Hıristiyan misyonerliğiyle ilgili çalışan J. Richter örneğinde olduğu gibi (A History of Protestant Missions in the Near East, London 1910) birçok gayrimüslim yazar, güçlü ve zayıf yönleri açısından İslam'ı Hıristiyanlık gibi dinlerle karşılaştırırken, Allah'ın birliğine ve tekliğine dair güçlü bir tektanrı inancının mevcudiyetini İslam'ın güçlü olduğu yönler arasında ilk sıraya yerleştirir. Bu doğrultuda ahiret inancı ve Müslümanlar arasındaki özgüven gibi diğer hususlarla birlikte İslam'daki bu güçlü Allah inancının, Müslümanlarla ilişkilerde ve onlara yönelik misyon faaliyetlerinde göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çeker.
Allah'ın birliğine ve her konudaki tekliğine dayalı bu temel inanç nedeniyle bazı Batılı din bilimcileri tarafından İslam, teosentrik yani tanrı-merkezli bir din olarak nitelenir. Esasen bu niteleme çok da doğru değildir. Zira Müslümanlarca tevhid kavramıyla ifade edilen İslam'ın Allah inancının sıradan bir tanrı-merkezlilikolmadığı açıktır. Bu nedenle İslam'ın tevhid-merkezli bir din olarak nitelenmesi daha doğru olacaktır.
Tek tanrı inancı yalnızca İslam'da değil diğer birçok dinde de mevcuttur. Örneğin dünya dinlerine baktığımızda başta Yahudilik ve Zerdüştilik olmak üzere birçok dinin tektanrıcı bir geleneğe sahip olduğunu görürüz. Hatta her ne kadar teslis ile ifade edilmiş olsa da Hıristiyanlığın tanrı inancı da tektanrıcı yani monoteist bir yapı arzeder. En azından teslise inanan bir Hıristiyan, bunu bu şekilde değerlendirir.
Bazı sosyal bilimciler tarafından yapısı ne olursa olsun tektanrıcılığın adeta birbirine özdeş olarak görülmekte olduğu ve monoteizm içeren her inanışın tevhid kavramıyla nitelendirildiği dikkati çekmektedir. Tektanrıcılık ya da monoteizm ile tevhid öğretisinin özdeşleştirilmesine ve yapısı ne olursa olsun tanrı inancı açısından her monoteist geleneğe yer veren dinlerdeki tanrı inancının tevhid kavramı altında aynı kefeye konulmasına dair kanaatin ilahiyat ve diyanet camiası arasında da taraftar bulduğu bilinmektedir.
Peki tektanrıcılıkla tevhid aynı şey midir; ya da inanç yapısında monoteizme yer veren her kişi ya da dini gelenek muvahhid olarak nitelenebilir mi? Böyle bir genelleme ne kadar doğru olur?
Tek tanrıcılık ya da monoteizm, teist dini gelenekler arasında inanılan metafizik yüce varlığın tekliğini, birliğini kabul eden bir tanrı düşüncesidir. Birçok dini gelenek teolojisinin merkezine tanrının birliği inancını yerleştirir.
Örneğin Yahudilikte tanrı birdir; her şeyi yaratan ve insana yapıp ettiklerinin hesabını soracak olan bir tanrının varlığına inanma Yahudi amentüsünün temelini oluşturur. Ana gövde Yahudi geleneğinin tanrı inancı buna göre şekillenmiştir.
Bununla birlikte tanrı inancı konusunda Yahudi geleneğinde geçmişten günümüze bazı gelişmelerin yaşanmış olduğu da bilinmektedir. Örneğin bazı araştırıcılarca,Yahudi kutsal metnindeki bazı ifadelerden hareketle tarihsel süreçte belirli bir dönemde mutlak bir monoteizmden ziyade bir çeşit henoteizmin, yani birçok tanrının varlığının kabullenilmesiyle birlikte tapınma bağlamında içlerinden birinin ön plana çıkarılmış olduğu tartışılmaktadır. Ayrıca Yahudi kutsal metnindeki tanrının evrensel anlamda bir tanrı olmaktan öte etnosentrik din anlayışı bağlamında düşünülen bir tipoloji olduğu ileri sürülmektedir. Bundan başka Yahudi Aydınlanması olarak da adlandırılan Haskala döneminden itibaren bazı Yahudi düşünürlerin bir üstün güç olarak tanrıya deizm bağlamında yaklaşmakta oldukları da tartışılmaktadır.
