TÜİK verilerine göre 2015 yılında 602 bin 982 çift evlenirken, aynı yıl 205 bin 871 kişi boşanma davası açtı, 131 bin 830 çift ise boşandı.
2016'da evlilik oranı düşüş gösterip 594 bin 493 olarak tespit edilirken, boşanma davaları arttı, 212 bin 975 çiftin boşanma davası açtığı görüldü ve 126 bin 164 çift boşandı.
2017'de 569 bin 459'a evliliğe karşılık, 223 bin 194 boşanma davası açıldı ve 128 bin 411 çift evliliğini resmi olarak bitirdi.
2018'de evliliklerin düşüşü devam etti ve 554 bin 389 evlilik gerçekleşirken, boşanmalardaki artış da sürdü: 246 bin 921. O yıl 143 bin 573 çift resmi olarak ayrıldı.
2019'da evlilik oranları düşmeye devam etti, 542 bin 314 çift evlendi, 248 bin 940 çift boşandı ve 155 bin 47 evlilik sonlandı.
2020'de evliliklerdeki düşüş gözle görülür şekilde azalmıştı, gerçekleşen evlilik sayısı 487 bin 270 iken, açılan boşanma davası sayısı bu oranın neredeyse yarısı oranındaydı: 246 bin 561. Ve geçen yıl resmen boşanan çift sayısı ise, pandeminin hukuk alanına etkisi nedeniyle 135 bin 22 olarak tespit edildi.
Independent Türkçe'den Müjgan Halis'in haberine göre Avukat Özlem Altun; boşanmaların artışını kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle doğal bir süreç olarak yorumluyor. En yaygın boşanma sebebi olarak görülen ‘şiddetli geçimsizlik' gerekçesinin aslında bir üst başlık olduğunu ve bunun içinde ekonomik, teknolojik, kültürel sebepler ile toplumsal cinsiyet faktörleri gibi birçok sebebin olduğunu söyleyen Altun boşanma davalarının artmasında toplumdaki yoksullaşmanın, artan pahalılığın da etkili olduğuna dikkat çekerek, buna rağmen teknoloji ve sosyal medyanın yarattığı lüks yaşamın insanları çıkmaza soktuğunu vurguluyor:
“Özellikle son beş yılda evliliklerin azalmasında teknoloji ve kentleşmenin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Mesela teknolojinin etkisiyle çiftler arasında iletişimsizlik gelişiyor, biz buna pandemi döneminde sıkça rastladık, yani aynı evin içindeler ama birbirleriyle konuşmuyorlar. İkincisi yine teknolojinin etkisiyle sanki lüks yaşamak, konforlu yaşamak zorunlulukmuş hatta bir tutkuymuş gibi lanse edildiği için, herkesin böyle bir beklentisi var. Bu beklenti arttığında ve karşılanmadığında, bu ‘şiddetli geçimsizlik' olarak mahkeme kayıtlarına yansıyabiliyor. Yine teknolojinin etkisiyle güzel olmak, yakışıklı olmak sanki her koşulda, her yaşta bir zorunlulukmuş gibi herkes eşinden bunu da bekliyor. Bu da karşılanmadığında sanki kendini eksik, bir şeyi yakalamamış gibi hissediyorlar. Bu her iki cins için de geçerli.”
Kentleşmeyle birlikte kadınların iş hayatına atılmasının ve ekonomik bağımsızlığın, evlilikteki küçük aksaklıklarda dahi boşanma tercihini daha kolaylaştırdığını söyleyen Altun, “Yani kadın iş hayatının zorlukları, bunun getirdiği sorumluluklar nedeniyle evliliklerdeki sorunları tolere etmemeyi tercih edebiliyor” diyor ve devam ediyor: “Bu aslında iyi ve olumlu bir boşanma sebebidir. Çünkü eskiden sorun çıksa da, şiddete maruz kalsa da buna sanki katlanmak zorundaymış gibi bir algı vardı ve kadın da böyle olduğunu düşünüyordu. Ama şu anda kadınlar böyle düşünmüyor, diyor ki maruz kalmak istemediğim bir durum varsa boşanırım.” Artık evlenmemek bir seçenek'
Evliliklerin aslında çekirdek aile denilen kurumun kurulması için yapılan sözleşme olduğunu hatırlatan Altun; evliliğin asıl amacının devletin koruması altında statü kazanmış çocukların, soyadı kazanmış, ebeveynleri belli, miras hakları belli çocukların yetiştirilmesi amacı taşıdığını söylüyor ve şimdi bu durumun biraz değiştiğine dikkat çekiyor:
“Kültürel olarak eskiden herkes evlenmek zorundaymış gibi bir algı vardı. Ama şimdi bu durum değişti, insanlar evlenmemeyi seçiyor. Keza evlenen insanlar da artık şunu tartışıyor, çocuk sahibi olmalı mıyız? Hâlbuki eskiden evlenen insanların çocuk sahibi olması neredeyse zorunluluktu. Yine eskiden boşanan kadına toplumun yüklediği yaftalar, artık eskisi kadar etkili değil. Bu yüzden kadınlar, bir dönem evli olmayı tercih edip daha sonra bekâr yaşamayı tercih edebiliyor. Bu da gelişmişlik düzeyiyle ilgili bir şey.”
