25 Şubat 1907'de doğan Sabahattin Ali, 2 Nisan 1948 yılında vurularak öldürüldü.
Sabahattin Ali, Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere'de doğdu. Hakkında açılan davalar nedeniyle Bulgaristan'a kaçma girişimi sırasında kendisine rehberlik eden Ali Ertekin tarafından 2 Nisan 1948'de Kırklareli'nde başına sopayla defalarca vurularak öldürüldü.
Babası Ali Selahattin Bey, dönemin entelektüel kesiminden olan Tevfik Fikret ve Prens Sabahaddin ile olan dostluğundan dolayı ilk oğluna Sabahattin, ikincisine ise Fikret ismini verdi. Sabahattin Ali, 7 yaşına geldiğinde İstanbul'da Üsküdar'ın Doğancılar mahallesinde Füyûzâtı Osmâniye Mektebi'ne başladı. Aynı dönemde zabit olan Ali Selahattin Bey'in tayini çıktı. İlköğrenimine Edremit İptidai Mektebi'nde devam ederken seferberlik ilan edildi ve okul öğretmensiz kalınca kapandı. Daha sonraları Ali Selahattin Bey'in de çabalarıyla okul, tekrar açıldı.
Sabahattin Ali, 1921'de İptidai Mektebi'ni bitirdikten sonra İstanbul'daki büyük dayısının yanına gitti ve burada bir yıl kaldı. Ardından Balıkesir'e dönerek 1922-1923 ders yılının başında Balıkesir Muallim Mektebi'ne kaydoldu. Burada şiir ve hikâye deneyimlerini geliştirmeye başlayarak okulun ikinci yılında gazete ve dergilere yazılar gönderdi. Ayrıca arkadaşlarıyla birlikte bir okul gazetesi çıkardı. Bu okulda geçirdiği süre içerisinde günlük tutmaya başladı, tiyatro ve sinemaya daha fazla gitti ve bunların sonucunda sanata olan ilgisi arttı. Sanata ve serbest bir yaşama daha fazla özenen Sabahattin Ali, okulun disiplinli ortamından sıkılıp fırsat buldukça kaça
Bu nedenle Sabahattin Ali, intihar etmeye kalkıştı. Kendisinin daha sonra blöf olarak nitelendirdiği bu intihar girişimi, arkadaşı ve öğretmenleri sayesinde engellendi. Ardından İstanbul'a naklini aldırdı. Bu dönemlerde edebiyat öğretmeni olan Ali Canip Yöntem'in desteğiyle 'Çağlayan' ve 'Akbaba' adlı dergilere şiir ve hikâyeler gönderdi.
Sabahattin Ali öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra Ankara'da bir hastanede baştabip yardımcısı olarak görevini sürdüren dayısı Rıfat Ali Ertüzün'ün yanına gitti. Ertüzün, Yozgat Devlet Hastanesi'nde başhekimlik görevi için tayini çıkınca yeğenini yanına çağırdıktan sonra dönemin mebuslarından Cevat Dursunoğlu ile görüşerek Ali'nin Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokulu'na öğretmen olarak atanmasını sağladı.
Sabahattin Ali, Yozgat'ta geçirdiği bir yıllık süreden sonra İstanbul'a dönmek istedi. İstanbul'a tatile giderken Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı'ndan tanıdığı kişilere uğradı ve onlara Yozgat'tan ayrılmak istediğini ve geri dönmesi halinde alacaklılarının kendisini öldüreceklerini söyledi. Bakanlıktan tanıdığı kişiler de Sabahattin Ali'yi Avrupa'ya gitmeye teşvik etti. Ardından da 1928'de devlet tarafından eğitim amacıyla Almanya'ya gönderildi.
