Yeni Şafak Gazetesi yazarı Salih Tuna, bugünkü "Partimiz baraj altında kalmaya karar vermiştir" başlıklı yazısında 7 Haziran seçimlerinden sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin takınmış olduğu tutumu eleştirdi. MHP'nin baraj altında kalma riski belirdi. Yani, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riski söz konusu, ifadesini kullanan Tuna, "Sayın Bahçeli ve MHP'den ziyade, Erdoğan ve AK Parti düşmanlığıyla malul çevreleri derin endişelere gark edecek bir durum. Çünkü nasıl ki HDP'nin baraj altında kalması AK Parti'yi tek başına iktidar yapar, MHP'nin de baraj altında kalması AK Parti'yi tek başına iktidar yapar. Bu durumda… Sayın Bahçeli'nin “Boğaz'da oturan, viskisini içip HDP'ye oy veren şerefsizler” dediği zevata iş düşüyor." dedi.
İşte Salih Tuna'nın yazısından bir bölüm:
Kim ne derse desin, Türkiye'nin MHP'ye her zaman ihtiyacı var, MHP'nin de daha “tutarlı” yönetilmeye. Yanlış anlaşılmasın, Sayın Bahçeli şimdiye değin MHP'yi son derece sorumlu yönetmiştir.
Özellikle netameli dönemlerde veya kritik eşiklerde Türkiye'nin huzur ve istikbalini günlük politik çıkarlara tercih ettiğini göstermiştir.
Mesela, Aydın Doğan'ın Hürriyet'inin “411 el kaosa kalktı” manşetini atmasına neden olan o 411 elde, AK Parti'nin yanı sıra MHP'li milletvekillerin de eli vardı. O eller, malumunuz, başörtüsüne özgürlük için kalkmıştı.
Mesela, “Abdurrahman Başsavcım”ın arzı endam ettiği dönemde Sayın Bahçeli, Türkiye'nin AK Parti'ye ihtiyacı olduğunu belirterek AK Parti'nin kapatılmasına karşı çıktı. (Bu da nerden bakarsanız bakın, “Erdoğan'a ihtiyaç var” demekti. Esasında mahut kapatma davasının esas hedefi Erdoğan'ı siyasi yasaklı hale getirmekti.)
Mesela, Gezi gericiliğine “ülkücülerin” katılmasına onca tazyike rağmen engel oldu.
Bu ve buna benzer tavırları da “koltuk değneği” suçlamalarına neden oldu.
Halbuki…
Sayın Bahçeli Türkiye'ye karşı devreye sokulmak istenen uluslararası planı fehmetmiş ona göre de tavır almıştı; siyasi rakibi olan Sayın Erdoğan ve AK Parti umrunda değildi.
Gelgelelim, Irkçı Siyonist networke mündemiç iç ve dış dinamiklerin bir an evvel Erdoğan'dan kurtulma hedefi “muhalefete” çok daraltılmış bir alan sundu.
O kadar dar bir alandı ki bu, kendisine “muhalif” diyen birçok insan evladı bu alanda kalabilme uğruna kendine jilet atıyor veya “siyasi sapık” haline geliyordu.
İçlerinde, “Bugün Erdoğan'a saldırmak için ne yaptın” dercesine güne başlayanlardan biri, “barış” Erdoğan'a yarıyor diye dağlara vurmuştu. Şimdi de “savaş” yarıyor düşüncesiyle “barış” istemeye başladı.
Gerçekten de çok dar bir alan bu!
O kadar ki, Sayın Sümeyye Erdoğan'a alçakça iftira atmayı bile “muhaliflik” zannetmek ancak bu dar alanda mümkün olabilirdi.
Çoğulculuğa hiçbir şekilde tahammülü olmayan o kadar dar alan ki bu Yalçın Küçük, Doğu Perinçek'i “Erdoğancı” ilan etti, varın gerisini siz hesap edin.
Bu dar alanda yer almayan herkesi Erdoğan ve AK Parti “yandaşı” diye yaftalayan faşizan “mahalle baskısının” nasıl dayanılmaz boyutlarda seyrettiğini görüyorsunuz.
Sayın Bahçeli de 7 Haziran'dan sonra bu baskıyı alabildiğine “idrak etmeye” başladı.
Yine de, seçimin hemen ardından en net ve en akılda kalıcı tavrı ortaya koydu: AK Parti ve CHP'ye, koalisyonu siz kurun ben ana muhalefet olacağım, dedi. Koalisyon kuramıyorsanız elimizi değil gövdemizi taşın altına koyarız, olmuyorsa da erken seçime gideriz, diye de ilave etti.
Yüzde 60 blok baskısını devreye soktular.
Ne ki, Bahçeli direndi.
Hatta, Kılıçdaroğlu vekaletiyle HDP'nin teklif ettiği “başbakanlık” rüşvetini bile elinin tersiyle itti.
Tüm ümidini AK Parti CHP hükümetine bağlamıştı.
CHP koalisyondan ziyade AK Parti üzerinde adeta vesayet kurmak isteyince, haliyle olmadı. (Zaten gerek CHP ve gerek AK Parti seçmeninin bu koalisyonu istemediği tüm anketlerde tebarüz ediyordu.)
Uzun lafın kısası, tek alternatif AK Parti – MHP koalisyonu kaldı ama bildiğiniz gibi Sayın Bahçeli kabul etmedi.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!