‘Çatışmalar Kürtlere kaybettirir’
Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Vahap Coşkun, Türkiye’de yeniden başlayan çatışmalardan bir sonuç alınmayacağını ve bunun kırk yıllık tecrübeyle sabit olduğunu söyledi.

Oluşturma Tarihi: 2015-07-29 09:25:39

Güncelleme Tarihi: 2015-07-29 09:25:39

AL Jazeera'den Aldülkadir Konuksever'in haberine göre; Güneydoğu'da çözüm süreci ile sona eren çatışmalar yeniden başladı. PKK'nın 7 Haziran seçimlerinden sonra yol kesme, şantiye basıp adam kaçırma, iş makineleri yakma eylemleri,  Suruç'ta patlayan bombadan sonra başka bir boyuta taşındı. PKK'nın Suruç olayından hükümeti sorumlu tutarak Ceylanpınar'da yaşadıkları evi basarak iki polis memurunu öldürmesi ve ardından tüm bölgede eylemlere başlaması üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı savaş uçakları Irak'ın Kuzeyinde bulunan kamplara hava harekâtları düzenledi.  2,5 yıl süren çözüm süreci de rafa kalkmış oldu. Peki, bundan sonra ne olacak? Al Jazeera muhabiri Abdülkadir Konuksever' in sorularını yanıtlayan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doçent Vahap Coşkun, çözüm sürecini ve tarafların tutumlarını değerlendirdi.

Çözüm süreci bitti mi, rafa mı kalktı; bu geçici bir durum mu, kalıcı bir durum mu?

2,5 yıldır devam eden bir çözüm süreci var. Bu süre zarfında önemli kırılmalar yaşandı ama her kırılmada taraflar krizi yönetebildiler ve çözüm sürecini devam ettirebildiler. Fakat bu kez durum farklı. Bu kez kırılma çok daha derinlerde. PKK kendisi için ateşkesin anlamını yitirdiğini açıkladı. Hükümet ise PKK eylemlere devam ettiği müddetçe tedbirlerin ve operasyonların süreceğini ifade etti. Dolayısıyla son 2,5 yılda karşılaştığımızdan çok daha derin bir kriz ile karşı karşıyayız. İki ihtimal var; birincisi tarafların mevcut pozisyonlarını koruması. Eğer taraflar mevcut pozisyonlarını korursa siyasi görüşmelerin yerini çatışmalar almaya devam edecek. PKK eylemlerini arttıracak buna mukabil devlette tedbirlerinin ve operasyonlarının sayısını arttıracak.

Belki de sertleştirecek?

Daha da sertleştirecek. İkinci ihtimal ise taraflarda aklıselimin hâkim olması ve çatışmasızlık dönemine-haline dönülmesidir. Eğer çatışmasızlık haline dönülürse o zaman sürecin yürütülmesi devam edebilir. Şunu söyleyeyim: Taraflar çatışsa bile, yani çatışmayı devam ettirseler bile bundan kesin bir netice alınmayacağını son kırk yıllık tecrübemiz bize söylüyor. Dolayısıyla, çatışma ne kadar sert bir hâl alırsa alsın tekrar bir görüşme masasına oturulacak. Görüşme masasına gelinceye kadar her iki taraf da elini güçlendirmeye çalışacak. Ama bu süreçte olan çatışmalardan yaşamını yitirecek, yaralanacak, yerinden olacak insanlara olacak. Toplumsal maliyeti çok ağır olacak.

Ellerini güçlendirecek olmaları şiddetin artması-derinleşmesi potansiyeli de taşımıyor mu?

Böyle bir tehlike var. Çatışmaların seyrinden ve tarafların birbirlerine karşı pozisyonlarından böyle bir ihtimalin olduğunu görüyoruz. O nedenle bir an önce çatışmasızlığı sağlayacak adımların atılması gerekiyor.

‘PKK'nin eylemlerini durdurması bu yeni süreci sonlandırır'

Bu nasıl olabilir, bu noktadan nasıl dönülür?

