Kur'an'da yer alan Hanif terimi ile Hanifler tanımlaması dikkat çekicidir. Özellikle Hz. İbrahim'le ilgili ayetlerde tekil formuyla karşımıza çıkan ve iki ayette de çoğul formuyla “Hanifler olarak…” şeklinde tüm inananlara yönelik bir niteleme olarak kullanılan Hanif teriminin anlamı ve Müslüman terimiyle ilişkisi önemlidir.
Kur'an'daki kullanımı dışında, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Hicaz bölgesinde yaşayan ve kaynaklarda Hanifler olarak adlandırılan bir grup monoteistin varlığı da bilinmektedir. Bunlarla ilgili gerek oryantalist çevrede gerekse Müslüman dünyada hayli spekülatif değerlendirmeler yapılmıştır.
Her ne kadar kaynaklarda sayıca çok fazla olmayan bu kişilerin kimliklerine ve özelliklerine dair veriler sınırlı olsa da bu kişilerle ilgili birçok tartışma söz konusudur. Örneğin şuna benzer sorular cevaplanmaya çalışılmaktadır. Bunlardan birisi; Hanifler olarak adlandırılan bu monoteistlerin özellikle Hz. Peygamber'le ilişkilerine ve onun tebliğ ettiği tevhid mesajına verdikleri yanıta dairdir. Bu monoteistler Hz. Peygamber'e ve onun tebliğ ettiği tevhid mesajına iştirak etmişler midir? Peygamberin mesajına iştirak etmeyenler, neden bu tavrı göstermişlerdir?
Cevap bekleyen bir diğer önemli husus; özellikle Hz. Peygamber'e ve onun tebliğ ettiği “Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur” mesajına şiddetle karşı çıkıp, bu karşıtlığı Hz. Peygamber'in ve müminlerin canına kastetmeye kadar ileri götüren Arap müşriklerinin Hanifler denilen bu kişilere gösterdiği olumlu tavırdır. Kaynaklardaki mevcut bilgilerden hareketle, Arap müşrikleri Hz. Peygamber'e karşı takındıkları şedit tavrı neden bu gruba karşı takınmamış, neden onlara tolerans ve hoşgörü göstermiştir?
Etimolojik açıdan Hanif terimini anlamlandırmaya çalışan oryantalistler genelde terime Süryanice ve İbranice bir köken aramaya çalışmışlardır. Süryanicede hanpe ve hanputo'nun puta tapan ve putperest, İbranicede ise hanef teriminin sapkın, zındık anlamlarına geldiğine dikkat çekilmiş ve Arapçadaki hanif teriminin bu Süryanice ya da İbranice kökenle irtibatlı olduğu ileri sürülmüştür. Buradan hareketle de hanif teriminin köken itibarıyla “sapkın” ya da “putperest” anlamına geldiği ve bu durumda Hz. İbrahim için Kur'an'ın “hanifenmuslimen”yani hanif bir Müslüman” tanımlamasının bu anlam doğrultusunda ele alınması gerektiği ileri sürülmüştür.
Etimolojik açıdan Hanif teriminin muhtemel kökenine dair bu oryantalist yaklaşım, Müslüman dünyadan bazı yazarlar üzerinde de farklı bağlamlarda etkili olmuştur.
Oryantalist araştırıcıların çoğu terime Süryanice, İbranice ve Aramice bir köken aramayı ön plana çıkartırken, bazı oryantalistlerle Müslüman yazarların çoğu terimi Arapçadan bir kökenle (hanefe) izah etmeyi tercih etmişlerdir.
Etimolojik açıdan terime bir köken bulma ve bundan hareketle terimi anlamlandırma çabalarının genelde terimin Kur'an'da kullanıldığı bağlamı ve anlam yükünü ıskaladığı görülmektedir.
Kur'an'da hanifler şeklindeki çoğul kipi de dahil toplam oniki kez kullanılan Hanif teriminin çoğunlukla Hz. İbrahim'le irtibatlı olarak kullanılmakta olduğu dikkati çeker.
