Karar Gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, bugünkü "Başkanlı parlamenter sistem" başlıklı yazısında AK Parti ve MHP'nin uzlaşma sağladığı Anayasa metni ve Başkanlık konusunda değerlendirmelerde bulundu. Önce birkaç tespit yapalım. Türkiye başkanlık sistemine geçmiyor, ifadesini kullanan Mahçupyan, "Diğer taraftan cumhurbaşkanlığı etrafında bir keyfilik alanı yaratılmış oluyor ve bunun nasıl kullanılacağını bilmiyoruz. Demokratik bir rejime de gidebilir, baskı rejimine de… Muhalifler ikinciyi bekliyor. AK Partililer birinciyi. Tarihsel bakış ise, cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesinin karşılığında 12 Eylül Anayasası'nın temel ilkelerle 12 yıl daha süreceğini söylüyor. Kürt meselesinin çözülemeyeceği bir 12 yıl daha… Bütün bunlar MHP'ye benzeme noktasına gelmeye değer miydi, bu da AK Partililerin sorması gereken ilave bir soru." dedi.
İşte Etyen Maçupyan'ın yazısı:
Önce birkaç tespit yapalım. Türkiye başkanlık sistemine geçmiyor. Başkanlık sisteminin özü bir kişinin yürütmenin başında olması değil, yasama ve yürütmenin birbirinden koparılması, yani birbirini enformel yollardan belirleme ya da etkileme gücünün olmaması. Türkiye şu an bunun tam tersi bir yola girmiş durumda. Başbakanın yerini bürokrasi üzerinde tam yetkili bir cumhurbaşkanı alıyor, ama aynı cumhurbaşkanı hem partisini hem de parlamentoyu doğrudan etkileyebiliyor. Yani ‘başkanlı parlamenter' sistem…
İkinci olarak bütün bunlar Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasaydı yaşanmayacaktı. Ortada bir sorun olmadığı için değil. Sistem gerçekten de çökmüş durumda. Ancak bu dönemin sonunda Türkiye'nin yine bir sistem tartışmasının eşiğine gelmesi mukadder. Önümüzde 12 yıllık bir ara dönem var… Ortaya konacak performans AK Parti'nin de kaderini belirleyecek.
Gelelim AK Parti ile MHP'nin ortak anayasa değişikliği paketine. Getirilen değişiklikleri üç başlık altında ele almak mümkün: Normal maddeler, olumlu maddeler ve tehlikeli maddeler.
Bu türden bir değişimde olması gereken, ya da mantıklı bulunacak yenilikler şunlar: 1)En az yüz bin seçmen tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi mümkün olacak, 2)Bir kimse en az iki defa cumhurbaşkanı seçilebilecek, 3)Bütçe kanununu hazırlayıp sunma yetkisi/görevi cumhurbaşkanında olacak ve 4)Cumhurbaşkanının Yüce Divan'a sevki için kademeli bir formül uygulanacak.
Olumlu değişikliklerin başında ise daha önce hazırlanan taslaktaki bazı maddelerin çıkarılmasını kayda geçirmek lazım… Cumhurbaşkanının Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisinin sınırlandırılması doğru bir adım. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yarısının, üniversite rektörlerinin tamamının cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi maddelerinden de ‘sessizce' vazgeçilmesi aklın gereği.
Değişikliklere baktığımızda ise şu noktalar öne çıkıyor: 1)Yargının niteliklerine ‘tarafsız' ibaresi ekleniyor, 2)Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdari Mahkemesi kaldırılıyor, 3)Jandarma Genel Komutanı Milli Güvenlik Kurulu'ndan çıkarılıyor ve 4)HSYK'nın Meclis tarafından seçilen kısmında, eğer nitelikli çoğunluk sağlanamazsa en çok oy alan iki kişi arasında kuraya başvuruluyor. Böylece tüm HSYK'nın çoğunluk partisi tarafından ‘ele geçirilmesi' bir nebze engellenmeye çalışılıyor. Ayrıca Başbakan Yıldırım'ın vurguladığı üzere toplumsal istikrarı nasıl etkileyeceğini bilemesek de siyasi istikrar sağlanıyor.