Burada hükümetin yaptığı açıklama açık ve net. Hükümet diyor ki; ‘PKK eylemlerini devam ettirdiği müddetçe biz operasyonlarımızı devam ettireceğiz.' Bunun anlamı şu: Eğer PKK eylemlerini  bitirirse, eylem yapmazsa, eylem yapmayacağını deklare ederse o zaman bu operasyonlar da duracak, bunu anlatmaya çalışıyor hükümet. Dolayısıyla bu yeni süreçten çıkmanın en iyi yolu PKK'nin eylemlerini durdurduğunu, bir çatışmasızlık haline döndüğünü deklare etmesidir. Bu bize, kaldığımız noktadan devam etme şansını geri verir.

‘İki tarafın da süreçle ilgili hataları var'

Başbakan Davutoğlu, 7 Haziran'dan beri PKK'nın 121 silahlı saldırı, 15 adam kaçırma gibi 281 terör eylemi yaptığını söyledi. PKK ise hükümeti suçladı. Niye bu noktaya gelindi?

Şimdi süreç içerisine baktığınızda her iki tarafın da önemli hataları oldu. 2,5 yıldır devam eden süreçte devletin de; hükümetin de hataları var, PKK'nin de hataları var. Devlet temel bazı adımları atmakta gecikti, bazı hakları pazarlık konusu haline getirdi; bazı mekanizmaları kurmadı, izleme heyeti gibi. Veya Dolmabahçe Mutabakatı'nı tanımadığını ilan etti. Seçim nedeniyle çözüm sürecini parantez içine aldı vesaire. Ama diğer taraftan PKK'de önemli hatalar yaptı. Çözüm sürecini, kendisinin bölgedeki hegemonyasını tahkim edecek bir süreç olarak kullandı. Sürecin ruhuyla uygun düşmeyecek birçok eylem yaptı. Yol kesti, adam kaçırdı, araç yaktı vesaire. İki tarafın da bu anlamda hataları var.

Bu hatalar çatışmaların yeniden başlatılmasını gerekli kılacak hatalar mıdır?

PKK devletin adım atmadığı gerekçesiyle veya devletin karakol, baraj ve yol yaptığı gerekçesiyle çatışmaları başlatıyor. Şimdi bunlar çatışmayı başlatmanın gerekçesi olabilir mi? Bence kesinlikle hayır. Bunlar çatışmanın gerekçesi olamaz.

Kobani, IŞİD, Suruç olayı da gerekçeler arasındaydı...

Suruç meselesinde PKK devleti sorumlu tuttu; devlet tarafından gerçekleştirildiğini söyledi ve misilleme olarak polislere, askerlere yönelik eylemler başlattı. Bütün işaretler Suruç olayının IŞİD tarafından yapıldığını gösteriyor. IŞİD bu güne kadar resmi olarak üstlenmedi ama bunun karşısında olduğunu gösteren bir tavır içerisine de girmedi. Dolayısıyla Suruç'taki olaydan yola çıkarak çözüm sürecini bitirmenin doğru bir temeli yok.

‘IŞİD argümanları ortadan kalktı'

Süreci bu noktaya getiren karşılıklı açıklamalar mı, yoksa bölgesel konjonktürün değişmesi mi?

Bence bir takım okuma hataları var. PKK şöyle düşünmüş olabilir: ‘Türkiye son dönemlerde IŞİD'e yardım etti ve IŞİD'e karşı üzerine düşeni yapmadığı gerekçesiyle Batı kamuoyunda zor bir duruma düştü.' Buna mukabil PKK ve PKK ile bağlantılı gruplar IŞİD ile mücadele ettikleri için uluslararası kamuoyunda daha meşru bir aktör haline geldiler. PKK bunun kendisi için bir avantaj olduğunu düşünebilir ve bunun üzerinden de Türkiye'yi daha zor duruma sokarak kendisinin kazanımlarını arttırabileceğini düşünebilir. Ama böylesi bir okuma bence çok büyük bir hata içeriyor. Türkiye'nin özellikle IŞİD'e karşı politikasını değiştirmesiyle birlikte uluslararası kamuoyunun olaylara bakış açısı da tamamıyla değişti. Yani, Türkiye Amerika ile Suriye konusunda uzlaştı, İncirlik üssünü kullanıma açtı, IŞİD'e karşı yapılacak saldırılarda koalisyon gücü içerisinde yer almayı kabul etti ve bizatihi kendisi IŞİD'e karşı eylemler yaptı. Bölgede ABD'nin en büyük müttefikinin de Türkiye olduğunu hatırdan çıkartmamak gerekir. Dolayısıyla, gerek Suriye meselesinde gerekse Kürt meselesinde, gerek PYD ile olan ilişkilerde ve gerekse PKK ile olan ilişkilerde Amerika'nın ve Batının Türkiye'nin hassasiyetlerini göz ardı ederek politika üretmelerinin imkânı da ortadan kalktı. Eğer bölgedeki güçlere dayanarak, bölgedeki okumalara dayanarak adım atılırsa bu başlı başına yanlış bir adım olur.

