Diğer pek çok toplum ve kültürde olduğu gibi Türkiye'de de doğum, öncesi ve sonrasıyla sayısız adet, inanç ve dinsel-büyüsel işlemle karşılanan bir olaydır. Doğuma geçit oluşturan gebelik ve bu geçide engel demek olan kısırlık üzerine bazı adet ve işlemlerin de bu başlık altında değerlendirilmesi gerekir.
Kısır kadına karşı neler yapılır?
Kısırlık geleneksel toplum bünyesinde evli kadının hayatını kâbusa çevirecek mahiyette bir sorundur. Kısır kadın horlanır, ezilir, aşağılanır ve kumalık uygulamasına maruz kalır. Bu nedenle kısırlık kuşkusu karşısında belli çarelere başvurulur. Yatır ziyaretleri, kutlu sayılan yerlerin suyundan içmek, toprağından yemek, çocuk sahibi bir kadının avucundan su içmek gibi büyüsel işlemler; bele şişe çekme, çeşitli buğulara oturma, karın ovma, kaplıcalara,
içmecelere gitme gibi halk hekimliği kapsamına giren işlemler; ve nihayet modern tıbbın imkânlarından yararlanma yoluna gitme bu sorunu çözmeye yönelik uygulamalardan başlıcaları.
"Ye tatlıyı doğur atlıyı"
Doç. Dr Suavi Aydın ve Prof. Dr A. Tayfun Atay'ın "Toplumsal uygulamalar, Törenler ve Ritüelleri, Geçiş Törenleri" başlıklı çalışmasındaki bilgilere göre; Doğum öncesinde kültürel yönlendirmelere açık en önemli aşama “aşerme”dir. Gebeliğin belli bir döneminde gebe kadında görülen aşerme hali, kök anlamıyla (“aş yerme”) “yiyecek şeylerden tiksinme”dir. Ancak deyim giderek anlam değiştirmiş ve hamile kadının bazı yiyecekleri canı çekmesi, onları tatmaktan kendini alamaması demek olmuştur. Gebe kadına canının her istediğini vermeye, bu istek uygunsız da olsa dikkat edilir. Aksi taktirde anada ya da doğacak çocukta zararlı sonuçlar ortaya çıkacağına inanılır. Aşerme ile doğacak çocuğun cinsiyeti arasında bağlantı kurmak da söz konusudur. Ekşiye aşerenlerin kıza (“Ye ekşiyi doğur Ayşe'yi”), tatlıya aşerenlerin erkeğe (“Ye tatlıyı doğur Atlı'yı”) gebe oldukları yorumu yapılır.
Göbek bağı nereye gömülüyor?
Doğumun en kritik noktası olan doğurma eyleminin kolay olması, gerek anneye gerekse çocuğa zarar vermemesi için de dinsel-büyüsel içerikli uygulamalar gerçekleştirilir. Bununla birlikte bu aşamada en önemli kültürel işlem, çocuk doğar doğmaz göbeğin kesilmesidir. Göbeği kesen kimse, çocuğa göbek adını verir. Kesilen göbek ve plasentası gelişigüzel
atılmayıp çocuğun yazgısıyla özdeşlik oluşturacağı inancıyla simgesel anlam taşıyan cami duvarı (dindarlık), okul (okuyup meslek sahibi olmak), ev içi (gözü dışarda olmamak) gibi yerlere gömülür veya suya atılır (temiz huylu olmak).
Doğum sonrasında en kritik dönem ise “lohusalık”tır.
Yeni doğum ve lohusalık
Yeni doğum yapıp henüz yataktan kalkmamış kadına “lohusa” denir. Lohusaya doğumun ilk haftasında “gözaydın”, ikinci
haftasında “hatır sorma” ziyaretleri yapılır. Çeşitli yiyecek-içecekler ve hediyeler verilir. Ziyaretçilere ikram edilen “lohusa şerbeti” ile de doğuran kadının tatlılıkla kutlanması amaçlanır. Lohusalık döneminde, doğumdan sonraki kırk gün içinde anne ya da çocuğun hastalanmasına “kırk basması” (kırk düşmesi, kırk karışması) denir. Bu dönemi atlatma yolunda pek çok işlem uygulanır. Anne ve çocuk 40 gün dışarı çıkarılmaz; kırklı lohusalarla çocuklarının, kırklı lohusayla kırklı gelinin, kırklı lohusayla bir hayvanın karşılaşmaması için önlemler alınır; nazarlık, maşallah gibi takılar korunma amacıyla kullanılır. Ancak en yaygın işlem “kırklama”dır.
Kırklama uygulaması
7'nci, 20'nci, 30'uncu, 37'nci, 39'uncu ve 41'inci günlerde gerçekleştirilen kırklama, suyla ya da susuz yapılabilir. Suyla yapılan kırklamada lohusa ile bebeğinin üstüne içerisinde altın, gümüş, ustura, yumurta, 40 adet arpa, buğday, çakıl, fasulye, fındık, demir gibi şeyler konulan su dökülür. Susuz kırklamada ise beşiğin altına serilen döşeğin iki tarafına karşılıklı oturan iki kadın, başı kıbleye gelecek şekilde kucaklarına aldıkları bebeği dualar
okuyarak birbirlerine üç defa yuvarlarlar. İşlem bittikten sonra dua okunur. Kırklanan lohusa ile bebek, artık kırk basmasına karşı yasaklara daha fazla uymak zorunda olmayıp çevrelerinde bulunanlarla rahatça temas edebilirler.