Gazeteci Bilgehan'ın Abdullah Kiğılı ile röportajı;
Bir zamanlar Pera'da… Takım elbise ve şapkasız dolaşılmayan yıllarda… Takım elbiseler ‘hazır' satılmaz, kumaş alınır terziye gidilirdi. Kapalıçarşı'da bir genç adam, bir kumaş dükkanında “Ne yapabilirim?” diye dört dönüyordu… Tecrübesi azdı ama girişken ve çalışkandı. Aradan 55 sene geçti… Bugün 70 ilde, 200'den fazla mağazasıyla ayda 500 bin takım elbise satan Türkiye'nin duayen perakendecilerinden Abdullah Kiğılı, “Bana ‘Al şu gömleğin düğmesini dik' desen dikemem ama ‘Fabrikasını idare et dersen' en iyisini yaparım!” diyor...
Sohbete büyük ünlü uyumuna uymadığı için söylemekte zorlandığımız soyadıyla başlıyoruz! Abdullah Bey, “İnsanlar artık yavaş yavaş alıştı ama Türkçe'de ‘i', ‘ğ' ve ‘ı' harflerinin yan yana geldiği pek fazla kelime yok. Kiğı böyle bir yer! Benim aile kökenim de orada” diye gülümseyerek açıklıyor. Kiğı, ünlü uyumuna başkaldırdığı gibi bir türlü bir vilayete de bağlanamıyor. Erzincan'dan alınıyor, Elazığ'a veriliyor. Oradan alınıyor, Bingöl'e geçiyor. Bugün beş bin kişinin yaşadığı bir ilçe ama dede Ahmet Kiğılı, 1936 yılında, soyadını aldığı ilçeden ümidi kesiyor ve ailesini Malatya'ya taşıyor. Abdullah Bey, Süleyman-Kifaye Kiğılı çiftinin üç çocuğundan en küçüğü olarak 1943 yılında Malatya'da dünyaya geliyor. Ancak burada da fazla kalmıyorlar ve 1952'de İstanbul'a göç ediyorlar. Aile kumaş işi yapıyor. Baba Süleyman Bey'in Ermeni bir ortakla 1938'de açtığı ‘Kiğılı' isimli ufak dükkân da İstanbul'da kumaş ticaretinin kalbi olan Kapalıçarşı civarındaki Sultanhamam'a taşınıyor.
‘ÇEKOSLOVAK MENDİL BEYİM SOLMAZ BUNLAR!'
Abdullah Kiğılı, 1950'lerin İstanbul'unda, Beyazıt semtinde sıcak komşu ilişkileriyle mutlu çocukluk geçiriyor. En büyük zevki futbol oynamak. İleri uçta iyi bir santrafor oyuncusu! Dersleri pek parlak değil… Her sene bir, iki dersten ikmale kalıyor ama sonunda sınıfı geçmeyi başarıyor. İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun oluyor. Edebiyata meraklı. Bu alanda eğitim düşünüyor. Ancak bir talihsizlik sonucu baba Süleyman Bey hastalanıyor. Dükkan üç çocuktan birine emanet edilecek ama kime? Kiğılı, “Benden altı yaş büyük ağabeyim Zeki, eczacılık fakültesi öğrencisiydi, ‘Dükkanın kapısından girmem!' dedi. Ablam da olamazdı. İş başa düştü, çaresiz başladım” diye anlatıyor. Tecrübesiz değildi. Babası onu yaz tatillerinde bir manto dükkanına ‘staj'a yolluyordu: “Hanın girişinde çığırtkanlık yapardım; kadın müşterileri ‘Mantoya bak bayan!' diye içeri alıyordum. Bir yaz kazandığım parayı sermaye yaptım. O dönem solmayan, buruşmayan Çekoslovak yapımı erkek mendilleri vardı. Bayramlardan önce tezgahı yere serer ve bağırarak satardım: ‘Çekoslovak beyim Çekoslavak, solmaz beyim solmaz!'”
1940: Malatya'da baba Kiğılı Süleyman Bey'in ilk dükkan açtığı Şirket Hanı.