‘Türkiye'nin IŞİD'i desteklediği algısını yerleştirdiler'

Bu değişen konjonktür hangi tarafı, nasıl etkiledi?

PKK ve PKK'ye yakın grupların ısrarla dile getirdikleri iddia; IŞİD'in hükümet tarafından beslendiği, büyütüldüğü ve Kürtlere karşı kullanıldığı iddiasıdır. Bunun üzerinden bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Diğer taraftan ise hükümet ve hükümete yakın gruplar IŞİD'e karşı başından beri mücadele verildiği ve yapılması gereken her şeyin yapıldığını söylüyor. Ben bu iki iddianın da gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum. Yani, devletin IŞİD'i desteklediği, silah verdiği, beslediği, büyüttüğü şeklindeki bir iddiayı destekleyecek bir kanıt bu güne kadar ortaya konulamadı. Ama diğer taraftan devletin IŞİD'e karşı üzerine düşen her şeyi yerine getirdiğini söylemekte mümkün değil. Aksine devlet içerisindeki bazı grupların, IŞİD'i Suriye Kürdistan'ında PYD'ye karşı bir kontrol aracı veya PYD'yi dengeleyecek bir güç olarak gördüklerini de beyanlarından biliyoruz. Dolayısıyla burada iki farklı algı karşı karşıya. Ama bu algıyı, devletin IŞİD'i desteklediği algısını PKK kamuoyu çok iyi bir şekilde işledi ve bunun yerleşmesini sağladı.

Türkiyelileşme projesi bitti mi?

HDP'nin gündeme getirdiği Türkiyelileşme projesinin doğru bir proje olduğunu düşünüyorum. Türkiye'deki Kürtler sadece belli bölgelerde yaşamıyorlar. Her tarafta yaşıyorlar. Dolayısıyla, Türkiye'deki Kürtlerin sorunlarıyla ilgilenen bir siyasal partinin Türkiyelileşmesi, Türkiye'nin her tarafını gözeten siyaset geliştirmesi doğru olandır. Fakat aktörler bazında bu doğru olmuş mudur, bundan çok emin değilim. Yani, HDP'ye yönelik en önemli eleştiri baştan itibaren çok dar bir kesimle sol bir kesimle işbirliği yaparak Türkiyelileşmeyi gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Oysa bu kesimlerle Türkiye'nin bütün gruplarına açılma şansı yok. Seçim sonuçları bize şunu gösteriyor; HDP Türkiyelileşme söylemini en çok dile getirdiği dönemde aslında bir Kürt partisi haline geldi. Çünkü HDP Türkiye'deki Kürtlerin bütününden oy aldı. Bölgede AK Parti'yi geriletti, bölge dışında da daha önce AK Parti'ye oy veren Kürtlerin oyunu aldı. Şimdi bu anlamda HDP'nin Türkiyelileşme projesini gerçek manada; eğer Türkiyelileşmeden kasıt Türkiye'nin farklı kesimlerinden oy almaksa, bunun tam anlamıyla başarıldığını söyleyemeyiz. Ama ortada bir başarı var, Türkiye'nin bütün yörelerinde yaşayan Kürtlerin oyunu aldılar. Bu projenin devam edip etmeyeceği aslında süreç ve süreç karşısında HDP'nin takınacağı tutuma bağlı. Mesela bu son olaylar karşısında takınacağı tutuma da bağlıdır.

Vahap Coşkun'a göre HDP ve Demirtaş risk almalı ve Kandil'e çatışmaları durdurması çağrısı yapmalı.
 

