Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugünkü "İslamcı değilseniz!" Türkiye'deki İslamcılığı, modern zaman ve siyasi kavramlar üzerinden tekrar ele almaya başladı. İslamcılığı salt siyasete endekslemenin ne gerçeklik değeri vardır ne akademik olarak kaale alınmayı hak eder, ifadesini kullanan Bulaç, "Türkiye'de dindar gruplar hayatın çeşitliliğine uygun işbölümünü ve alan taksimini bir türlü kabullenemiyor, her biri kendini merkeze alıp diğerini değersizleştiriyor. Eğer bu iki İslami kanat arasındaki tarihsel çatışma olmasaydı bugünkü trajediye de maruz kalmazdık. Hata ve yanlışlıklar tek taraflı değil," dedi.
İşte Ali Bulaç'ın yazısından bir bölüm:
Sorumuz “İslamiyet'i din seçenler”edir. Bunlardan da kastımız dünyada ne olup bittiğini bilmeyen, araştırmayan, gelenekten tevarüs ettiği kadarıyla “dini hayata ve algı”ya sahip olan geniş kitleler değil –ki bunların tamamını biz Müslüman kabul ederiz-, dinle daha yakın ilişki kuran, İslami bilgiye, düzenli ibadete ve belli bir bilince sahip bireyler; İslami gruplar, tarikatlar ve cemaatlerdir.
19. yüzyılda Batı ile keskin karşılaşma sonucu sarayın, arkasından cumhuriyetin yukarıdan modernleştirici politikaları dayatması karşısında tercih yapma zorunluluğu olmasaydı kimseye “İslamcı mısın, değil misin?” diye sorulmazdı. Çünkü kurucu ideolojisi İslam olan ve Müslümanlar için daru'l-İslam sayılan Osmanlı memalikinde iyi kötü politikalar dine göre düzenlenirdi. Ne zaman ki devlet, dini referans olmaktan çıkardı, işte o zaman “İslamcılık” da bizzarure ortaya çıktı. Yeni durumda Müslüman, ya devletin ve toplumsal hayatın tanziminde Batı'yı esas alacaktı –ki Batıcılar ve Türkçüler bu yolu seçti- ya da İslamiyet'i! İşte İslamcılık, kültür, fikir hayatı, ahlaki davranışlar, kamu politikaları, sosyal ve iktisadi ilişkiler ile devletler arası münasebetlerde İslamiyet'in referans alınmasını esas alan fikri, sosyal ve politik akımların toplamına denir. Bu manada Efgani gibi siyaseti önceleyen Birinci Said ile Abduh gibi eğitimi ve imanı önceleyen İkinci Said de İslamcıdır. İslamcılığı salt siyasete endekslemenin ne gerçeklik değeri vardır ne akademik olarak kaale alınmayı hak eder. Ayrıca İslamcılık gibi bütüncül ve kuşatıcı bir akımı siyasete indirgemek akademik kariyerlerini Batılı istihbarat ve siyasi karar mercileriyle uyumlu hale getiren Jill Kepel ve Oliver Roy gibi yarı oryantalist-yarı İslamologların provokasyonlarına gelmek olur.
Modern zamanlarda var oluş mücadelesi veren İslamcılar arasındaki çekişme talihsizliğini sadece biz Türkiye'de yaşıyoruz. İran ve Arap âleminde belirgin ayrışma var ama bizdekine benzer bir inatlaşma ve çatışma söz konusu değildir. Türkiye'de dindar gruplar hayatın çeşitliliğine uygun işbölümünü ve alan taksimini bir türlü kabullenemiyor, her biri kendini merkeze alıp diğerini değersizleştiriyor. Eğer bu iki İslami kanat arasındaki tarihsel çatışma olmasaydı bugünkü trajediye de maruz kalmazdık. Hata ve yanlışlıklar tek taraflı değil.
“İslam dünyasının sorunlarının İslamcılıkla çözülemediğini” iddia etmek, İslamcı pratiğin hangi ülkede ve hangi derinlikte başarısız olduğunu göstermeyi gerektirir. İslamcılık nerede iktidar oldu da sorunları derinleştirdi? Diyanet'e sarılıp laik-milliyetçi politikalar takip eden Türkiye modeli mi, İhvan'a tahammül gösterilmeyen Mısır'da mı, bölgede İslamcıları yok etmeye azmetmiş monarşilerde mi? İran ve Milli Görüş siyasetini ayrıca ele alacağız.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!