Cemaatelere, tarikatlara ve bunların hiç birini kabul etmeyen 'bağımsız ve de başsız müslümanlar'a seslenerek, ''Eğer ortak düşmana ortak tavır alamazlarsa yeniden varoluşlarını tamamlayamayacaklar ve mevcut varlıkları da tehlikeye girecek'' uyarısında bulundu.
Beşer'in yazısı şöyle;
Şüphe yok ki, İslam ümmeti ve özellikle de Türkiye müslümanları çok kötü bir bölünmüşlük yaşıyor. Birleme ve birleştirme/tevhit dini olan İslam bağlıları darmadağın, bölük pörçük. “Herkes kendi şakulüne göre amel ediyor”. Kimse kendi dışında hakikat tanımıyor. Sanki cemaatlerin ve tarikatların asıl fonksiyonu ayrıştırma, parçalama ve kapabildikleriyle beraber diğerlerinden hızla uzaklaşma. Biz öyle değiliz diyenler gerçekten öyle değillerse, onları saygıyla selamlıyoruz.
Aslında bu oluşumlara yön ve ayar verecek bir üst akıl ya da otorite bulunsaydı bu öbekleşmeler farklı tonlarıyla hakikati anlatan birer mektep olarak görülüp normal sayılabilirdi. müslümanlardan iki tâife kavga ettiğinde, Allah'ın emri gereği, araları bulunabilirdi.
Bu üst akıl dediğimiz şeyin en mütekâmil yapısı, bütünüyle İslam ümmetini temsil eden Hilafettir. Gövde olmadan baş olmayacağına göre ona daha epey mesafe var. Şimdi başka çareler aramak gerek.
Bugün kimin hakikati temsil ettiği, ya da kimde hakikat adına ne kadar bulunduğu belli değil. İslam ümmeti yüz yıldır başsız. Onun nereden yıkılacağını iyi bilen düşmanları önce başı kopardılar, şimdi de yeniden oluşmaması için bütün entrikaları çeviriyorlar.
Türkiye'nin başına büyük bir çorap örülmek istendiği açık. Bunun dıştan düşünülüyor olması doğal. Çünkü düşmansız bir varoluş mümkün değil. Hz. Âdem'den önce şeytan yaratıldı. Düşman zaten bunun için var. Ancak düşman içinizde ise o zaman işiniz zor. Belki de “asıl düşmanınız, iki kaşınızın arasındaki nefsinizdir” yani kendinizdir sözü buna işaret ediyor. (Bu söz hadisi şerif değildir.) Bu içimizdeki düşman o hale geldi ki, artık “atlısıyla yayasıyla” can havliyle saldırıyor. Kendileri için zararlı ve tehlikeli gördükleri kişilere, kurumlara ve mercilere insafsızca vuruyorlar. Kendi başına bir iş yapamayacağını bildiği için de dış düşmanlardan destek alıyor. Onlar da, işin tabiatı gereği bu fırsatı bekliyor. Bu içimizdeki düşman önce her şeyi bir yıkalım, sonra ne olursa olsun diyecek kadar sarhoş. Artık onlar için ne en büyük değer kabul edilen demokrasi ne halkın kanaati, hiçbir bir anlam ifade etmiyor. Düşman belden aşağı vurunca siz grekoromen yapamazsınız. Neler yapabilirsiniz onu tam bilmiyorum ama aklıma şöyle bir çözüm yolu geliyor:
Meselelerimizin halli için artık İslam devreye girmeli, inisiyatif almalı. Artık ne kimse bu ülkede İslam'ı yok sayabilir, ne de İslamsız bir hal çaresi bulunabilir. Müslümanlar da bir ölçüde rüştüne ulaştı. Cemaatler, tarikatlar ve bunların hiç birini kabul etmeyen bağımsız ve de başsız müslümanlar şu kadarını kabul etmek zorundalar: Eğer ortak düşmana ortak tavır alamazlarsa yeniden varoluşlarını tamamlayamayacaklar ve mevcut varlıkları da tehlikeye girecek.
Bilmelidirler ki, hiç birisi mutlak hakikati temsil etme durumunda değildir. Her bir cemaat hakikatin bir yönünü diğerinden daha iyi temsil ediyor olabilir. O halde her birinden bir temsilciyle oluşacak bir üst heyet kurmak zorundadırlar. Bu heyetteki temsilcilerin görevi ihtilaf noktaları değil ittifak noktaları aramak olmalıdır. İlk toplanmalarında, Allah'ın birliği ve Hz. Muhammed'in onun kulu ve rasulü olduğunda anlaşmaları yeterli. Ondan sonra bu ittifak noktalarını çoğaltarak devam ederler ve bugün Kürdüyle Türküyle herkesin başının belası haline gelmiş olan şeytan işi kavmiyetçilik ve terör konusunda da söyleyeceklerini söylerler. Bu insanlar zaten kavmiyetçiliği aşamayan bir İslam'ın İslam olmayacağını bilen insanlardır.
YAZISININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