Böyle bir proje esasen samimiyetle var mıydı?

Türkiyelileşme projesi Öcalan'ın projesiydi. Öcalan bu projeyi dile getirirken HDP ve içerisinde yer alan siyasal partilerin çok dar bir bölgeye ve çok dar bir söyleme sıkıştığı, hem bölge düzeyinde hem de söylem düzeyinde kendilerini genişletmesi gerektiğini söylemişti. Ben Öcalan'ın bu tercihinin bu politik değişikliğinin taktik bir değişiklikten ziyade stratejik bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. Yani, gerçekten Öcalan HDP'nin Türkiyelileşmesini istiyordu buna uygun da bir proje ortaya koydu. Ancak uygulamada farklı kesimlere açılma noktasında tam anlamıyla başarılamadı. Bugün HDP'nin almış olduğu oy oranında kendi başarısı kadar belki de ondan daha fazla AK Parti'nin yanlış siyasal tercihlerinin yanlış politik söylemlerinin, yanlış aday tercihlerinin çok büyük bir katkısının olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada salt HDP'nin başarısının değil aynı zamanda AK Parti'nin yanlışından da bahsetmek gerekir. 

‘Kürt silahlı mücadelesinin, siyasal mücadelesinden önce başlamış olması problem'

HDP'nin, Demirtaş'ın zaman zaman yaptığı açıklamalara Kandil'den itirazlar yükseliyor. HDP'nin üzerinde bir Kandil vesayetinden söz ediliyor. HDP bu vesayetten kurtulabilir mi?

Teorik olarak baktığınızda, siyasal parti güç kazandıkça onunla bağlantılı olan silahlı grupların geri plana çekilmesi, siyasal partinin ön plana çıkması lazım. Yani belirleyici olanın siyasi kanat olması gerekiyor. Fakat PKK-HDP ilişkisinde farklı bir durum var. Hem tarihsel hem konjonktürel olarak farklı bir durum var. Tarihsel açıdan baktığımızda burada öncelikle silahlı bir mücadele başladı, siyasal mücadele onun arkasından geldi. Dolayısıyla siyasi mücadele silahlı mücadeleye bağlı olarak gerçekleşti. PKK 1978'de kuruldu 1984'te silahlı mücadeleye başladı bunları biliyoruz. Buna mukabil, legal siyasal hareket 1990'lı yıllarda kuruldu. Dolayısıyla bir öncelik problemi var tarihsel olarak. Bunun da ötesinde konjonktürel bir durum var. Yani şu anda Irak'ta ve Suriye'de Kürtleri de hedef alan bir IŞİD sorunu var. PKK, IŞİD ile mücadelesini içeride ise Hizbullah ile mücadele potansiyelini sürekli ön planda tutarak kendi hegemonyasını devam ettiriyor. Dolayısıyla, burada siyasetin (HDP) kısa vadede PKK'nin vesayetinden kurtulabilmesinin ihtimali şu an itibariyle yok. Zaten 7 Haziran'dan sonra yapılan bütün açıklamalarında bunu açık ve net olarak görebiliyoruz. Yani, Selahattin Demirtaş'ın tek bir sözü yoktur ki Kandil'den tekzip yemesin. Selahattin Demirtaş'ın tek bir sözü yoktur ki Kandil'den sert bir tepki ile karşılaşmasın. En son Demirtaş PKK'ye silah bırakma çağrısında bulundu, ancak buna kendilerinin değil Öcalan'ın gücünün yeteceğini ifade etti. Buna bile çok sert bir tepki geldi Bese Hozat'tan.

Bese Hozat'ın açıklamasıyla Öcalan da baypas edildi sanki?

Üzerinde durulması gereken konulardan bir tanesi bu. Öcalan'a ilişkin sürekli olarak görüşme talebi var. Ama sürekli olarak ifade edilen şöyle de bir husus var; ‘Öcalan silah bırakmaya karar veremez' deniyor. Kandil'de hakim olan görüş bu yönde. Onlara göre silah bırakmak Öcalan'ın vereceği bir karar değildir. Silah bırakma çözüm sürecinin gidişatına göre PKK'nin kendi gündemine alıp PKK'nin belirleyeceği bir karardır. Dolayısıyla burada Öcalan'ın rolünün azaltılması söz konusu ve bu çok açık.

