Akşam Gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, bugünkü "Müslümanlar yeni milliliği inşa edebilecek mi?" başlıklı yazısında Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde yükselen milliyetçilik akımıyla birlikte sıkıntıya düştüğünü hatırlatarak günümüzdeki gelişmelerle değerlendirmelerde bulundu. Milliyetçilik akımları başladığında Osmanlı İslam cemaati kendi kimliğine dönmeye, ideolojik olarak içe kapanmaya yatkındı, ifadesini kullanan Mahçupyan, "Türkiye'de milliyetçilik Türklüğü dışarıdan gelen ötekiler için kapsayıcı, ama içeride yaşamakta olan ötekiler için dışlayıcı bir işleve oturttu. Ulus devletin bütünlüğüne ilişkin hamaset dili meşruiyetini ve anlamını toprakta arayıp bulan bir ‘milliği' beslerken, en iyi Türk ‘bir çakıl taşını bile' feda etmeyen Türk oldu" dedi.
İşte Etyen Mahçupyan'ın yazısından bir bölüm:
Milliyetçilik çağı başladığında Osmanlı epeyce sıkıntıya düşmüştü. Sadece ayrılıkçılığın yol açtığı parçalanma tehdidi nedeniyle değil. Dünyanın ‘ilerleme' olarak sunduğu yeni ideoloji ile teorik planda başa çıkmakta zorlandığı için. Ümmet yaklaşımından gelenlerin bu yeni bahis karşısında üç farklı tepki geliştirmesi mümkündü. Kimliğine kapanma şeklinde bir ataerkil tutum; ümmetçiliği otoriter zihniyete yamayan bir anlayış; ya da liberal veya demokrat bir zihni duruşa evrilme ve melezleşme eğilimi…
Bu ihtimallerin ilki Batı'da zayıftı çünkü Reformasyon yaşanmış ve Kilise'nin gücü devlet lehine büyük çapta azalmıştı. Buna karşılık diğer iki ihtimal epeyce güçlüydü. Batı, otoriter zihniyetin belirleyici olduğu bir geçmişten gelmenin yanında, değişimi kutsallaştıran bir bakışın da büyüsü altındaydı. Oysa Osmanlı'da durum bunun tam tersiydi. Toplum yüzyıllar boyu ataerkilliğin anlam dünyasında yaşamış, durağanlığa mahkûm olmasa da bu kavramın idealize edilmesine dayanan bir ‘doğru düzen' tasavvuru geliştirmişti. Dolayısıyla milliyetçilik akımları başladığında Osmanlı İslam cemaati kendi kimliğine dönmeye, ideolojik olarak içe kapanmaya yatkındı.
Milliyetçiliğin bu gerilimden galip çıkıp Türk kimliği etrafında yeni bir ırk tahayyülünü empoze etmesinin ardından, muhafazakârlar bir ikilemle karşı karşıya kaldılar. Devlet artık ‘Türk'tü' ama aynı zamanda İslam'ın yaşamasını sağlayan bir hamiydi de... Bu durum devletin Müslümanlara bakışındaki gelgitlere bağlı olarak zayıf veya güçlü bir ‘Türk-İslam sentezi' ideolojisi üretti. Söz konusu yaklaşım modernlikten beslendiği ölçüde kendisini de modernliğin içine yerleştirirken bu uğurda uyduruk bir tarih yaratıldı.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!