Yeni Şafak Gazetesi yazarı Salih Tuna, bugünkü "Erdoğan ve Putin'e kim ‘kumpas' kurdu?" başlıklı yazısında Türkiye'nin sınır ihlali gerekçesiyle Rus uçağını düşürmesiyle başlayan siyasi krizi değerlendirdi. Enteresan olan şu: CIA taşeronu “paralel örgütü” Putin Rusya'ya, Hameney de İran'a sokmadı, ifadesini kullanan Putin, "Uçak mevzuunu, Erdoğan ve Putin'e karşı bir operasyona dönüştürmek isteyenler de Türkiye'yi pohpohlamaya başladı. Sayın Erdoğan bu pohpohlamalara prim vermemekle kalmadı, Rus uçağı olduğunu bilmiyorduk, demekle “kumpası” deşifre etmiş oldu" dedi.
İşte Salih Tuna'nın yazısından bir bölüm:
Bir konunun etraflıca tartışılması bir şekilde engelleniyorsa orda operasyon yapılıyor demektir.
Ben bunu bilir bunu söylerim.
Ne Arap Baharı ne de Suriye konusu maalesef adamakıllı teşrih masasına yatırılmadı.
Hayır, kendine “muhalif” diyen şebelek takımını kastetmiyorum. Onlar eleştiriden cart curt etmeyi anlıyorlar.
Zaten Erdoğan ve AK Parti düşmanlığından öte fehmettikleri de bir şey yok.
Erdoğan'a yarayan her şey kötü, yaramayan her şey iyi; tıynetleri bu!
Ülküleri arasında, ülkemizin uluslararası toplum nezdinde “terörist devlet” olarak algılanması bile var.
Malum uçak mevzuunda da Rusya'yı haklı, Türkiye'yi haksız çıkartmak için yırtınıyorlar. (Uçağımız düşürüldüğü sefer de Suriye haklı demişlerdi.)
İçlerinde biri, “Rus uçağını düşüren F 16 var ya, Bilal'inmiş la…” dese, üzerine atlayacak binlerce Çalışkan Koray var.
Rusya'da bunlardan bir tane var mı?
Yani, “Rusya'nın ne işi var Suriye'de ve Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen neden sınır ihlali yaptık” diyen var mı?
Demem o ki, sağlıklı tartışmanın bu şebelek takımıyla uzaktan yakından alakası yok.
“Bizimkileri” kastettim…
Eşya ve hadiselere uyanık bir bilinçle bakmaya gayret eden, en temel meselelerde bile “eleştirel aklı” devreye sokan, en azından böylesi bir gelenekten gelen “arkadaşlarımızın” kimi konularda tek bir bakış açısına neden kapandıklarını, aykırı ses çıkmasına neden hiç tahammül göstermediklerini anlamaya çalışıyorum.
Suriye sorunu çıktığı günden beri “yandaş” tesmiye olunan kesimde aykırı sesler çıkaran üç - beş yazardan biriydim.
Baktım olmuyor, Sezai Karakoç'u yardıma çağırdım. Yardıma çağırdım dediğim, “İran-Türkiye - Suriye çatışması tuzaktır. Batı nihai işgali, son işgali yapmak peşindedir…” gibi tespitlerini iktibas ettim.
Çare olmadı, olmadığı gibi tehdit edildim.
Aynı dönemde Hüseyin Hatemi hocamız mobbinge maruz kaldı; küstü yazmayı bıraktı.
Ben de bırakacaktım. Yapacak başka bir işim yoktu. Viran olası hanede evlad ü iyal vardı.
Farklı ses çıkarmamın nedenlerinden biri de, Suriye'ye girmemizi paralel yapının medyasının istemesiydi. Bunu tartışamayız, arşiv ortada.
Amerika istiyordu; karadan cephe açın, diyordu.
Siyonist network istiyordu. Sevgili Çandar “Reyhanlı maliyettir” diyecek kadar destek veriyordu.
Şükür ki şükür “dönemin başbakanı” Erdoğan fren koydu.
Çok ilginçtir; Erdoğan'ın fren koyduğu bu dönem aynı zamanda “diktatör” ilan edildiği dönemdir.
Yazık ki yazık, yapılacak bir şey yoktu. Ne katliamlara sessiz kalabilirdik, ne de muhacirlere kapıları kapatabilirdik
Suriye'de vekalet savaşı, örgütler üzerinden sürgit devam ediyordu. En kullanışlı taşeron örgüt de Irak ve Suriye zemininde üretilen DAİŞ'ti.
Herkes her yaptığına en kolay yoldan meşruiyet sağlamak için DAİŞ'e sarılıyordu.
Nihayetinde Rusya da Suriye'de bilfiil çatışmaya girmesini DAİŞ üzerinden gerekçelendirdi.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!