‘BABAM İÇİN MASRAF İSRAF DEMEKTİ'
Ancak kendi işini yapmakla babanın dükkanı arasında fark vardı... Abdullah Bey, “Babam muhafazakar biriydi. Dükkanı da öyle işletirdi” diye devam ediyor: “Mevcutla iktifa eder, haline şükrederdi. Gelişmek gibi bir düşüncesi yoktu. Masrafı, ‘israf' olarak görürdü. Bizim işimiz erkek kumaşıydı; takım elbiselik, pantolonluk, ceketlik... Babam kumaşları üç, beş toptancıdan alırdı. Yeni renkler bizde olmazdı çünkü ‘satılmaz' diye bakılırdı. Sene 1964. Müşterilerimiz orta halli insanlardı; memurlar, öğretmenler… Aldıkları kumaşları mahalle aralarındaki terzilere götürür, elbise diktirirlerdi. Hazır giyim diye bir şey yoktu. İlk iş, anacığıma rica ettim, babamı akraba ziyareti diye 15 günlüğüne Malatya'ya gönderdim. O arada dükkanı yeniledim, mağazayı çiçek gibi yaptım! Dönüşte babam, ‘Eyvah gitti paralar!' diye sitem etti…”
1950: Kiğılı ailesi: Bilge, Kifaye, Abdullah, Süleyman ve Zeki Kiğılı
‘HAYATIMDA HER İŞİ GÜLÜMSEYEREK YAPTIM'
Yenilikler bununla kalmadı. Kiğılı'nın gözü hem lüks kumaşlarda hem de zenginlerin gözde alışveriş yeri İstiklal Caddesi'ndeydi. Pahalı kumaşlar için toptancıları buldu. Kartvizitiyle birlikte ‘gülümsemesi'ni verdiğini söylüyor: “Sempatik de bir insandım, insanların ruhuna hitap etmesini bilirdim. En azından hayatımda her şeyi gülümseyerek yaptım! Bugün de halen gülerim.” İstiklal Caddesi'nde açtığı yeni dükkanın ailenin yüzünü güldürmesiyse biraz daha zaman almış! Şöyle: “Orada yer açmama müsaade etmiyorlardı çünkü Beyoğlu'nun müthiş bir gece hayatı vardı; pavyonlar, gazinolar! Ben de yeni evliydim. Bir çocuğum vardı. Onlara söylemeden güzel bir köşe dükkan buldum. Bugünkü mağazanın olduğu yeri açtım. Tarih 24 Ekim 1969'du. Aile başta kızdı. Ben de üzüldüm, kendi kendime ‘Herkesi mutsuz ediyorsun' dedim. Sonra Allah yardım etti, işler açıldı, yüzler güldü... Ürünlere gömlekleri ekledik çünkü gömleksiz takım giyilmez. En zoru iyi ustayı bulmaktı.”
1969: Dönemin lüks alışveriş muhiti İstiklal Caddesi...
‘BEYMEN'İN İLK TAKIM ELBİSESİNİ BEN SATTIM'
İstiklal Caddesi'nde dükkanını açtıktan iki yıl sonra bir gün telefonu çaldı. Arayan Altınyıldız Kumaş Fabrikası'nın sahibi Osman Boyner'di... Kiğılı devam ediyor: “Kalbim pır pır etti! ‘Acaba kumaş mı verecek' diye düşünürken bana yeni kurduğu konfeksiyon fabrikasını gezdirdi. Hazır takım elbise üretimi başlayacak, adı da ‘Beymen' olacaktı. Türkiye'de kurulan ilk erkek konfeksiyon markası! Sene 1971… İlk Beymen dükkanında takım elbiseyi ben sattım. Halen bunun gururunu taşırım. Önce bayileri, iki yıl sonra ortakları oldum. 1980'de ayrılıp kendi konfeksiyon fabrikamı kurdum. Günde 50 parça takım elbiseden 500'e çıktık. Bugün 70 ilde, 200'e yakın mağazamız var. Bana ‘Al şu gömleğin düğmesi kopmuş, dik' desen dikemem ama idare et dersen en iyisini yaparım!”
PERA'NIN ŞIK BEYLERİNDEN BUGÜNE…
GÖBEKLİLER BİLE ‘SLİM FİT' İSTİYOR
Pera'da takım elbiseyle dolaşılan günlerden bugünlere erkek giyimi nasıl değişti? Abdullah Kiğılı, “O zamanlar kruvaze çok modaydı; altı düğme, kruvaze, sivri, geniş yaka... Bu uzun müddet devam etti. Sonra üç düğmeli elbiseye geçildi. İlk ikisi iliklenir, üçüncüsü serbest bırakılırdı. Ondan iki düğmeye döndü. Bugünse herkes dar kalıp peşinde. Göbekli de olsa, basenli de olsa ‘slim fit' dar ceketler isteniyor, öndeki düğmeler kapanmıyor! Moda, akşam izlediğimiz dizilerle yönlendiriliyor.”
