İşte Taha Kılınç'ın ilgili yazısı:
Arap dünyasının en batı ucu Mağrib'de ya da sadece biz Türklerin isimlendirdiği şekliyle Fas'ta, geçtiğimiz cuma günü düzenlenen parlamento seçimlerini Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bir kez daha kazandı. Abdulilâh Benkirân liderliğindeki parti, 395 sandalyeden 125'ini elde ederek 2011'den bu yana devam eden iktidarını sürdürmeyi garantiledi. En azından kâğıt üzerinde.
Seçim sonuçlarının kesinleşmesiyle birlikte, Kral 6'ncı Muhammed, Benkirân'ı hükümeti kurması için görevlendirdi. Ancak ikinci ve üçüncü konumdaki monarşi yanlısı partiler AKP ile koalisyona girmeyeceklerini açıkladıklarından, Benkirân ve ekibini zorlu bir müzakere maratonu bekliyor.
Benkirân'ın seçim akşamı gazetecilere yaptığı “Ülkenin menfaatlerini her şeyin üzerinde tutacağız" açıklaması, AKP'nin muhtemel bir siyasi gerilimin tarafı olmayacağına işaret ediyor. Hükümetin kurulamaması ya da kurulduktan sonra devam etmemesi durumunda, AKP'nin iktidar nöbetini muhalefete devretmesi ihtimal dâhilinde. Bu konuda Tunus'taki Nahda örneği, aydınlatıcı bir işaret olarak ortada duruyor.
Arap Baharı'nın ilk aylarında yapılan anayasa değişikliğiyle Kral'ın yetkilerinin (görünürde) kısıtlandığı Fas'ta, seçim sistemi gereği hiçbir parti tek başına iktidar şansına sahip değil. Ülke mutlaka koalisyonlarla yönetilmek durumunda, Kral da nihaî karar verici konumunu koruyor.
2011 seçimlerinden de zaferle çıkan AKP, beş yıllık iktidarının ardından yeniden ipi göğüsleyebilmesini, büyük ölçüde monarşiyle iyi geçinmesine borçlu. Benkirân ve diğer parti yetkilileri, eylem ve söylemlerinde Kral 6'ncı Muhammed ve diğer yönetici eliti direkt şekilde hedef almaktan özenle kaçınıyor. AKP'nin seçim kampanyası boyunca hep dile getirdiği “yolsuzlukla savaş" söylemiyle kimi kastettiği, bu bağlamda yeterince açık değil.
1631'den beri devam eden ve kendisini Hz. Ali'ye nispet eden Fas hanedanı, halkın gözünde geleneksel bir saygınlığa sahip. Ülkenin kendine has sosyolojik ve kültürel yapısıyla da uyumlu biçimde, AKP bu yerleşik düzene karşı savaşmak yerine, onu 'doğal bir olgu' olarak kabul etme yolunu seçmiş görünüyor. Bu da, partiyi geniş halk kitleleri nazarında 'tehlikesizce desteklenebilir' hale getiren en önemli etken, denilebilir.
28 Nisan 2011 günü Marakeş kentinin simgesi konumundaki Câmiu'l-Fenâ Meydanı'nda yaşanan ve 17 kişinin hayatını kaybetmesine yol açan bombalı saldırı, Fas yönetiminin ülkede bir dizi tedbir almasına neden oldu. Camilerde denetim sıkılaştırılırken, ülke çapında dini kurumlar zapturapt altına alındı, 'radikalleşme' eğilimi bulunan kişiler ve akımlar takibata uğradı.
Tam da Arap Baharı'nın fırtınalarının başladığı döneme denk gelen bu gelişme, AKP'nin de söylemlerini birebir etkiledi. O dönemde iktidar adayı bir siyasi hareket olarak halk ve Kral nezdinde itibarını korumaya çalışan parti, demokrasi ve birlikte yaşama söylemlerini de daha yüksek sesle dile getirmeye başladı.
Aynı aylarda Fransız Le Parisien gazetesine konuşan Abdulilâh Benkirân'ın “kadınların eteklerinin kaç santimetre olacağına karışmanın kendi işinin olmadığını" söylemesi de, bu çerçeveyi ifade ediyordu. Benkirân aynı röportajda, Fas'ta bireysel hakları hiç kimsenin tehdit edemeyeceğini de özenle vurguluyordu.
İlginçtir, AKP popüler söylemlere yöneldikçe, ülke içindeki bazı önemli dini akımlarla da arası açıldı. Bunların başında, 2012'de hayatını kaybeden karizmatik sufî lider Abdusselâm Yasin'in kurduğu Adalet ve İhsan Cemaati geliyor. Fas'taki siyasal sistemi gayrimeşru olarak tanımlayarak seçimleri boykot eden cemaat, ülke anayasasının 'despotluğun yazılı biçimi' olduğunu savunuyor. Adalet ve İhsan Cemaati, hâlen Fas'ın en büyük İslâmî muhalefetini temsil ediyor.
yazının devamı için tıklayınız