Sabahattin Ali, 15 gün Berlin'de kaldıktan sonra Potsdam'a yerleşti. İlk olarak dil öğrenmek için yaşlı bir kadının evine pansiyoner olarak girdi. Daha sonra Almancasını güçlendirmek için özel bir kurum olan Deutsches Institut Auslander'ın kurslarına başladı. Ali, Almanca üzerinden Ivan Turgenyev, Maksim Gorki, Edgar Allan Poe, Guy de Maupassant, Heinrich von Kleist, ETA Hofmann ve Thomas Mann'ın kitaplarını okuyarak onlardan ilham aldı.
1930'da Almanya'dan dönen Sabahattin Ali, İstanbul Yüksek Muallim Mektebi'nde yatılı okumakta olan Nihal Atsız, Pertev Naili Boratav, Orhan Şaik Gökyay ve Nihad Sâmi Banarlı gibi arkadaşlarının yanında kaldı. Daha sonra bu okulun müdürünün de yardımıyla Bursa'nın Orhaneli ilçesine ilkokul öğretmeni olarak atandı. Aynı yılın eylül ayında ise Gazi Terbiye Enstitüsü'nde açılan Almanca yeterlilik sınavına girerek Aydın Ortaokulu'na Almanca öğretmeni olarak atandı. Orada komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla Sabahattin Ali'nin hakkında soruşturma açıldı. Mayıs 1931'de İstanbul'a sevk edilerek hakim karşısına çıktı. Mahkeme, tutuksuz yargılanmasına karar verdi. Ne var ki soruşturmalar derinleştirilerek tutuklu yargılanmasına karar verildi. Mahkeme sonrasında suçlu bulununca 9 Eylül 1931'e kadar Aydın Hapishanesi'nde tutuklu kaldı. Serbest kaldıktan 21 gün sonra ise Konya Ortaokulu'na Almanca öğretmeni olarak atandı.
Sabahattin Ali, bir toplantıda okuduğu şiirle Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'yü eleştirdiği iddiasıyla 22 Aralık 1932'de tekrar tutuklandı. Konya Asliye Ceza Mahkemesi tarafından bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. Fakat daha sonra davaya temyizde 2 ay daha eklendi ve ceza 14 aya çıkarıldı. Ali, hapis cezasına çarptırılmasının nedenini arasının açık olduğu iki arkadaşı olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle dile getirdi; "Benim mesele, senin zannettiğin gibi fiyakalı bir zamanımda ağzımdan kaçırdığım sözlerin neticesi değildir. Aramın açıldığı bir iki namuzsuz başıma bu işi getirdi. 'Geçen sene Mayıs'ında falanca yerde Gazi'yi ima ve telmihen tahkiri tazammün eden bir şiiri falan yerde okudu' dediler. Adli safahat lehimde olduğu halde, müdde-i umumi yaranmak için mahkumiyetimi talep etti. Hakim de korktuğu için mahkum etti. Temyiz, cezayı aleyhimde naksetti, cezama iki ay daha ilave edildi. Şimdi 14 aya mahkumum ve aşağı yukarı üç ayını yattım. 11 ayım kaldı demektir."
Sabahattin Ali'nin hapis yatmasına neden olan o şiir;
Hey ana vatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi beli der enelhak dese
Lâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?
Sabahattin Ali'nin 29 Nisan 1933'de memurluktan kaydı silindi. Daha sonra Konya'dan Sinop Cezaevi'ne gönderildi. 10 ay süren tutukluluğunun ardından Cumhuriyet'in 10'uncu kuruluş yıl dönümü sebebiyle çıkan genel aftan yararlanarak serbest kaldı.
Sabahattin Ali, hapishaneden çıktıktan sonra öğretmenlik görevine dönmek için uğraştı ama Mustafa Kemal Atatürk'ü yermekten dolayı bu isteğine sıcak bakılmadı. 1934'de kendisinden Mustafa Kemal Atatürk hakkında bir kaside yazılması istendi. Kısacası 'Şiiri yaz, mesleğine dön' şartı... Bu istek doğrultusunda Ali, Varlık Dergisi'nin 15 Ocak 1934 tarihli 13'üncü sayısında yayımlanan 'Benim Aşkım' adlı şiiri yazdı. Fakat bu şiirinden sonra da göreve atanabilmek için bir süre daha bekletildi. Dönemin maarif vekiliyle görüşen Sabahattin Ali, kendisine atfedilen edilen komünist sıfatının doğru olmadığını ispat edebilmek için yazılar yazdığını ve 'Esirler' adlı oyununun halk evleri tarafından sahneye konacağını söyledi. Sabahattin Ali, Atatürk'ten izin alınarak önce geçici olarak Orta Tedrisat Şube Müdürlüğü'ne ardından da asli olarak Milli Talim ve Terbiye'ye atandı.