Ancak getirilen değişikliğin tehlikeli yönleri de var.
Yürütme alanında iki tane… 1)Cumhurbaşkanı üst düzey kamu yetkililerini atamaya yetkili kılınıyor. Ama bunların kimler olduğu, hangi kademeleri kapsadığı söylenmiyor. Böylece belirsizliğe ve keyfiliğe kapı açılmış oluyor. 2)Cumhurbaşkanı 6 aylık OHAL ilan edebiliyor, bunu 4'er aylık dönemler halinde uzatabiliyor ve ‘gerekli konularda', yani sınırları belirlenmeyen bir ‘kararname çıkarma yetkisine' sahip oluyor. Böylece Bakanlar Kurulu'na ait olan bu yetki tek bir kişinin uhdesine verilirken, Meclis çoğunluğuna sahip bir iktidarda cumhurbaşkanı istediği an ve süre için OHAL ile yönetme hakkı elde etmiş oluyor.
Yasama alanında ‘tehlikeli' üç nokta bulunuyor… 1)Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri aynı gün (3 Kasım 2019) yapılıyor ve eğer Seçim Kanunu değiştirilerek dar bölgeye geçilmezse, cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş milletvekillerinden oluşan bir çoğunluk iktidarı ortaya çıkabilir. Ayrıca aynı gün seçim yapılması Meclis'teki muhtemel siyasi yelpazeyi daraltabilir. 2)Cumhurbaşkanı istediği an seçimler yenileniyor ama Meclis bunu ancak üçte iki oyla yapabiliyor. Diğer deyişle Meclis'te sadece yüzde 33,5 oranında bulunan bir partiye sahip olduğunda, ‘fesih yetkisi' tamamen cumhurbaşkanına verilmiş oluyor. 3)Seçimler cumhurbaşkanının ikinci dönemine rast geldiğinde cumhurbaşkanı yeni seçimde de aday olabiliyor. Böylece pratikte üç dönem cumhurbaşkanı olma fırsatı üretiliyor.
Yargı alanında ise, HSYK'nın yarısını doğrudan atayan ve Meclis seçimi ile gelen ilaveler sayesinde bu kurumu etkisi altında tutan bir cumhurbaşkanının yargı üzerinde idari vesayet kurabilme ihtimali ortaya çıkıyor.
Nihayet siyasi dizayn açısından da ‘tehlikeli' bir unsur var… Cumhurbaşkanının partisi ile ilişkisi 2018 yılında başlıyor ama cezai sorumluluğunun başlangıç tarihi 2019. Bunun seçimler açısından bir komplikasyon yaratıp yaratmayacağını zaman gösterecek.
Sonuç olarak hızlı iş yapma ve siyasi istikrar uğruna yapılan bir değişiklikle karşı karşıyayız. Öte yandan hızlı iş yapmanın her zaman yararlı olmadığını biliyoruz, çünkü doğruyu yapmazsanız hızlı olmak ülkeye sadece zarar veriyor. Siyasi istikrar ise, eğer kutuplaşma üretirse bu toplumun kadim kavga dönemine dönmesini ifade edecektir.
Diğer taraftan cumhurbaşkanlığı etrafında bir keyfilik alanı yaratılmış oluyor ve bunun nasıl kullanılacağını bilmiyoruz. Demokratik bir rejime de gidebilir, baskı rejimine de… Muhalifler ikinciyi bekliyor. AK Partililer birinciyi.
Tarihsel bakış ise, cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesinin karşılığında 12 Eylül Anayasası'nın temel ilkelerle 12 yıl daha süreceğini söylüyor. Kürt meselesinin çözülemeyeceği bir 12 yıl daha… Bütün bunlar MHP'ye benzeme noktasına gelmeye değer miydi, bu da AK Partililerin sorması gereken ilave bir soru.