Bir diğer tektanrıcı gelenek olarak ön plana çıkan Hıristiyanlığın tanrı düşüncesi de oldukça tartışmalıdır. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesine dayalı teslis öğretisine yer veren Hıristiyanlık, ısrarla kendisinin monoteist bir gelenek olduğu kanaatini dillendirir. Hıristiyan gelenek, teslisi tek tanrıcılıkla açıklamakta ve teslis akidesinden hareketle kendisini tek tanrıcı olmamakla suçlayanları önyargılı olmakla itham etmektedir. Hıristiyanlık, Tanrı'nın bir olduğunu ancak üç uknumla ifade edildiğini ifade etmektedir. Tanrı Baba'dır, Tanrı Oğul'dur ve Tanrı Kutsal Ruh'tur inanışının tanrının birliğine aykırı olmadığı kanaatindedir.
Diğer taraftan tektanrıcılık yalnızca Yahudilik ve Hıristiyanlıkta değil çeşitli farklılıklarla birlikte Zerdüştilikten bazı Hindu akımlara kadar diğer birçok dini gelenekte de görülür.
İslam dışı dinlerdeki bu monoteist tasavvurların her birinin kuşkusuz kendine göre özellikleri, birbirinden farklılıkları vardır. Bunlar ayrı ayrı ele alınıp incelenmesi gereken hususlardır.
Bununla birlikte her monoteist ya da tek tanrıcı geleneği İslam'ın Allah inancıyla eşdeğer saymak ve bunları İslam'ın tevhid kavramıyla ifade etmek kanaatimizce yanlıştır.
Nitekim Kur'an gerek Yahudilerin gerekse Hıristiyanların tanrı inancını eleştirir. Yahudiliğin etnik kimlik merkezli seçilmişlik inancı bağlamında bir Allah inancına sahip olmaları yanında Allah'a yönelik antropomorfik tanımlamaları Yahudilerin tanrı inancına yönelik Kur'an eleştirilerinde dikkati çeker. Hıristiyan tanrı inancına yönelik eleştiriler ise özellikle teslis ve Hz. İsa ile annesinin ilahlaştırılması bağlamında yoğunlaşır. Kısacası Kur'an gerek Yahudiliğin gerekse Hıristiyanlığın tanrı tasavvurunu lâ ilâhe illallah öğretisine dayalı Allah inancı bağlamında eleştirir.
İslam'ın tek ilah ya da üstün varlık inancını ifade eden tevhid öğretisi, özünde monoteizm yani tek tanrıcılık içerir. Bununla birlikte bu kavram, bağlamı dikkate alındığında sıradan herhangi bir tek tanrıcılıktan oldukça farklıdır.
Her ne kadar tevhid kavramı bir terim olarak Kur'an'da yer almasa da Allah inancına dayalı Kur'an mesajının özünü oluşturur. Allah'tan başka ilah olmadığına dair üstün güç inancı tevhid öğretisinin temelidir.
Kelime-i tevhid olarak tanımlanan lâ ilâhe illallah ifadesi Allah'ın yegâne ilah olduğunu, dolayısıyla O'na hiçbir konuda hiçbir şeyin ortak koşulmaması ve ibadetin yalnızca O'na yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Kur'an, tarih boyu tüm peygamberlerin insanlara ilettikleri tebliğin ana mesajının bu olduğunu hatırlatır. Bu öğretinin dinin temeli olduğunu, bu öğretiye gereği gibi yer vermeyen ya da bunu gereği gibi dikkate almayan her inanışın sakat olduğunu vurgular.
Nitekim bazı Kur'an ayetleri, bazılarını üstün bir güç, bir ilah olarak Allah inancına yer vermekle birlikte Allah'ı gereği gibi takdir etmemekle suçlar; bazılarını da Allah'a iman ettiklerini söyledikleri halde gerçekte iman etmemekle eleştirir. Bu tarz ayetlerin bağlamı dikkate alındığında, bu tarz kişi ya da grupların bir ilah, bir üstün güç olarak Allah'ı kabul etmekle birlikte Allah'ın her türlü düşünce ve inanıştan, tutum ve davranışa kadar insan yaşamında referans alınması gereken tek ve mutlak güç olarak kabulü konusunda problemli oldukları görülür.