Hanif, batıldan yüz çeviren ve hakka yönelen Hz. İbrahim'i nitelemektedir. Batıla, şirke ve zulme karşı mücadele eden ve bu uğurda her şeyi göze alan muvahhid Hz. İbrahim'i tanımlayan bir niteliktir. Onun her türlü şirk zihniyetine, paganizme karşı olan ve tevhid öğretisini merkeze alan putlar kırıcı duruşunu ifade etmektedir.
Hz. İbrahim'le ilgili ve sıklıkla Hanif terimiyle yanyana zikredilen bir diğer terim ise Müslüman nitelemesidir. Hz. İbrahim Hanif bir Müslümandır. Yani batıldan yüz çevirip, Allah'a teslimiyet üzere hakka yönelmiş olan bir peygamberdir.
Kur'an'daki bu kullanım dikkate alındığında Hanif terimi batıldan, şirkten yüz çevirip hakka yönelen anlamındadır. Nitekim Hanifler şeklinde çoğul formuyla bu niteleme, “Allah'a yönelenler (Hanifler), O'na ortak koşmayanlar” şeklinde Müslümanlar için de yapılmakta (Hac 31), bir ayette de Ehli Kitaba namaz ve zekatla birlikte “Hanifler (Hakka yönelenler) olarak dini Allah'a has kılıp O'na ibadetle emrolundukları” (Beyyine 5) hatırlatılmaktadır.
Terimin anlamına dair tartışmalar yanında İslam bilim tarihinde bazı yazarların bu terimi, müstakil bir din ismi, Hz. İbrahim'in tebliğ ettiği dinin özel adı olarak niteledikleri de bilinmektedir. Aralarında milel ve nihal yazarlarının da bulunduğu bazı yazarlar Hz. İbrahim'in içinde yaşadığı putperest müşrik yapıyı Sabiilik olarak adlandırmış ve Hz. İbrahim'in onlara Haniflik inancını tebliğ ettiğini ileri sürmüştür.
Haniflikile Sabiilik arasındaki bir karşıtlığa dayalı ayrım gerçeklikten yoksundur. Öncelikle Hz. İbrahim'in aralarında yaşayıp mücadele ettiği yıldız ve gezegen tapıcılarının Sabiiler olduğuna dair iddiayı destekleyecek hiçbir veri yoktur. Sabii teriminin genel anlamda putperest ya da pagan anlamına kullanılması, Harranlı yıldız ve gezegen tapıcılarının Halife Me'mun döneminde Sabii ismini adapta etmeleriyle başlayan sürece bağlı olarak gelişen yanlış bir kanaattir. Biruni ve İbn Nedim gibi çeşitli İslam alimleri, Harranlı putperestlerin sonradan Sabii olarak adlandırıldığının altını çizmişlerdir. Dahası, Kur'an'da üç ayette ismen zikredilen Sabiilerin öğretilerinde yıldız ve gezegen tapıcılığı yoktur. Bu durumda Hz. İbrahim'in mücadele ettiği yıldız ve gezegen tapıcılığının ön plana çıktığı putperestliğin Sabiilik olarak adlandırılması yanlıştır.
Hz. İbrahim Kur'an'da Müslüman olarak nitelenir. Yani onun tebliğ ettiği din, Allah'ın dini olan İslam'dır. Bu durumda Haniflikmüstakil bir din değil, Allah'a teslimiyeti ve imanı ifade eden Müslüman kimlik için kullanılan bir niteliktir. Hanif olmak şirke ve batıla karşı çıkmak, hakka yönelmektir.
Haniflik konusunda dikkat çekici bir durum da Kur'an'ın nazil olduğu dönemde yaşayan bazı monoteistlerin Hanifler olarak nitelenmesidir. Gerek cahiliye dönemi Arap literatüründe gerekse erken dönem İslami kaynaklarda bunlardan bahsedilmektedir. Buna göre Kabe'yi tavaf eden ve sünnet olmuş olan belirli sayıdaki kişi kendilerini Hz. İbrahim'in izleyicileri olarak değerlendirmektedir. Aralarında tam bir birliktelik olmamakla birlikte bu kişiler Allah'ın birliğine inanmakta, Arap putperestliğinin çeşitli ritüellerinden uzak durmakta, Arap putperestliğine karşı çıkmakta, putlar için kesilen şeylerden yememektedir.