BENİM AŞKIM
Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca
Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;
Beni anlayamazsan gözlerime bakınca
Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.
Daha pek doymamışken yaşamın tadına
Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına
Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına
Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.
Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,
Sensin Ülkü adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;
Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor.
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi'ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.
Ne var ki Sabahattin Ali'nin başının belaya girmesi hiç son bulmadı. Ne dönemin sağcılarına ne de solcularına yarandı. Solcular, Ali'yi lüks ve burjuva görünümlü yaşantısından dolayı sağcılarsa sosyalist misyon yüklenmek istenen birisinin Dil Kurumu azalığı yapmasını eleştiriyordu. Nihal Atsız, 1946'da Orhun Dergisi'nde Şükrü Saracoğlu'na atfen yazdığı yazıda Sabahattin Ali'nin herkesçe bilinen bir komünist olduğunu, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in şahsi sempatisi yüzünden göreve getirildiğini ve daha önceden Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Ali Çetinkaya gibi isimlere hakaret ettiğini söyleyerek vatan haini olarak niteledi ve devlet tarafından korunmasını kınadı.
Sabahattin Ali, Nihal Atsız'a hakaret davası açtı. İlk duruşmadan sonra konservatuvarda İsmet İnönü ile görüşen Ali, İnönü'nün 'Nasılsın?' sorusuna 'Sağ olun, iyim paşam' şeklinde cevap verdi ve 'Daha iyi olacaksın' cevabını aldı. Üçüncü duruşma sonrasında Nihal Atsız altı ay ceza aldı fakat mazisinin temiz olması ve 'millî tahrik' gibi gerekçelerle cezası 4 ay indirilerek tecil edildi.
Sabahattin Ali, 1946'da Ankara'dan İstanbul'a gelerek Aziz Nesin ile birlikte Markopaşa Dergisi'ni çıkardı. Markopaşa Dergisi, ilk üç sayısında tirajını artırarak yayın hayatına devam etti. Daha sonra da mizahî yönünden çok siyasî yönüyle tartışmalara neden oldu. İlerleyen dönemlerde dergide çıkan ve çoğu imzasız olan yazılardan ötürü derginin sorumluluğunu üstlenen Sabahattin Ali'ye davalar açıldı. Davaya konu olan yazılardan biri dışındaki yazılar Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'a aitti. Fakat derginin sorumlusu olduğu için Ali, hapis cezasına çarptırıldı. Paşa Kapısı Cezaevi'nde bir süre hapis yatan Sabahattin Ali, 10 Eylül 1947'de tahliye oldu.
Çıkardığı Ali Baba Dergisi'nde yayımladığı 'Sırça Köşk' adlı öyküsü nedeniyle dergi, Bakanlar Kurulu kararıyla toplatıldı ve Sabahattin Ali, Sultanahmet Cezaevi'nde hapis yattı. 31 Aralık 1947'de serbest kaldı ama ekonomik sıkıntılar nedeniyle Ali Baba Dergisi'ni kapatmak zorunda kaldı. Daha sonra nakliyecilik yapmak isteyen Ali, Adalet Cimcoz'un da yardımlarıyla bir kamyon aldı. Sabahattin Ali, şehirlerin sıkıcı etkisinden kurtulmak, yeni insanlar tanımak ve edebi eserleri için malzeme toplamak gibi amacıyla nakliyecilik yapmak istedi. En azından çevresine nakliyecilik yapma isteğini bu şekilde açıkladı. Ali, 1948 yılı Mart ayı sonlarında kamyonunun tamirini yaptırdı ve 'Edirne'ye peynir götüreceğim' diyerek yola çıktı.
