemeye başladım.
Özal'lı yılları takip ettim, eski liderlerin siyasete dönüşlerine tanıklık ettim. Yeniden başlayan Demirel'li dönemi izlerken çok şey öğrendim. 12 Eylül darbesinin götürdüğü Demirel, Ecevit, Erbakan'ın iktidara tırmanış yıllarını ilgiyle izledim. 12 Eylül'ün yasaklıları, tek tek başbakan ve cumhurbaşkanı olurken bir kez daha anladım ki, milletin kalbindeki sevgiyi silmeye hiçbir darbe yeterli olmuyor.
90'lı yılları Meclis muhabiri olarak izledim. 28 Şubat'a giden süreci, Tansu Çiller'li, Mesut Yılmaz'lı günleri, DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını ve askerin siyasete müdahalesini Meclis kulislerinde sıcağı sıcağına izledim. 90'lı yıllar, anahtar teslimi partilerin kapatıldığı günlerdi. Siyasi muhabirler olarak bir ayağımız yargıda, diğer ayağımız Meclis'teydi. DGM'de DEP'lilerin davasını, Anayasa Mahkemesi'nde ise Refah Partisi'nin kapatılması davasını izledim. Refahyol ile 28 Şubat atbaşı gitti. 90'lı yılları kulislerin içinden izledim. Gazetecilik yaparken aynı zamanda çok şey öğrendik, mesleğim ikinci üniversitem oldu.
2001 yılı haziran ayında Yeni Şafak'ta Ankara Haber Müdürü olarak göreve başladım. O günden bu yana Haber Müdürü, Ankara Temsilcisi ve köşe yazarı olarak çalıştım. Meslek hayatımın yarısına denk gelen Yeni Şafak yıllarım, Türkiye'nin son 15 yılına tanıklık etmekle geçti. Yeni Şafak'a geldiğimde AK Parti'nin doğum sancıları başlamıştı. Her aşamasıyla AK Partili yılları izledim. 1 Mart tezkeresinin görüşülmesine 1 gün kala Yeni Şafak heyeti olarak AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül'ü ziyaretimizde bir ölçüde tezkere trafiğinin içinde yer aldık.
AK Parti'nin AB hedefine odaklandığı reformcu yıllarını, Cumhuriyet mitingleri ve 27 Nisan e-muhtırası ile girilen türbülansı, Cumhurbaşkanlığı seçiminin kilitlenmesi üzerine gidilen seçimlerde milletin kendi kaderine el koymasını heyecanla izledik. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle her şey yoluna giriyor diye düşünürken, AK Parti hakkında açılan kapatma davası kırılma noktası olmuştu.. Az gitmiş uz gitmiş tekrar başa dönmüştük. 12 Eylül darbesinden ve 28 Şubat'lı günlerden sonra bir kez daha parti kapatma ile yüz yüze gelmiştik. Görevim ne olursa olsun tek hedefim vardı. İyi bir gazeteci olmak. O nedenle bu süreçleri bir muhabir heyecanı ile takip etmeye çalıştım.
Muhtıralar, Cumhurbaşkanlığı krizleri, parti kapatma davaları, siyasi yasaklarla demokrasiyi ortadan kaldırmaya dönük müdahaleler aksiyle sonuç verdi. Tam aksine demokrasi bu süreçlerden güçlenerek çıktı. Vesayet sistemi her hamlesinden sonra biraz daha gerilemek zorunda kaldı. Çünkü AK Parti bu süreçlerde çok doğru tercihler yaptı. Erdoğan'ın güçlü liderliğine çarpıp geri dönmek zorunda kaldılar.
Kürt sorununun çözümü için geliştirilen sivil çözümlere de tek bir terörist kalmayana kadar mücadele edeceğiz diye yapılan yeminlere de tanıklık ettim.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!