50 YIL HER GÜN KRAVAT TAKTIM
Abdullah Bey'in bir de kötü haberi var... Kiğılı, “Takım elbise giyen erkekler tükeniyor” diyor. Sorumlusu: pandemi. Açıklıyor: “İki yıldır evlerde spor elbiselerle çalışmaya alıştık. Genç kuşaklar da çizgiyi çekmişler, ‘Biz buyuz' diyor, yani spor giyim. Takım elbise giyen erkek sayısı her geçen gün azalıyor. Şık adamları artık ancak davetlerde, düğünlerde görebileceğiz. Dünyanın her yerinde böyle. Ben de 50 yıl her gün takım elbise giydim, kravat taktım, yetti! Spor giyime meraklıyım, kaz tüyü yelekler ve kot pantolon giymeye başladım.”
SENE 1980
RENKLERDE MUHAFAZAKARIZ: YA SİYAH YA LACİVERT
Peki erkek giyimi kadınlara nazaran daha zor mudur? Abdullah Bey, “Aslında zorluğu yok ama seçenekler az” diye yanıtlıyor: “Renk seçiminde çok muhafazakarız; ya siyah ya lacivert. 1980'li, 1990'lı yıllarda toprak, bej, kahverengi tonlarını da satardık. Sarı, yeşil, kırmızı ceket sattığımız dönemler bile oldu. Bu renklerin hepsi bitti çünkü erkekler, masraflardan sıra gelmediğinden, modayı takip edemiyor ve sadece siyah ya da lacivert ceket giyiyor. İçinin gömleği belli; beyaz ya da mavi. Ayakkabı da ya siyah ya lacivert.”
1981: Konfeksiyon fabrikası...
BABADAN İKİ NASİHAT: ‘KALEMİ İYİ TUT, SAATE İYİ BAK'
“Babam ölmeden bana iki şeyi vasiyet etti: ‘Elindeki kalemi iyi tutacaksın ve kolundaki saate iyi bakacaksın.' Başta ne dediğini anlamadım. Yıllar sonra öğrendim; kalemi iyi tutarsan hesabını, kitabını iyi yaparsın. Borcu, alacağı her şeyi iyi yaz. Saatine bakarsan zamanı iyi ayarlarsın, verdiğin sözü yerine getirirsin. Hep bildiğim işte kaldım. Yüreğin neye heyecanlanıyorsa, hayat seni hangi işte dansa kaldırıyorsa git orada dansını yap çünkü mutluluğu orada buluyorsun. Ben çalışırken mutluyum çünkü işimi çok seviyorum. Babamdan 1965'te mağazayı dört çalışanla devraldım. Bugün 200 mağazada iki bin kişi idare ediyorum.”
1996: Abdullah Kiğılı Federasyon adına kupayı o yılın şampiyonu Fenerbahçe'ye veriyor.
TÜRK SPORUNA ÇOK EMEK VERDİM
“1975'te İstanbul Güreş Kulübü yönetimine talip oldum. Güreş yapmasını bilmem ama seyretmesi ve güreşçi yetiştirmek hoşuma gitti. Kayak Federasyonu'ndaydım. Şenes Erzik'in yönetiminde yıllarca Futbol Federasyonu'nda görev aldım. Federasyon Başkanlığı yaptım. Aziz Yıldırım yönetiminde Fenerbahçe'de başkan vekilliği yaptım 40 yıldır Fenerbahçe üyesiyim. Beni 1976'da mağazaya gelen kulüp başkanı Faruk Ilgaz üye yaptı.”
1997: Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile...
KOLACILAR TARİH OLDU...
“1971'de ‘Beymen', 1972'de ‘İGS' kurulduktan sonra erkek giyiminin modası değişmeye başladı. O dönem Beymen'in kreatif direktörü Kerim Kerimol'du. Kumaş mağazaları, mahalle arasındaki terziler azaldı. Kolacılar tarih oldu. Fuarları takip eder, gördüklerimizi Türkiye'ye getirirdik. Türklere de her yer kapalıydı. Bazı fuarlara girmek için sahte basın kartları bastırırdık! Bugün herkes Türk tekstilcilerinin peşinde koşuyor.”