Müstakil bir dini grup olmaktan öte dağınık tektanrıcılar olarak karşımıza çıkan oldukça az sayıdaki bu kişilerin en azından bazılarının Yahudi ve Hıristiyan literatürüne aşina oldukları hatta bazılarının Hıristiyan geleneğine yakındurdukları da anlatılmaktadır.
Bunlarla ilgili dikkat çeken bir husus Hz. Peygamber'in İslam mesajına verdikleri yanıttır. Ebu Amir bin Seyfi, Ebu Kays bin Eslet ve Ümeyye bin Ebu's-Salt örneğinde olduğu gibi bu monoteistlerden bazıları Hz. Peygamber'e iman etmemiş, hatta Hz. Peygamber'e karşı bir propaganda yürütmüşlerdir. Yine bir Hanif olduğu söylenen ve sonradan Hıristiyanlığa geçtiği belirtilen Ubeydulalh bin Cahş Müslüman olup Habeşistan'a hicret ettikten sonra tekrar irtidat etmiş ve Hıristiyanlığa dönmüştür.
Bir diğer dikkat çekici husus da zamanın Arap müşriklerinin onlarla olan ilişkileridir. Arap müşrikleri, çoktanrıcılığı ve putperestliği reddedip putperest adet ve ritüellerden uzak duran bu kişileri toplumdan dışlamamış, onlara karşı bir mücadele yürütmemiş ve onları adeta bir kültürel zenginlik gibi görmüştür.
Oysa aynı Arap müşrikleri, Allah Resulü'ne ve iman edenlere karşı şiddetli bir mücadele yürütmüşler, hatta işi onların yaşamlarına kastetmeye kadar ileri götürmüşlerdi. Peki bunun nedeni nedir? Zamanın Arap müşrikleri Hanifler olarak adlandırılan bu monoteistlere gösterdikleri müsamahayı, toleransı ve hoşgörüyü neden Hz. Peygamber'e göstermediler?
Bunun en önemli nedeni Hz. Peygamber'in tebliğinde kilit öneme sahip olan la ilahe illallah mesajıdır. Bu mesaj Allah'ın yalnızca ontolojik olarak değil her hususta birliğini, tekliğini ve merkeziliğini ifade ediyor. İnsanın bireysel ve sosyal tüm yaşamını kuşatıyor ve ister metafizik anlamda inanılan bir varlık, isterse sosyal, siyasal ve kültürel yaşamda temel referans olarak kabul edilen bir güç ya da unsur olsun, Allah'tan başka hiçbir gücün Allah'ın yanı sıra kabul edilmemesini temel alıyor. Bunun aksi Allah'a ortak koşmak yani şirk olarak değerlendiriliyor.
İşte bu mesaj, cahiliye olarak nitelenen toplum yapısında şiddetli tepki oluşturdu. Arap müşrikleri, yalnızca Allah'ın ilah, yani her konuda egemen, belirleyici üstün güç olmasını kabullenmediler. Dahası buna müsamaha da göstermediler ve bu mesaja karşı her yol ve yöntemle mücadele ettiler.
İşte, Allah Resulü'nün Hanifler olarak adlandırılan kişilerden farkı bu mesajdı.
Tevhid öğretisi olarak adlandırılan bu mesaj, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ilkesi doğrultusunda toplumu her konuda değiştirmeyi dönüştürmeyi esas alıyordu. Oysa Haniflerin böyle bir görüşü, söylemi ya da böyle bir iddiaları yoktu.
Bir diğer ifadeyle, Allah'ın ontolojik birliğini esas alan bir tektanrıcılığa vurgu yapan ve putperestlikten uzak duran Haniflerin bireyi ve toplumu tevhid öğretisi bağlamında inşa etme gibi bir duruşları, tavırları yoktu. Bu nedenle zamanın egemen yapısı onlardan rahatsız olmuyordu, hatta onları teolojik farklılıkları ile toplumda bir çeşni gibi görüyordu. Diğer taraftan Hz. Peygamber ve tebliğ ettiği tevhidi mesaj, İslam mesajı böyle değildi. Yalnızca Allah'ın uluhiyeti ve rububiyeti ilkesi etrafında egemen yapıya meydan okuyor, kurulu sistemi değiştirmeyi esas alıyordu. İşte bu kabul edilemez, hoş görülemez bir durumdu.