Boşanmanın sadece çiftleri değil, sosyal yapıyı da etkilediğini belirten Av. Özlem Altun; pandemide yaşanan artışı isi şöyle yorumluyor:
“Pandemide çiftler birbirlerini kusurlarını gördü ya da birbirlerine kusur atfetti. Belki de birbirinden uzak kalarak çözülebilecek sorunlar, sürekli aynı evin içinde olunca çözümsüzlüğe yol açtı, koronanın da yarattığı psikolojiyle içinden çıkılamaz gibi göründü ve boşanmaları artırdı.”
Siyasal iktidarın “evlenin, çocuk yapın” telkinlerinin yaşanan ekonomik krizle boşa düştüğünü ve insanlar tarafından dikkate alınmadığını belirten Av. Altun tespitini şöyle açıklıyor:
“Bozuk ekonominin pandeminin etkisiyle krizinin derinleşmesiyle; devletin karı ve koca olarak insanlara yüklediği sorumluluğu da artırdı. Evlenecek insanlar kira vermedikleri aile evlerinden çıkıp, kira verdikleri ya da yıllarca taksit ödeyecekleri evlere geçiyor. Evin giderleri, çocukların giderleri derken insanlar kısıtlı gelirleriyle evlenmemenin bir seçenek olduğuna kanaat getirdiler.”
Dünyanın her yerinde evlenmenin çok kolay olduğunu, ancak boşanmanın bütün devletlerde zor olduğunu söyleyen Altun, buna rağmen artan boşanma oranlarının görmezden gelinemeyeceğini de söylüyor:
“Bir insan dilediği zaman evlenebilir, ama boşanmak zordur. Evlenmek isterken ‘neden evlenmek istiyorsunuz' diye sorulmaz, ama boşanırken ‘biz istiyoruz boşanıyoruz' diye bir kolaylık yoktur, devlet der ki ‘ben uygun görürsem boşanırsın'. Ve boşanmanın sonunda özellikle erkeğe eşe karşı tazminat, çocuklara karşı nafaka yükümlüğünün yüklenmesi gibi olasılıklar da, özellikle erkekleri evlenmekten soğutuyor.”
Boşanmaların eskiden orta ve üst gelir grubunda görüldüğünü, yoksulların da boşanmayı çok da bir çözüm olarak görmediğini hatırlatan Altun; artık alt gelir grupları ile eğitim düzeyi düşük kesimlerin de yoğun olarak boşanma yoluna gittiğini de söylüyor:
“Şu an biz özellikle bir yılı dolmamış evliliklerin, ekonomik açıdan zayıf, sosyal açıdan daha dezavantajlı kişilerin boşanmalarına tanıklık ediyoruz. Hatta kişisel gözlemim, bu kesimlerde boşanmaların daha da arttığı yönünde. Çünkü eğitim düzeyi yüksek ve sosyal olarak daha avantajlı kişilerin evlenme yaşları biraz daha ileri oluyor, evlenme kararlarını biraz daha düşünerek alıyorlar, ekonomik olarak güçlü oldukları için de yoksullaşmadan doğrudan etkilenmiyorlar.”