Sabahattin Ali'nin Edirne'ye gitmekteki amacı peynir taşımak değil, hakkında açılan davalar aleyhine ilerlediği için Bulgaristan sınırını aşarak Avrupa'ya ulaşmaktı. Kendisine yasal yollardan pasaport verilmediği için kaçak yollarla bu amacına ulaşmaya çalıştı. Bulgaristan sınırını denemeden önce de Suriye sınırından kaçmak istemiş ama başarılı olamamıştı. Ali'nin Avrupa'ya kaçışı için kendisine yardım edecek kişi Üsküdar Paşa Kapısı Cezaevi'nden Berber Hasan'dı. Berber Hasan, Sabahattin Ali'yi Ali Ertekin'le tanıştırdı. Sabahattin Ali'ye rehberlik edecek Ali Ertekin eski bir subaydı ve silah çalmak suçundan ordudan ihraç edilmişti.
Sabahattin Ali ile Ali Ertekin tanıştıktan bir süre sonra Kırklareli'ne doğru kamyonla yol aldı. Kamyonda ilk başta üç kişi olsalar da daha sonradan şoför Salim'i bırakıp yola beraber devam ettiler. Ali Ertekin, kendisine sınırı geçtikten sonra Bulgaristan ve Rusya'da çalışmalar yaparak Türkiye'de komünist bir ihtilal çıkaracağını söylediğini iddia ettiği Sabahattin Ali'yi sopayla başına defalarca vurarak öldürdü. Ali'nin cansız bedeni bir çoban tarafından bulundu.
İdamla yargılanmasına rağmen 4 yıl ceza alan Ali Ertekin, millî hislerini tahrik ettiği için Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü söylese de bu konuda çeşitli iddialar ortaya atıldı.
O iddialar şöyle;
1- Sabahattin Ali, ölmedi. Öldü süsü verilerek yurt dışına kaçtı. Bulunan ceset başkasına aitti.
2- Bulgaristan sınırını geçmeye çalışırken yakalandı. Kırklareli'ne getirilerek işkenceyle öldürüldü.
3- Sabahattin Ali, kaçakçı şebekesine karşı emniyetle işbirliği yapıyordu. Sınırda çıkan çatışmada öldü.
4- Ali Ertekin, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) mensubuydu. Sabahattin Ali'yi milli hislerle değil, teşkilatın emriyle öldürdü.
Bu iddialara yakın arkadaşı Aziz Nesin, şu şekilde cevap verdi; "Sabahattin Ali'yi MİT' öldürmedi. Kişisel kusurları yüzünden ölüme gitti."
Sabahattin Ali'nin bazı eserleri 1940'dan itibaren dönemin bakanlar kurulu kararıyla yasaklandı. Yayınevleri, korktukları için Ali'nin yasaklanmamış diğer eserlerini 1965'e kadar yayımlamadı. Sabahattin Ali'nin eserleri bu tarihten sonra yayımlanırken ailesi 20 yılık telif kaybına uğradı.
Sabahattin Ali, öğretmen, yazar ve şair olarak 41 yıllık meşakkatli, hapis hayatıyla dolu, olaylı kısa yaşamına sığdırdığı ve günümüze kadar gelen eserleri şöyle;
ROMAN
Kuyucaklı Yusuf (1937)
İçimizdeki Şeytan (1940)
Kürk Mantolu Madonna (1943)
ÖYKÜ
Değirmen (1935)
Kağnı (1936)
Ses (1937)
Yeni Dünya (1943)
Sırça Köşk (1947)
ŞİİR
Dağlar ve Rüzgâr (1934)
Kurbağanın Serenadı (1937)
Öteki Şiirler (1937)
OYUN
Esirler (1936)
Kaynak: Haberturk.com.tr