Kendisini 'gerici' olarak niteleyenlere önemli isimlerin görüşlerini aktardığını ifade eden Karaman, Turabi'nin de liberal İslamcıların çoğu gibi Batılı laik demokrasiyi değil, İslam'a mahsus bir demokrasiyi savunduğunun altını çiziyor.
Karaman'ın ''Türabi ve İslami Demokrasi'' başlıklı ilk yazısı şöyle;
Batı'ya ait olan laik demokrasinin İslam ile bağdaşmadığı görüşünü savunduğum için beni gerici bulanların örnek olarak sundukları bazı isimlerin görüşlerini aktarıp tartışmaya devam ediyorum. Örnek ve rehber olarak tavsiye edilen isinlerden biri de Sudanlı ilim, fikir ve isyaset adamı Hasen et-Türâbî'dir. Peşin söyleyeyim ki, o da diğer modernist veya liberal İslamcıların çoğu gibi Batılı laik demokrasiyi değil, İslam'a mahsus bir demokrasiyi savunuyor.
Sudanlı Türâbî orta tabakadan dindar bir ailenin çocuğu olarak 1932 yılında doğdu, önce bir tasavvuf tarikatının şeyhi olan babasının öğrencisi oldu, birkaç kırâatı da ihtiva etmek üzere küçük yaşında Kur'an-ı Kerîm'i ezberledi (hafız oldu), yine babasından genç yaşında Arap dili ve edebiyatı ile İslâmî ilimleri öğrendi, Hartum Üniversitesi'ne devam ederek Hukuk Fakültesi'ni bitirdi, 1957 yılında İngilterede masterini, 1964 yılında da Sorbon'da doktorasını tamamladı. Ana dili dışında iyi derecede İngilizce, Fransızca ve Almanca biliyor. Ülkesine döndükten sonra bir yandan akademik faaliyetlerini yürüttü, kitaplarını yazdı, bir yandan da devlet hizmetlerinde ve önemli siyasi faaliyetlerde bulundu.
Türâbî İslam'da tecdidi (yenileştirmeyi) savunuyor ve bunun için kısmen klasik olandan ayrılan bir usul ortaya koyuyor, bu usule dayalı olarak teoriler ve çözümler üretiyor. Böyle bir yaklaşım ve faaliyet sahibi olan kişinin isabet yanında hata da etmesi, tutanlarının ve atanlarının bulunması tabîîdir, Türâbî, için de bu kural bozulmamıştır. Onun usulü ve düşünceleri konusunda pek çok kitap ve makale yazılmış, tartışmalar yapılmıştır. Benim burada üzerinde duracağım konu demokrasi ve laiklik ile ilgili yaklaşımıdır. Bu konuyu da Sudan anayasa tartışmalarının yapıldığı bir zamanda Hartum'da, Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde yaptığı ve sonradan kitap olarak basılan “eş-Şûrâ ve'd-dîmokrâtiyye” isimli eserinden özetleyeceğim.
Türâbî diyor ki:
Batılı laik demokrasi ile şûrâ veya İslâmî demokrasi diyebileceğimiz siyasi sistem arasında önemli farklar vardır:
1. Batı demokrasisinin temel bağlamı “dindışılık”tır. Batılılar tarihte yaşadıkları acı tecrübeler sonunda şuna inandılar: Siyaseti dinden ayırmadıkça imparatorların ve/veya din adamlarının dini kötüye kullanarak Allah adına konuşmaları, hüküm vermeleri, hakikat ve meşruiyeti tekellerine almaları, halkın iradesini hiçe saymalarını ve karşı düşünce açıklayanları tekfir ederek öldürmelerini önlemek mümkün değildir. İşte bu yüzden onlar laik (lâ-dînî) demokrasiye sarıldılar.
İslam'da ise imanın manaları ile alakasını kesmiş bir halk iradesi ve yönetiminin yeri olamaz; çünkü İslam bir “tevhîd dinidir”; yani hayatın bütününü kuşatır, tamamını ibadet (bir Allah'a kulluk) içinde bütünleştirir, onu kapsamlı bir şeriat ile düzenler, din ile siyaseti, özel hayat ile kamu hayatını birbirinden ayırmaz. Siyaseti dinin çerçevesinden çıkarmak, Allah'ın iradesinin yanına yarattıklarının iradesini koymak bir çeşit şirktir.