‘HDP'ye verilen oyların temel nedeni Kürt meselesini silahın cenderesinden çıkartma beklentisidir'

HDP Türkiye'nin hemen her yerinden oy aldı. 80 vekil çıkardı. HDP'nin olaylar karşısında gösterdiği tavrın oy veren seçmenlerinin tamamının beklentilerini karşıladığını düşünüyor musunuz?

Bence karşılamıyor ve bence HDP doğru bir yerde durmuyor. HDP'ye verilen oyların en önemli sebeplerinden bir tanesi, temel motivasyonlarından bir tanesi Kürt meselesini silahın cenderesinden çıkartıp siyasetin kanallarına akıtmaktı. HDP'nin barajı aşarak siyasetin merkezine yönelmesi ve dolayısıyla bu sorunun artık siyasetle çözülmesini sağlamaktı. Temel amaç buydu. Gerçekten, bunu da seçmenler çok ciddi bir şekilde başardılar. Ama siyasetin belirleyici olması beklenirken şimdi tekrar silahın devreye girmesi söz konusu. Burada, HDP'nin net bir tavır takınması lazım. PKK'nin gerçekleştireceği şiddet eylemleri aynı zamanda HDP'nin siyaseten varlığını, siyaseten anlam kazanmasını da ortadan kaldıran nedenler. HDP'nin ben yazılı açıklamalarını okudum, olayların başlamasından itibaren. Yine sadece devlete seslenen ve devletten kaynaklanan hatalara işaret eden ifadeler. Oysa, aynı zamanda PKK'nin saldırılarını durdurması konusunda herhangi bir söz söyleyemediği müddetçe bu çağrıların veya bu siyasetin ikna edici olması veya samimi bulunması söz konusu olamaz. Dolayısıyla, HDP'nin burada, PKK'nin eylemlerinin hem Türkiye içerisinde hem Türkiye dışındaki Kürtlere zarar verdiğini görmesi ve bu eylemlerin yapılmaması konusunda PKK'yi ciddi bir şekilde uyarması gerekiyor. PKK'nin şiddete başvurması, ateşkesi bitirmesi bence baştan aşağı bir yanlış yol ve bu yanlış yoldan çıkarılması konusunda da siyasetçilerin inisiyatif alması, gerekirse riski üstlenmesi lazım.

Ateşkesi PKK bozdu'

Ateşkesi hangi tarafın bitirdiğine ilişkin medya kanallarında bir tartışma sürüyor. Sizin görüşünüz nedir?

Açık bir şekilde konuşmak gerekiyor, burada ateşkesi bozan PKK'nin kendisi. PKK 7 Haziran'dan itibaren iki yol izledi. Bir taraftan sivil siyasete sürekli olarak ayar verdi ve patronun kendisi olduğunu ifade etti. Diğer taraftan ise gerginliği adım adım tırmandırdı. Yani seçimin hemen ertesinde yol kesmeleri haklı kılacak hangi gerekçe söz konusu? Adam kaçırmaları, iş makinesi yakmaları, şantiye basmaları haklı kılacak hangi gerekçe var? Veya IŞİD saldırısından devleti sorumlu tutup polis ve askere yönelmeyi gerektirecek herhangi bir haklı gerekçe söz konusu değildir. Burada PKK'nin ateşkesi bozduğunu söylemek mümkün.

Demirtaş'ın Kandil'i karşısına alma gibi bir durum söz konusu olabilir mi çözüm süreci için?

Demirtaş veya HDP'nin mutlak Kandil karşıtı bir pozisyon alması beklenemez. Bunun kısa vadede gerçekleşeceğini söylemek mümkün değil. Bence burada Selahattin Demirtaş'ın ve HDP'nin yapması gereken kendi siyasal varlıklarını anlamlı kılacak bir duruş ortaya koymaktır. Yani, şiddetin olduğu bir dönemde onların herhangi bir şekilde siyaseten bir varlık göstermeleri söz konusu olmayacaktır. Silahı elinde kim tutuyorsa şiddet ortamında kararları da o verecektir. Dolayısıyla onların siyasi alanda varlıklarının bir anlamı kalmayacaktır. Bu şiddetin bir an önce durdurulması konusunda Demirtaş'ın PKK'ye dönerek, ‘bu şiddet yanlıştır bundan bir an önce sıyrılmak gerekir' demesi gerekiyor. Bu hem HDP'ye hem de PKK'ye yapılabilecek en büyük iyiliktir. Aksi takdirde bütün Kürtlerin kaybedeceği ciddi bir durumdur bu.

