Hükümet ve AK Parti ile ilgili yazdığı yazılarla dikkat çeken Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç'a Doç. Mustafa Çevik köşesinde cevap verdi. Ali Bulaç ve çevresinin 10 yıldan fazla bir süredir AK Parti iktidarı ile beraber yürüdüğünü iddia eden Çevik, yazılan eleştirel yazılar için "Uzun süre rejimle barışık yaşayan çevrenin içinde kalıp kaynaklarından geçindikten sonra kalkıp 10 küsur yıldır bu “nimet”ten yararlanan çevreyi ajanlıkla suçlamak insaf sınırlarının ötesindedir.
Bu bir “aydın tavrı” falan değil, gaza gelip kaleminin ayarını bozmaktır sadece" dedi .
İşte Doç. Mustafa Çevik'in yenisoz.com.tr'de yayınlanan o köşe yazısı;
Ali Bulaç Türkiye'de İslamcı geleneğin içinde kabul edilen nitelikli aydınlardan biridir. Bilgi birikimiyle İslam teoloji politiğini Türkiye ölçeğine göre iyi bilen kişilerden biridir.
Bizim kuşağın yoğunlukla okuduğu bir yazardır.
Kendisinin de sık sık yazarak hatırlattığı gibi bu gün İslamcı diye bilinen kendi kuşağının çoğu ile yakın dostluklar kurmuş. Bu gün Ak Parti'de siyaset yapan bakan, vekil ve danışman statüsünde bir çok kişi ile böyle bir diyaloğunun olması haliyle “ben bunların cemaziyel evvelini de bilirim” minvalinde ara ara yazılar yazar.
Ali Bulaç ile Ak Parti kadrolarının arasında ne geçtiyse geçti. Onu araştırmak ve konuşmak çok anlamlı veya gerekli değildir. Küçüklü büyüklü bir siyasal hareket başarıya ulaştığında eğer birileri bu hareketi ilk omuzlayanları veya ilk emektarlarını diskalifiye etmiş ve başarının nimetlerinden kendileri yararlanıyorsa geride/dışarıda kalanlar onları eleştirir. Klasik söylemle “davayı sulandırmak” ve “iktidarın dümen suyuna girmek” gibi eleştiriler geliştirirler geride/dışarıda kalanlar.
Ali Bulaç'ın bir süredir “İslamcılık” diye Ak Parti çevrelerini eleştirmesi de bundan farklı bir durum değildir. Olayın özeti şudur:
Bulaç'ın da bir şekilde merkezinde veya çevresinde bulunduğu bir İslamcılık davası vardı. Milli Görüş geleneğinden gelen bu dava Nurculuğun aksine devlet kadrolarına çok da yaklaştırılmamıştır. Seküler Cumhuriyet rejiminin sözde değil özde muhalif geleneğini oluşturmuştur.
Elbette İslamcılık düşüncesinin farklı dönemleri ve etkileşimi olmuştur. Bir dönem Humeyni devriminin etkisinde bir başka dönem İhvan geleneğinin etkisindedir.
Bu iki gelenekten yapılan çevirilerle entelektüel ihtiyaç gideriliyordu. Türkiye'de bu gelenek her zaman rejim tarafından dışlanmış ve güçlenmemesi için önü kesilmiştir hep. Bunun aksine Nurculuk geleneği çoğunlukla, en azından 1950'lerden sonra, devlet ile bir şekilde barışık yaşamış, siyasetten uzak durma söyleminin aksine Demirel iktidarlarında devletin bal tutan parmağı olmuşlardır.
Bununla ilgili anlatılan çok sayıda fıkra vardır. Yaşanmış mı bilemiyorum ama bunlardan biri de şöyle: Denilir ki Nurcular Demirel'e “Sayın Demirel size bu kadar destek veriyoruz bir bakanımız bile yok” demiş. Demirel de buna cevaben: “Ben varım ya, ben başbakanım” demiş.
Evet daha sonraki dönemde de Nurculuk biliyorsunuz çok farklı fraksiyonlara ayrıldı. 12 Eylül cuntacılarının ardından Özal hükümetleri geldi. Özal ile birlikte Nurculuğun başta Fethullahçılar olmak üzere sermayesi katlandı. Elbette devletle kurdukları “paralel” ilişki bu sermayenin büyümesine doğrudan veya dolaylı sebep olmuştur.
Peki Ali Bulaç bu sermayenin neresindeydi. Bakıyoruz kimi zikzaklara rağmen çoğunlukla en çok satan gazetenin yazarı olarak kalmıştır. Mesela şu an “devletin İslamcısı” veya “ajanı” olmakla aşağıladığı kesimden pek fazla kimse devletin bu doğrudan veya dolaylı desteğiyle büyüyen yayın grubuna yazmamıştır, yazdırılmamıştır.
Her halde Bulaç “devletin İslamcısı” derken İslamcı olup devlet memuru görevini alanları kast etmiyor. Kast ettiği şey bize göre hükümetin etkisiyle oluşmuş sermayeden geçinmeyi kast ediyor. Yani 17-25 Aralık öncesine kadar böyle bir sermayenin içinden ekmeğini kazanan bir yazar olarak bunu söyleyecek en son kişinin Bulaç olduğu kesindir. Fakat buna rağmen bu zat bu söylemi dilinden hiç düşürmedi.
“Beraber yürüdük bu yollarda” ama şimdi telefonlarımıza bile çıkmıyorlar yaklaşımıyla başlayan bu söylemin “ajanlık” ile sonuçlanmış olması başta da belirttiğimiz “aydın erdemi” gibi sunulan ama klasik bir “ekilmişlik” psikolojisinden ve söyleminden başka bir şey değildir.
Uzun süre rejimle barışık yaşayan çevrenin içinde kalıp kaynaklarından geçindikten sonra kalkıp 10 küsur yıldır bu “nimet”ten yararlanan çevreyi ajanlıkla suçlamak insaf sınırlarının ötesindedir.
Bu bir “aydın tavrı” falan değil, gaza gelip kaleminin ayarını bozmaktır sadece.
@mustafacevikMC