Aile hukukunda arabuluculuk tartışmasına da değinen Av. Altun; Türkiye gibi kadın cinayetlerinin olduğu bir toplumda aile hukukunda arabuluculuğun ne kadar uygun olduğu konusunda kaygıları olduğunu belirtiyor: “Şiddetin yaşandığı bir alanda bir odada tarafları bir araya getirmek, tarafların hatta arabulucunun can güvenliğini sağlamak bile zor. Ancak yargılamaların uzun ve yıpratıcı olduğunu da göz önüne alırsak, bazı kolaylaştırıcılıklar hayata geçirilebilir. Polis denetiminde, psikolog gözetiminde arabuluculuklar yapılabilir, doğru yapılırsa boşanma oranları azalabilir. Ya da hiç değilse, uzun süren yargılama süreleri düşürülerek boşanmalar daha da kolaylaştırılabilir. Ama üzerinde iyi düşünmek ve sistemini iyi kurmak lazım.”
Boşanmaların artışı, evliliklerin azalmasına ilişkin Independent Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Zafer Yenal ise toplumda birçok kuruma karşı güvenin ciddi şekilde aşındığına dair bir tespit yapıyor ve şöyle devam ediyor:
“Bunun için de yargı da var, basın da var, eğitim kurumları da var. Toplumda ciddi bir güven krizi olduğu için insanlar geleceğinden emin değil. Hem iktisadi anlamda hem sosyal anlamda. İktisadi olarak gidişat çok parlak değil. 2008'e kadar görece daha iyi giden bir büyüme dönemi vardı. 2008'deki dünya kriziyle birlikte, ekonomi daralmaya başladı, son dört-beş senedir de bunun iyice hızlandığını görüyoruz. Covid'le beraber iyiden iyiye ivme kazandı. İşsizlik ciddi bir seviyeye yükseldi, özellikle gençler ve kadınlar arasında. Yani bozulan iktisadi denge, insanlarda işsizlik ve yoksulluk şeklinde kendini gösteriyor.”
Yenal; evlilikler ve boşanma oranlarının aynı zamanda toplumda yaşanan kutuplaşmayla da ilgili olduğunu düşünüyor:
“Farklı gruplar arasında sosyal mesafelerin arttığı ve bir grup diğerinden hiç hazzetmiyor, hiç güvenmiyor ve sosyal anlamda ciddi bir huzursuzluk, ne olacağını görememe durumu var. İnsanların kafasında kurumlara güvenin azaldığı bir dönemde, siyaseten de insanlar kendini güvensiz hissediyorlar. Bu güvensizlik, insanların evlilik gibi bir kurumdan kaçmasını, hem evlenmeme anlamında hem de olan evliliklerin de bozulmasını beraberinde getiriyor.”
Evliliklerin ve boşanmaların ‘iyi ya da kötü' olarak etiketlenemeyeceğini de anti parantez olarak belirten Prof. Dr. Yenal; “Ama Türkiye gibi geleneksel değerlerin yaşatıldığı, kadınların yalnız olmasının daha zor olduğu, üstelik devlet eliyle evliliklerin teşvik edildiği bir coğrafyada artık insanlar iktidarın söylemlerine bakmıyor. Bir saatten sonra insanları sözler kesmiyor, çünkü bu insanlar ekmeğin fiyatına, çarşıdan aldığı patatesin-soğanın fiyatına bakıyor, kirayı düşünüyor” diye konuşuyor.
Türkiye'de muhafazakârlaşmanın da özellikle erkeğe yüklediği belli roller olduğunu, evini geçindirmek, ekmek parası kazanmak, hem kendine hem çocuklarına bakmak gibi yüklerin olduğunu söyleyen Yenal, “Muhafazakâr da olsalar bu yükün altına girmek istemiyorlar ve bu yüzden evlenme oranları düşüyor” diyor.
Kadın tarafından bakınca ise, hem kadın istihdamındaki düşüş hem de bu tür zor dönemlerde artan kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin de kadın cephesinde, evlilik konusunda bir caydırıcılık etkisi olduğuna dikkat çekiyor:
“Ve biz tam da bu dönemde devletin, İstanbul Sözleşmesi gibi kadın haklarını bir nebze güvence altına almaya çalışan uluslararası bir sözleşmeden çıktığını görüyoruz. Şimdi böyle bir yerde kadının evlenmemeyi tercih etmesinin en önemli nedeni, yine dönüp dolaşıp güvene bağlanıyor. İş oraya gelince dinin emrettiklerinden önce herhalde hayatta kalmaya bakarsınız ve bu denklem içerisinde düşününce evlilik meselesi hakikaten insanların listesinin sonuna yerleşmiş durumda.”