‘Çatışmalar çözüm süreci ve demokratikleşmeyi öteler'

Ne kaybettirir Kürtlere?

Ateşkesi bozmak üç açıdan yanlış. Birincisi, eğer Kürt meselesini çözmekse amaç, çözüm süreci bu konuda çok önemli bir fırsat ve tekrar silaha başvurmak çözüm sürecinin geleceğini belirsizliğe iter. İkincisi, Türkiye'nin demokratikleşmesi ise amaç, silaha başvurmak Türkiye'nin demokratikleşmesini geciktirir. Çünkü bombalar patladığında, silahlar atıldığında cenazeler gelmeye başladığında devlet bir taraftan özgürlükleri sınırlayıcı düzenlemeler yapar, diğer taraftan olayları önlemek için asker ve polisi sahaya sürer, bu da demokratik alanı daralmasına neden olur. Üçüncüsü de, PKK'nin silaha başvurması ne Türkiye içindeki Kürtlere ne de Türkiye dışındaki Kürtlere herhangi bir fayda getirir. Bakın Türkiye'deki Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun oy vermiş olduğu HDP bu olaylar nedeniyle ciddi olarak baskı altına alınmaya başlandı. Diğer taraftan ordunun Irak Kürdistan'ındaki operasyonları nedeniyle KDP ile PKK arasında tansiyon yükselmeye başladı. Diğer taraftan bu PYD'nin de uluslararası ilişkilerdeki konumunu güçleştirecek. PKK Türkiye ile savaşırken Türkiye'nin müttefikleri gelip PYD ile eskisi gibi bir ilişki kurmaktan imtina edebilirler. O nedenle, Türkiye içinde de Türkiye dışında da Kürtlere zarar verecek bir durumdur. O nedenle, bir an önce bu saldırıların durması ve ateşkes haline dönülmesi gerekiyor.

‘Tek taraflı sloganların hükmü yok'

HDP ve çevresi Kuzey Irak'ta PKK'nın bulunduğu alanların bombalamasının ardından, ‘Size savaş yaptırmayacağız' sloganı ile bir sosyal medya kampanyası başlattı. Siz bu sloganlara karşı, bir internet sitesine yazdığınız yazıda,"Eğer yüzünüzü PKK'ye çevirip ‘Senin şiddet kullanmana karşı duracağız' diyemiyorsanız, bu kullandığınız sloganların hiçbir hükmü kalmaz" dediniz. HDP'nin Kandil karşısındaki tutumunun değişeceğini umuyor musunuz?

Tek taraflı çağrılarla bu sorunu çözebilmenin imkânı yok. Sadece bir tarafı sorumlu tutup diğer tarafı tamamıyla eleştiriden muaf tutarak bu sorunu çözmenin imkânı yok. Dolayısıyla, eğer gerçekten barış inşa edilmek isteniyorsa o zaman burada hatalı olan herkese hatalı olduğu söylenip bu yoldan dönmesi tavsiye edilmeli. Öznesiz konuşmanın artık kimseye faydası yok. ‘Operasyonlar durdurulsun' demek çok temel bir talep, HDP bunu isteyebilir. Ama HDP bu isteğinin anlamlı olmasını istiyorsa o zaman bu operasyonlara giden sürecin nasıl oluştuğunu, PKK'nin buradaki sorumluluğunu da hesaba katmak ve bunu değerlendirmek zorunda. ‘Operasyonları durdurun' dediğinizde bunun anlam taşımasını istiyorsanız, dönüp PKK'ye de ‘saldırılarınızı durdurun' demeniz gerekiyor. Çünkü, PKK saldırılarını durdurmadığı müddetçe bu operasyonların durmayacağı deklare edilmiş durumda. Bu nedenle tek taraflı değil çift taraflı olarak herkesi sorumluluğa davet etmek lazım.