2. İslam'da şûrâ (danışma, görüş alış-verişinde bulunma) hayatın bütününden ayrılmış, yalnızca bazı alanlarda uygulanan bir eylem ve bir müessese değildir; o bir hayat düzenidir; dini sembollerde, ailede, komşuda, toplumda, ekonomik işlemlerde, ilimde, siyasette… şûrâ vardır. Onu hayatın bütününden ayırıp yalnızca siyasi bir terim yaparsanız demokrasiyi şekil demokrasisi olma tehlikesine atarsınız; servet dağılımı dengesi bozulur, herkese eşit olarak ait olması gereken siyasi hürriyetler zayıflar ve erşilemez fırsatlara dönüşür, ferdi sorumluluk ve yükümlülük şuuru ortadan kalkar, büyük çoğunluk liderlere ve yöneticilere yaslanır, hürriyetlerini kullanmaz, siyasi vazifelerini bağımsız olarak yerine getirmezler. Halkın yönetime kamil manada katılabilmesi için şûrâ şuur ve uygulamasının aileden mescide ve cemaate, şirketlerden servet dağılımına… kadar bütün alanlarda işletilmesi gerekir.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Karaman'ın Türabi ve İslami demokrasi (2) başlıklı diğer yazısı;
Turâbî'ye göre laik Batı demokrasisi ile İslam demokrasisi (şûrâ) arasındaki farkların dördüncüsü:
Batı demokrasilerinde siyasi ihtirasları, şehvetleri, arzuları sınırlayacak bir ahlak çerçevesi yoktur. Halkın iradesine saygı sınırları içinde siyasetçiler her türlü hile ve siyasi entrikaları uygulamakta serbesttirler; halkın kısmen denetim imkanları olsa bile vicdanları ve gizli işleri denetlemeleri mümkün değildir. Makyevelli'den beri Batı siyaseti hile, entrika ve amaca ulaştıran her şeyin mübah olması esasları üzerine kurulmuştur. Bugün bunlar kısmen kontrol altına alınmakta olsala bile seçimin finansmanının olumsuz sonuçları, rüşvetler ve seçim hileleri devrededir.
İslam'da demokrasi veya şûrâ sistemi ise dinden ayrılamaz; bu sebeple sistem içi ve dışı, niyetleri ve gizlilikleri bilen Allah'ın denetimi üzerine kurulmuş olur. Müminler siyasette ve hayatın diğer alanlarında güzel ahlakı kuşanmaya ve bunu aralarında muhafaza etmeye azami dikkat gösterir, gayret ederler. Geçmiş dönemlerde bu güzel ahlakın parlak örneklerini tarihten biliyoruz. Devlet işlerinde kullandığı mumu, sıra kendine ait bir işe gelince söndüren ve şahsına ait mumu kullanan Ömer b. Abdülaziz'i saygı ile hatırlamalıyız. Bize bugün bu örnekler aşırı ve hayali gelebilir; çünkü biz elde ettiğimiz makamı ve iktidarı özel menfaat ve amaçlarımız için kullanmayı mübah görüyoruz, hatta kendimizi koruyacak kanunlar da çıkarıyoruz. Hasılı ahlak bakımından tarafsız olan ve yalnızca halkın denetimine açık bulunan bir demokraside ahlaki temizliği korumak mümkün değildir.
Beşinci fark:
Şûrâ demokrasisi Batı demokrasisine göre müminlerin birliğini sağlama bakımından daha uygun ve etkilidir. Batı demokrasilerinde alınan karalarda ve uygulamalarda icma yoktur, çoğunluğun reyi ve kararı uygulanır, azınlıkta kalan muhalefet ise bu durumda devamlı iktidarın yanlışlarını, kötü tasarruflarını görmeye ve bulmaya yönelir, yıpratıcı propagandalarla iktidarı düşürmeye çalışırlar ve taleplerini hayata geçirebilmek için bir gün sıranın kendilerine gelmesini bekler dururlar.
İslamî sistemde kamuya ait işler tabandan tepeye doğru açık, samimi ve insaflı danışmalarla icmaya ulaşılarak karara bağlanır ve yürütülür. Şeriatın açık ve sabit kurallarında icma vardır, ictihada bırakılmış alanlarda ise müminler arasındaki birlik ruhu ve şeriatın rehberliği bağnazlığı, hakka karşı davalar gütmeyi engeller, danışmalar ve müzakereler sonunda azınlığı dışlama veya baskının yerini, herkesin bir şekilde temsil edildiği kararların gönül rızası ile uygulanması alır.
Batı demokrasilerinde toplumun birliği vatan ve vatandaşlıkla sınırlıdır. Bütün haklar ve özgürlükler yalnızca vatandaşlar içindir, sıra ülkede oturan ve hayata katılan yabancılara gelince ayrımcılık vardır. Hele bir de vatan dışına çıkılınca sömürgelerde ve sömürülen ülkelerde ne insan hakları vardır ne de demokrasi.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Karaman'ın yazısında TİMETURK'ten alıntıladığı röportajı okumak için TIKLAYINIZ