Bu tarz kişilerin ontolojik anlamda Allah'ın varlığını ve birliğini kabul ederken herşeye hâkim olan egemen, otoriter bir güç olarak Allah'ın birliğine, biricikliğine yönelik sorunlar yaşadıkları anlaşılır. Öyle ki bunlardan bir kısmı Allah'ı her şeyi yaratıp düzene kavuşturduktan ve insana akıl ve irade verdikten sonra köşesine çekilen bir üstün varlık olarak değerlendirir. Dolayısıyla yaşamı kendi akıl, iradeleri yanında sosyal çevrelerini oluşturan güç odaklarının iradeleri doğrultusunda okuyup inşa etmeyi önceler. Bir kısmı da sosyal, siyasal yaşamlarında öne çıkardıkları kendilerine yön veren başka bazı güç odaklarını, zihin yapılarında yer verdikleri diğer üstün güçleri Allah'la birlikte dikkate alacakları referanslar olarak kabul eder ve buna göre yaşamlarını şekillendirir.
İslam,bu tarz bir Allah inancını reddetmekte ve bunu Allah'ı gereği gibi takdir etmemek olarak değerlendirmektedir. Yine İslam, düşünce, inanç, tutum ve davranışta yalnızca Allah'ın iradesini esas almayan böylesi Allah tasavvurunu lâ ilâhe illallah öğretisine yani kelime-i tevhid'e aykırı hastalıklı bir tasavvur olarak görmektedir. Dahası bu tarz yaklaşımları Allah'a şirk olarak nitelemekte ve bunları reddetmektedir.
Bu doğrultuda Allah inancı açısından İslam'ın tevhid öğretisinin sıradan tektanrıcı geleneklerdeki tanrı tasavvurundan en temel farkı, kelime-i tevhid yani la ilahe illallah inancıdır. Bu inanç, tevhid öğretisinde özünde bir tektanrıcılık olmakla birlikte hayatta yalnızca Allah'ın iradesinin esas alınmasını, yalnızca Allah'ın her konuda kişiyi ve toplumu harekete geçiren, yönlendiren, belirleyici üstün güç olarak kabul edilmesini öngörür.
Dolayısıyla tevhid, Allah'ın ontolojik varlığının, birliğinin kabulü yanında, yaşama Allah merkezli bir zihin yapısıyla bakmaktır. Bireysel ve sosyal yaşamda Allah'ın uyulmasını emrettiği sınırların gözetildiği bir bilinçlilik halidir.
Bu özelliğiyle tevhid öğretisine dayalı Allah inancı, yalnızca ateist, çoktanrıcı ve düalist tanrı tasavvurlarından ayrışmakla kalmaz. Aynı şekilde kendisini monoteist yani tek tanrıcı olarak tanımlayan diğer geleneklerden de ayrışır.
Bu bağlamda tevhid öğretisine dayalı Allah inancı, evreni ve insanı yaratıp bir düzen verdikten sonra tabiri caizse köşesine çekilen ya da mutlak aşkınlığından dolayı evrenle ve insanla irtibatını koparmış olan tanrı tasavvurundan farklıdır. Yine bu öğreti, kendisi adına yeryüzündeki iktidarları kutsayıp meşrulaştıran ve teokratik yönetim anlayışına meşruiyet kazandıran tanrı fikrinden de farklıdır. Yine tevhid öğretisine dayalı Allah inancı, etnisiteye dayalı bir seçilmişlik düşüncesiyle bir etnik kimliği ön plana çıkarıp yücelten tanrı inancından da farklıdır.
Dolayısıyla tevhid öğretisinin sıradan bir monoteizm yani tektanrıcılık olarak görülmesi ve her monoteist geleneğin tanrı inancının tevhid kavramıyla ifade edilmesi yanlıştır. Tevhid öğretisi üstün güç ya da uluhiyet anlayışı açısından İslam'ı diğerlerinden ayrıştıran adeta İslam'ın alameti farikasıdır. Bu önemli kavramı, İslam'ın bu kavrama yüklediği anlam yükünü görmezden gelerek sıradanlaştırmak doğru değildir.